CAMİLERİMİZ VE BİZ

Ahmed Kalkan

Kur'ân-ı Kerim, hadisler ve ilk islâm kaynaklarında bugün cami diye isimlendirilen ibâdet edilen yerler karşılığında mescid kelimesi geçmektedir.
Secde yeri demek olan mescid, müslü-manlann cemaatle ibâdet ettikleri yer olduğu gibi, aynı zamanda, özellikle Rasûlullah devrinde, sosyal faaliyetlerin her çeşidinin odak noktası, çeşitli hizmetlerin görüldüğü ana merkezdir, üstür. Kavrara oldrak; içerisinde Allah'a ibâdet etmek üzere yapılan bütün yapılara verilen addır. Hicrî IV Milâdî X. yüzyılın başlarından bu güne "cami" kelimesi, mescid anlamında kullanılmaya başlanmıştır.
İslâm'da camiler sadece namaz kılınıp "dağılman" yerler değil; kendisinde devamlı "toplanılan" mekânlardı. "Cami", kelimesi, bilindiği gibi "toplayan" demektir; İnsanları açtığı bağrında toplayıp cemaat haline getiren yerdir cami. Cami, aynı zamanda bir kıyam merkezi, savaş yeri, istişare meclisi, devletin idare edildiği mekân, yönetenlerle yönetilenlerin yüz yüze görüşüp dertleştikleri, he sapla ştıklan mahal, bir okul, kimsesizler yurdu, bir huzur evi...dir-Kalp, insanın merkezi; Kabe, arzın merkezi, yeryüzü mescidinin temsilcisi sayılır, Basta namaz olmak üzere her çeşit ferdî ve sosyal ibâdetin, eğitim ve kültürün, değişik sanatların ve çeşitli güzelliklerin de etrafa halka halka yayıldığı bir merkez vardır müslümanların medeniyetlerinde. Bu güzellik merkezleri camilerdir.
Caminin Müslümanın Hayatındaki Yeri
Kâinattaki varlıkların hepsi ister istemez Allah'a secde ederler (13/Rad, 15 -16/Nalh, 49) Evren, tüm varlıklar için bir mesciddir. İnsanlardan bazıları da inanarak ve isteyerek secde ederler. Kendi tercihiyle secde eden insana Allah (c.c), sünnetullaha uymak zorunda oIup secde eden kâinatı, tüm yeryüzünü mescid yapmıştır. "Yeryüzü bana mescid kilindi..." (Nesâî, Mesâcid! 42. hadis no. 2, 56)
Yeryüzünde ilk inşâ edilen mesdd, Mescidi Haram'dır Âli îmran,69 . Peygamberimiz, daha Medine'ye gelmeden Kubâ Mescidini, Medine'ye gelince de ilk iş olarak Mescid-i Nebevî'yi yaptırdı. Medine mescidinden sonra Peygamberden örnek alan Müslümanlar gittikleri her yere mescidler, câmiiler yapmışlardır. Onları din hayatının vazgeçilmez temeli olarak kabul etmişlerdir. Çünkü müslümanları eğiten mescidler olduğu gibi, dinlerini sağlıklı bir şekilde yaşamalarına yardımcı olan da oralardır. "Allah'ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah'ın en fazla nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır." (müslim mesacid hadis no 671)
Mescidleıin süslenmesi, gösterişli olması önemli olmadığı gibi, doğru da değildir. Önemli olan, oralara temi/ giyimli, takva ahlâkı üzere ve cemaat şuuruyla gidebilmek, mcstidlerde dirilebilmektir. Günümüzde mescitlerin aşın süslenmesi, buna rağmen cemaatin yeterli İslâmî şuura sahip olmaması gerçekten acıdır. Peygamberimiz (s.a.s.) mescidlerin süslenmesini hoş karşılamamaktadır (Ibni Mâce, Mesâcid 2. hadis no:739741) Mescidler, takva üzerine kurulur ve insanlar orada arınmaya çalışırlarsa gerçek fonksiyonlarını yaparlar. Gösteriş ve övünme için veya Allah'ın rızâsı dışında başka bir gaye için yapılan mescidlerden hayır gelmez. Hele hele müslümanlann arasını açmak için (nifak için) yapılan mescidler dırar'zararlı) mescididir /Tovbe, 107-108)
Müslümanların hayatı ile mescid arasında sıkı bir bağ vardır. Yüce Peygamber lisanıyla gönlü mescide bağlı olan gençler övülmüş, cemaatle namaz teşvik edilmiş, cemaatle kılınan nama/ yirmi yedi derece üstün tutulmuştur Orada yüksek sesle konuşmak, alışveriş yapmak doğru değildir. Ancak bu demek değildir ki oralarda sadece belli konuşmalar yapılır, müslümanlarm dünya işleriyle ilgili konuşulmaz. Şüphesiz müslümanlarm bir araya gelme yeri olan mescidlerde müslümanlarm sorunlarından konuşulmaksı-zın söz açmak mümkün değildir. Dünya kelâmı konuşmadan, ibâdet de eksik olacaktır; âhirete ancak dünya kapısından geçilebileceği için, dünya kelâmının hayırlıları, hayırlı yerlerde daha çok konuşulacaktır.
Müslüman toplumu ve onlardaki İslcîmî hayatı ve şuuru mescidler ayakta lutar. Mescidler bu görevlerini yapamaz duruma gelince, sıradan birer bina durumuna veya tarihî eser konumuna düşerler. Bugün bazı ülkelerdeki mescidler, devlet kurumu gibi, resmî daire şeklinde işlev görmekledir
Gayrı müslimlerin eline geçen İslâm topraklarındaki mescidlerin pek çoğu yakılıp yıkıldı veya amaçları dışında kullanılır oldu. Onlardan geriye ya birer enkaz, ya da hazin hâtıralar kaldı. Bize düşen görev camiileri, mescidleri amacına uygun kullanmak, görünür veya görünmez işgalle, amacından saptırılan mescidleri kurtarmak ve mescidleri hayatımızın merkezine yerleştirip kurtulmaktır.
Kur'an'da mescidlerin Allah için yapılan binalar olduğu vurgulanarak, kullanılışında da sadece Allah'a ibâdete tahsis edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Hıristiyanlar kiliselerinde, yahûdiler de havralarında Allah'a şirk koşup O'ndan başkasına da duâ edip yalvararak, başkasını imdada çağırarak mâbedlerini pııthaneye çevirdikleri gibi, mü'minlerin de mescidlerde böyle yapmamaları kesin bir dille ihtar edilir: "Mescidler, şüphesiz Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte başkasını/başkasına çağırmayın, başka kimseye duâ edip yalvarmayın (ve kulluk etmeyin)." (72/cinn, 18)
Mescid inşâ etme, îmar, tamir ve koruma hakkının sadece mü'minlerin, imanını eylemleriyle isbat eden, namazı ikame edip zekâtını veren ve Allah'tan başkasından korkmayan müttakî mü'minlerin hakkı olduğu, böyle şerefli bir görevi ancak böyle şerefli insanların yapabileceği Kur'an'da ifade edilir.(9 tevbe 18 ) Allah'a şirk koşanların, şirklerini itiraf eden veya davranışlarıyla bunu kabullenenlerin Allah'ın mescidlerini imar ve inşâ etmeye, haklan ve yetkileri yoktur; onların pis ellerini ve haram paralarını böyle mübarek yere bulaştırmaları yakışık almaz ve buna izin verilmemelidir (9 Tevbe17). Bu iki âyet, aynı zamanda mescide taraftar olup olmamayı, imanla küfrü ayıran bir alâmet olarak gösteriyor şeklinde de değerlendirilebilir. Mescidin îman ile ilgili ifade, mescidlerin fizikî imarları gibi, aynı zamanda cemaate katılarak manevî îmar ve hayatiyetine katkıda bulunmayı, bir iman ve takva alâmeti olarak görmemizi de gerekti rir.
Mescidlerin Gerçek İşlevlerine Engel Olanlar, En Büyük Zâlimlerdir
"Allah'ın mescidlerinde O'nun adının zikredilip anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır?! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir (Başka türlü girmeye haklan yoktur). Bunlar için dünyada rezillik, âhirette de büyük azap vardır."
(2/Bakara. 114)
Allah'ın mescidlerini, içlerinde Allah'ın isminin zikredilmesinden men eden ve o mescidlerin maddeten ve manen harap olmasına, yıkılmasına, terkedilmiş kalmasına veya mescidlikten çıkarılmasına çalışandan daha zâlim kim vardır?! Böyle zâlimlerin cennet ile ne ilişkileri vardır? Her şeyin hakkı, onun lâyık olduğu yere konmasıdır. Zulüm de bir şeyi, kendi yerinden başka yere koymaktır. Demek ki, bir şey lâyık olduğu yerinden, ne kadar uzaklaştırırsa, o kadar haksızlık, o kadar zulüm yapılmış olur ve o şey, ne kadar yüce ve ne kadar kutsal ise zulüm de o ölçüde aşın gitmiş olur. Nitekim Allah'a şirk koşmak, en büyük zulümdür. Allah'ın mescidlerini, içlerinde Allah denilmekten, Allah'ın hükümlerinin açıklanmasından men etmek ve oraların harap olmalarına çalışmak da hem Allah'ın, hem mescidlerin, hem de insanların hakkına son derece tecâvüz demektir. Mescidlerin maddeten veya manen harap olmalarına çalışmak, zulümlerin en büyüğüdür ve bunu yapabilen zâlimler, hiçbir zulümden çekinmez, her türlü haksızlığı yapar, tüm serlere kapı açarlar. Camilerde, mânâsını anlamadan Allah'ın adım anmaya veya bir adı da zikir olan Kur'an'ı yüzünden okumaya kimsenin karıkmadığını görüyoruz. Fakat, bunu bir do mânâsını anlayarak ve günlük hayattaki değerlendirmeleriyle söylenildiğinde, mesciddeki bu zikir karşısına "büyük zâlimler" çıkacaktır. İnsanın ibâdetlerine ve ibâdet niteliği taşıyan tüm çalışma, toplanma, eğitim, teşkilatlanma gibi alanlarda insanın dokunulmazlığına saldırı, büyük bir zulümdür.
Ne şekilde olursa olsun, mescidlerde Allah'ın adının anılmasını, dininin tüm kapsamıyla anlatılmasını önleyen ve mescidlerin tüm fonksiyonlarını yerine getirmesine engel alandan daha zâlim kimse yoktur.
Bir mescidin "Dırar" olmasının temel sebebi, taşının, halısının, binasının kâfir eliyle yapılması değildir. Sözgelimi, Ayasofya gibi nice mescidler, ilk yapılışlarında tümüyle farklı şekilde ve başka niyetlerle yapılmış olsalar da, müslümanların kontrolünde gerçek mescid halinde kullanılmasında hiçbir sakınca görülmemiştir. "Dırar" denilmesinin asıl sebebi, Allah'ın dininden başka din icad edenlerin mü'minler için tuzak kurmak, onları birbirine düşürmek, aralarına tefrika sokmak ve Allah'ın dinini hükümsüz bırakmaktır. Yani, İslâm'a ve müslümana zarar vermektir, [bkz. 9/Tevbe 107).
Mescidin gerçek anlamda işlev Üstlenmesi için, kuruluşunun Allah rızâsı ve takva üzere olması ve arınmayı biricik gaye edinen insanların orada toplanması gerekmektedir (9/Tevbe, 108), Riya, gösteriş ve dünyevî çıkar için yapılan mescidlerden hayır gelme/. Böyle mescidlerde toplananların gayesi Allah'a varmak için arınma olmaz. Bu tür meselediler, mü'minler arasında tefrika çıkarmak, insanları gözetlemek ve fitne yaymaktan başka bir işe yaramaz. Böyle mescidler, dırar mescididir, yani zararlı mescidlerdir (bkz 9 tevbe 107)

Camilerimizin Yeniden İhyâsı

Camilerimizin dışı kâfirleri, içi şuurlu mü'minleri yakıyor. Mü'minlerin problemlerini halle
decek mekânın, çağımızdaki şuursuz mü'minlerin sebep veya en azından seyirci olduğu problemler saymakla bitmiyor. İmamların maaşlarının kaynağı vo veriliş sebebi, camilerin ve* imamların özgür olup olmadığı gibi hayalî sorunlar... Eskiden camilerin onarım, tamir ve günlük masrafları ve imamların maaşları başta olmak üzere, cami kursları, cemaatin yetişmesi için gerekli harcamalar, müslüman zenginler tarafından oluşturulmuş özel vakıflar/akarlar sayesinde yürütülüyordu. Yani, ne laik düzenlerin ve ne de fert olarak bir müslüman şahsın maaş veya yardımı ile kendisine bağlayıp kendi zihniyetine göre hizmet beklentisi olmuyodu
Camileri cemaatlerin, İslâmî sivil toplum kuruluşlarının yönetmesi, Dine özgürlük ve laiklik gereği olduğu halde, böyle olmuyor. Eskiden olduğu gibi, köylü veya mahalle sakinleri imamlara maaş versin demek de problemi temelden çözmüyor; o zaman eskiden köylerde, köy imamlarına karşı bakıştaki müşkiller ortlayacaktır: Hocaların çok yemesi, halkın eline bakması...
Moscidlerden yola çıkılarak, oradan İslâm'ın öğrenilip yaşanması, hâkim olması halka halka yayılarak toplumu hükmü altına alması gerektiği halde; bugünkü mescidler, aslî görevlerinin çoğunu yerine getirmemektedir.
Camiler, müslümanların her çeşit ibâdet, buluşma ve görüşme, önemli meselelerini müzâkere etme, dinin emir veya tavsiye ettiği birtakım hizmetleri gerçekleştirmek üzere faaliyetlerde bulunma yelleridir. Bu kutsal mekânları devletin kontrol allına alması ve işlevlerini de yalnızca namaz ibâdetinden ibaret kılması; dine, sünnete, hukuka aykırıdır
Camiler ilk kuruluşundaki örnek uygulamaya göre birden fazla iş ve ihtiyaç için kullanılırdı. Caminin fonksiyonları bölümünde bu konu yeterince ifade edildi. Eğer biri çıkar da "bunlar tarihîdir, o günkü ihtiyaç ve imkânsızlıklara bağlıdır, bugün bu işler için ayrı mekânlar ve kurumlar vardır" diyecek olursa, kendisine şu cevap verilir; Bunlar doğru olabilir, ancak, bu tarihî uygulama iki şeye kesin delildir: Camiler yalnızca namaz kılmak için değildir. 2 Müslümanların din işleri, dünya işlerinden ayrı değildir; din ile dünya iç içedir. Kur'an ve Sünnet, hem din hayatını hem de dünya hayatını düzenlemek, yönlendirmek, yönetmek için gönderilmiştir.
Bu konuda Abdurrahman Dilipak'a kulak verelim: "Şimdi modern din adamı adına, Kemalist imam görüntüsü altında İslâm'a ve müslümanlara karşı bir tehdit odağı oluşturulmak isteniyor. İslâm'da din adamı, ruhban sınıfı yok, ama bu düzen içinde bunlar var. Bu tip insanlar, sadece Cuma namazında imama ihtiyaç duyuyor olsa gerekir. Ömürleri boyunca İslâm'a ve müslümanlara saldırdıktan sonra, bir maaş karşılığı susturulmuş imamların öncülüğünde, ne
olur ne olmaz, yarın âhiretle belki lâzım 0lur diye, biraz da hâşâ Allah'ı kandırmak istercesine müslümanların kendileri hakkında iyi şahitlik yapmasını islerler. Müslüman mezarlığına gömülmek, garip bir tutkudur onlar için. Bu iş için, fazla baş ağrıtmayan, ölülerin arkasından kırkıncı günlerinde şen şakrak mevlitler okuyacak bir aydın imama ihtiyaçları vardır.
Camilerimizin sosyal mimarîsini kaybettik. Cami, eski hali ile hayatı kuşatan bir mekândı. İbâdet, bizim dinimizde kapsamlı bir kavramdır. Günümüzdeki şekliyle camiler, dinin hapsedildiği, ya da hapsedilmek istendiği hapishaneler gibidir
Camiler, şimdi sadece beş vakit namazın cemaatle kılındığı mescidlerdir. Cami günlük hayattaki ekonomik, sosyal, kültüre! fonksiyonunu büyük Ölçüde yitirdi. Camiler birbirinin dertleri ile dertlenmeyen, hatta birbirini tanımayan yaşlı insanların gelip gittikleri bir yer haline yet irilmek istenmektedir. Cemaat imamın, imam cemaatin jurnalcisi olacaklır! Ne müthiş bil komplo. Namaz dışında camilerin kapısına arlık kilit vuruluyor. Cami, müslümanların meşveret yeri olmaktan çıktı. Hutbeler ve vaazlar sivil karakterli, dinin özünden alınan İlhamlarla günün problemlerine çözüm getiren şeyler değil. Çoğu camide okunan hutbe ve vaazları bir başka şekli le bir kilise papazının ya da budist bir rahibin vaazlarında duyabilirsiniz. On emir"den ibaret ya da hıristiyanlaştırılmış, sadece kişisel ahlâka indirgenmiş bir din.
Cami, ilk zamanlarda siyasî, sosyal, kültürel bir merkezdi. Giderek İslâmî yapı içinde mimarî bir üslûp kazanarak kurumlaştı. Şifâhâneleri, aş evleri, medresesi, öğrencilerin ve gariplerin barınacağı bir yer, buluşma ve müşavere yeri, kütüphanesi ve vakfiyeleri ile hayatın en can alıcı noktalarında yer alırdı. Cami her şeydi. Bugün ise, bütün bu boyutlarından yalıtılmış, tek boyutlu soluk bir renktir sadece. Şükürler olsun ki, bu durum giderek pozitif yönde değişmekte, cami yeniden aslî yapısına doğru bir evrim süreci içinde bulunmaktadır.
Caminin siyasî merkezlerin güdümünde rûhâniyotini yitirmesiyle, müslumanlar cami dışında bizzat hayatın içinde örgütlenmeye, caminin fonksiyonunu kendi evlerine, işlerine, sosyal hayatlarına, kültür dünyalarına taşıma gayretine girmişlerdir, Şunda kuşku yok ki, camilerin biraz daha dejenere edilmesi ile, bu dejenerasyona teslim olan mekânlar ve kişiler İslâm toplumundan tecrit edilecek ve dırar mescidi kavramı yeniden uyanacaktır.
Sanırım camide bizim görevimiz kısa sûreleri çabuk çabuk okuyarak işimizi bitirip camiden ayrılmak olmamalı. İmamların görevi namaz kıldırmakla bitmiyor, eğer arkalarında cemaat var ise... Şöyle yapmamız, gerekirdi: Özellikle camilerin anlamı da burada gizlidir. İmamlar, bilen insanlar olarak Kur'an'dan öyle âyetler seçerek okumalllar ki, müslümanlar o günün çokça konuşulup tartışılan meselesini Kur'anî gözle görüp anin ya bilsinler, Hz. Peygamber zamanında bu, temelde böyle idi. Çünkü âyetler, olaylar üzerine nazil oluyor, Peygamberimiz onu okuyor ve sonra onu açıklıyordu. Biz de bugün yeniden olayların Çizerine sanki Kur'an yeniden nazil oluyormuş gibi namazda onları okumalıyız,
Evet, evet... Namazda okumamız gereken âyetler, 0 günün üzerinde tartıştığımız, konuştuğumuz ya da sorumluluk alanımıza giren şeyler olmalı. Müslümanlar bunu evrensel bir bildirinin ardından, yaklaşık iki milyar müslümanın mânevi huzuru ile Allah'ın evinde ve O'nun önünde namaz öncesi, sonrası okuyup açıklamalıdır. Böylece namaz, müslümanın sorumluluklarını kuşandığı bir mekân olacak. Müslümanlar günde beş defa Allah'ın evinden manevî nitelikli dünyevî görevlerle ve bilgilerle donanmış olarak bir cemaat bilinci ile ayrılmış olacaklardır. Cemaat olmanın anlamı da budur. Katılan, karşı çıkan, konuşan ve sorumluluk yüklenen bir insan.
Tartışıp durduğumuz şey faiz mi, zulüm mü, başörtüsü mü, haksızlıklar mi? Küfür mü, ahlâksızlık mı? Kur'an'ın hükmünü okur imam efendi ve namazdan sonra da oturur konuşuruz. Allah'ın hükmü üzerinde. Sorun ve çözüm yollan üzerinde düşünür, görüşlerimizi koyarız. Tartışmayız; ittifak etmişsek birlikte, ihlilâf etmişsek meşru zeminde birbirimizi mazur görerek herkes Allah'a vereceği hesabına göre sorumluluklarımızı kuşanırız. Ve namaz; donanma, namazlar arası zamanlar eylem vaktidir bizim için. Ve ibâdetimiz süreklidir. Sorumluluk şuuru ile hareket eden bir insan, âdeta bütün zaman namazdadır. Kıyamdadır, rükûdadır ve secdededir. Her yer mesciddir onun için.
işte öyle olmasın diye, "camilerde dinin , kelâmı edilmez" diyor lar. Oysa din bu dünya içindir. Ve bizim dinimiz dünyayı ve hayatı kuşatır. Cami, müslümanların cem' olup toplandığı, namazda okudukları âyetleri Peygamberi bir metotla sorumluluğa dönüştürme mekânıdır."'"
İmam ve müezzine "din görevlisi" demek çok sakıncalıdır. Dinimizin bu şekilde görevlendirdiği birileri yoktur. İslâm'da kim daha ehil ise, o kişi müslümanların önüne geçer, imam olur ve namaz kıldırır. Namaz dışında da bu kimseler, cemaatin her türlü işinde istişare edeceği, sözünü dinleyeceği selâhiyetli kimselerdir. İmam, devletin memuru statüsünde değil; halkın ve cemaatin içerisinde ilmiyle, ahlakıyla, irfânıyla sivrilmiş örnek alınacak şahıs demektir.
Aynı zamanda o Peygamber'in vekilidir/olmalıdır. Mihrap, Peygamberin hakkıdır. Hz. Peygamber'den sonra ise O'nun vekillerine emânet edilmiştir. İmam olan şahısların bu sorumluluğu takdir edebilecek ve taşıyabilecek kabiliyet ve kapasitede olmaları gerektiği gibi, cemaatin de imamı, Peygamber'in vekili mevkiinde görüp ona itaat, ve saygıyı elden bırakmaması gerekmektedir. İmamı, sadece namaz için görevlendirilmiş bir "namaz kıldırma memuru" gibi görmek din ile devlet, din ile dünya işlerini birbirinden ayrı gören laik bir anlayışın ürünüdür. Bu anlayış ile namazın gerçek mânâsına erebilmek, hiç de mümkün olmayacaktır.
Mihrabın ve bu mevkînin hakkını verebilecek gerçek imamlar yetiştirmek, bu ümmetin boynuna borçtur. Müslüman olarak kalmanın ve islamı bizden sonraki nesle aktarmak, ancak, ehil âlimler ve imamların yetiştirilmesiyle gerçekleşecektir. Cenaze ve mevlit peşinden koşmayan, nikâh ve hatim paralarına tenezzül etmeyen ehli Kur'an, hamele-i Kur'an imam ve müezzinler tasavvur ettiğimiz takdirde ve bunun tedbirlerini aldığımız zaman din ve dindara bakış da bugünkü halinden çok farklı olacaktır.

vuslat