Tatvanlı: Erdoğan’ı, ’bize saygılı dışardan birisi’değil, ’içimizden, bizden birisi olarak niteliyorsunuz.
O da laik sisteme göre hükmetmiyor mu?
*SEÇ: Aynen öyle.. O içimizden birisi olarak bir şeyleri ıslah etme ve değiştirilemiyen bazı konularda da yorumları değiştirme çabasında.. Daha ilerisini de diğer müslümanlar yapsın.
-M.K. : Muş’taki konuşmanızda, IŞİD’in savaş metodunu İslam’ın savaş ahlâkıaçısından eleştirdiniz. Bu da, burada, ’İyi ki, PYD onu bertaraf etmiş..’ diye tercüme ediliyor. Ayrıca, T. Erdoğan’ın sözleriyle ilgili yazınızın alevîlerle ilgili bölümünde ’namazında-niyazında büyük bir alevî kitlesi’nden sözediyorsunuz. Onlar nerede ağabey?
*SEÇ: Pragmatik kâr-zarar hesabından önce, inancımızın prensiplerini esas almalıyız. ’Namazında -niyazında alevî kesimleri’ de var elbette.. Hem, ’yok’diyebilir miyiz?
-İbrahim: 18 Mayıs, (Vakıf üzerine bir konferans’ başlıklı yazı üzerine) Yazılarınızı takip ettiğimi belirtmek isterim. Bu yazar – okuyucu ünsiyetinden cesaret alarak Anadolu’daki Türk nüfusu ve Hristiyan vakıfları hususunda fikirlerimi beyan etmeme izin verileceğini umarım.
Claude Cahen, ’Pre-ottoman turkey’ adlı eserinde, Anadolu’nun Türkleşmesini ve mesela Balkanların bir Türk yurdu olmamasını Anadolu’nun özellikle de iç Anadolu’nun özellikle -bomboş değil- ama asırlar süren İran-Bizans ve Abbasi/Emevi-Bizans savaşları sebebiyle seyrek bir nüfusa sahip olmasına bağlar. Bunu da, göçebe kavimlerin kültürlerinin yerleşik kavimlere göre zayıf olmasına ve tarih boyunca bir yeri istila eden göçebe kavimlerin eğer orada yerleşik düzene geçerlerse o bölgenin kültür yapısı içinde eriyeceklerine dair sosyolojik bir ilkeyle destekler. (…)
İdarecileri Türk olup türkçe konuştuğu ve yaklaşık 700 yıl Türk idaresinde kalan Mısır’da bir türkleşme olmamıştır. Dolayısıyla Anadolu halkının genetik yapısı Akdeniz unsurlarını daha çok taşıyor gibi görünse de bu ülkeyi Türkleştirmeye yetecek kadar Orta Asya kökenli bir nüfusu barındırmış ve barındırıyor olması sanırım mümkün gözükmektedir. Hele ki gelen Oğuz Türkleri’nin çok büyük bir kısmının Müslüman değil şaman (o devirdeki tabirle tengrici) oldukları dolayısıyla oldukça düşük bir kültürel yapıya sahip oldukları göz önüne alınırsa bu tespit daha mantıklı gelmektedir. (…)
Hristiyan vakıflarına gelince: Anadolu’nun inanamayacağınız kadar çok geniş bir kısmı Rum ve Ermeni kiliselerine ait vakıflardır. Bunların Türk kullanımın açılması ise cumhuriyetle değil, 1071’den beri devam eden süreç içerisinde metazorigerçekleşmiştir. Şayet bunlar iade edilirse korkarım Anadolu ikinci bir Filistin yahut Kırım olabilir.
”Ey Kürdoğlu” tabiri ise, sanırım Türk milliyetçilerinin Başkırtlar ile Kürtleri birbirine karıştırmasından kaynaklanıyor.
*SEÇ: Özellikle, Gayrimuslim Vakıfları’ya ilgili değerlendirmenize ihtiyatla yaklaşıyorum. Yüzyıl öncesine kadar, gayrimuslim vakıflarına resmî bir baskı olmadığını düşünüyorum.
-Faik Kaynak/ Batman, Mücahid Alpay, Sabahaddin Duman: (’Kültür dünyamızdan bol yansımalı bir günün ardından..’ başlıklı yazı üzerine..) Yazılarınız bizleri, filmi geri sardırıp, bizleri 80’li yıllara götürüyor, ümid aşılıyor, severek okuyoruz..
*
-EMRAH: 13 Mayıs, (’Bir ölü generalin ardından..’ başlıklı yazı üzerine) Darbe dönemini anlamak için çok faydalı tesbitler..
-Mertırmaklı: 13 Mayıs.. Bakıyorum da herkes keskin birer Evren düşmanıkesilmiş. Evren’in hazırlattığı anayasaya %92 evet diyenler günü- birliğine aydan mı getirilmişlerdi? Evren’i darbeci diye suçlamak onu kısmen aklamak anlamına gelir. Çünkü Evren’in asıl büyük suçu darbe yapmak değil, darbe sonrasındaki kitlevi eziyet ve işkencelerdir. Evren’in darbe yapmasının şartlarını oluşturan komünistlerin, ülkücülerin, perde arkasındaki kuklacıların, başta Ecevit, Demirel ve Türkeş olmak üzere günün siyasi liderlerinin hiç mi sorumluluğu yok. Evren de muhtemelen kuklacılar arasına katıldı, zamanla; ama tek suçlu o muydu? Unutulmasın ki 12 Eylül darbesi o günlerde halkın beklediği, istediği bir şeydi. Yani, demek istediğim, Evren darbe yaptığı için değil, darbe sonrasında yaptıkları için sorgulanmalıdır.
-Yavuz Özdemir:13 Mayıs, Nasıl olup da, nicelerine olduğu gibi bizzat size de bu kadar çektiren bir Kenan Evren hakkında bu kadar sakin ve terbiye sınırlarını aşmamaya dikkat ederek yazı yazabiliyorsunuz.. Ben olsam, içimde galeyana gelen duygularla, yine şer’î sınırlar içinde kalmaya dikkat ederek söylenecek daha çok şeyler bulurdum. Gerçi, son cümlenizde söylenecek olanı söylemişsiniz.. Ama, yine de çok sert bir yazı beklerdim.
-Uğur ortaç: 13 Mayıs, Diriliş Postası’ndaki yazılarınızı takip ediyorum. Evren’le ilgili yazınızı okuduğumda, ölünün arkasından konuşulmaz konusuna getirdiğin açıklamada hemfikiriz. Çünkü, zalimlerin arkasından nasıl iyi konuşacağız? Ebu Cehiller, Firavunlar, Nemrutlar silsilesine Sisiler, Evrenler, Paşalar, beyler eklenmiştir, bunların arkasından sadece ders niteliğinde konuşmak yetmez bence. O dönemin acısını yüreğinde hisseden sizsiniz. benim yaşım o yılların yakınından bile geçmez. Ancak yine de o yılların derdini her duyduğumda bünyemde sinir harbine girdiğimi söylemeliyim.. Sizin sakinliğiniz rahatlığınız takdire şayan. elbette mahkeme-i kübrayı idrak eden, tahayyül edenler garazkârane bir tepkide bulunmayacaktır. Lakin kalbimden, bu gibiler için, Allah razı olmaz demek geliyor.
Kusur da, nisyan da insana verilmiştir. Kusurumuz ve unuttuğumuz olduysa hoş görüle..
-ömer faruk: 12 Mayıs, bu adamın cenazesi koskoca bir ülkenin olumsuz şahitliğiyle ibreti alem oldu. farklı yöntemlerle darbe düşünenlere de ders olsun
-cengiz:12 Mayıs, ben bazan sizi anlamıyorum, ölünün arkasından sevinmek sığ bir tepki öylemi? bu ülkenin 40 50 bin insanı pkk teröründen öldüyse, baskısını artırıp yatsı namazına gitmeye sevinecek hale getirdiyse, başörtüsü zulmü ayrı daha söylenebilecek o kadar acı ve üzüntüyü yaşattıysa geberip gitmesine ve daha acını artırmaya dua etmeye sığ bir tavır mı diyeceğiz. Bir de bu tarikat ileri gelenleri ile ilgili duygularınızda bir tuhaf anlam veremiyorum. bunlar milleti asırlardır aldatanlar değillermi? peygamberlerin tuğlası kerpiç benimki altın hezeyanını savunanlarla ilgili böyle nötr kalabilmeniz de ilginç birşey. sakın yanlış anlamayın size kızdığımdan değil bu bakışı nasıl bir ruh hali ile yakalayabiliyorsunuz.
-Mehmet: 12 Mayıs, Vakt-i zamanında, öylesine bir yerde sohbetine tanık olduğum merhum E. Özkan’ın da, Kenan Evren için ”bir iki kere karşılıklı konuşma imkanım olsa onu Müslüman olmaya ikna edebileceğime inanıyorum, onda bu potansiyeli görüyorum” dediğine şahit olmuştum. Bilemiyoruz tabii. Yine de Salahaddin Bey, hüsnü zanda bulunmuş.. Ben maalesef pek gösteremeyeceğim. Ne diyelim, bizim köyde, ’ettiğince bulsun..’ derler
*
-cengiz: 07 Mayıs, sizin gibi vicdanli bir adama ermeniler öldürülmek için tehcir edilmediler, demek yakisiyor mu? 1915 te yayan yapildak kadin, coluk-cocuk, yasli/ yollara zorla dökülüyor, ve bunu yapanlar onların ölebileceklerini bilmiyorlardi öyle mi? bu tehciri yapanlar gayet bilincli idiler hem insan olarak varliklarindan hem de biraktiklari mallari gasb icin yolladiklarini bilerek isteyerek yaptilar, zulmun aması olur mu? Enver-talat-cemal vb ler muslumanlarin nesi olur, neden sahiplenecegiz? bu zorbalarin yedigi naneleri. haklarini tesbit edilip elbette odemek lazim
*SEÇ: Hedefimiz, İttihadçı’ları temize çıkarmak ya da suçlamak değil, doğru olduğuna inandıklarımızı yazmaktır. Şahsen, ’tehcîr’in, savaş şartlarında düşünülmüş olan bir tedbir düşüncesinin acı neticesi olarak ortaya çıktığını düşünüyorum, ama bir ’soykırım’ niyeti olduğuna inanmıyorum. ’Soykırım’ veya’katliâm’ kasdı olsaydı, ’tehcir’in yığınla zahmetine katlanmaya gerek kalmazdı.. Kaldı ki, I. Dünya Savaşı’nın çöküntü eşiğine sürüklediği bir devlet sistemi karşısında, ermeniler de, müslüman halk da, bir kıtale, muqateleye /karşılıklı öldürmeye girişmiştir, ama, bu vesile ile, elbette yığınla olumsuzluklar ve büyük acılar da ortaya çıkmıştır. Ama, bir soykırım sözkonusu değildir. Ve 50 yıl öncesinden söz ediyorum, Ermeni Mes’elesi’nin 50. yıldönümünde, 1965’lerde ermeni kaynakları bile, ’tehcir’sırasında ve ’tehcir’ dolayısiyle öldürülen ermenilerin sayısını 500 bin olarak telaffuz ederlerdi. Sonra bu rakam, 75. yılda bir milyona yükseltildi, şimdi 100. yılda ise, 1,5 milyona.. Halbuki, Osmanlı’nın Suriye ve Lübnan toprdaklarında veya başta Fransa- Marsilya , Arjantin, B. Amerika ve Rusya olmak üzere başka ülkelere giden veya kaçanlar dahil, bütün Anadolu ermenilerinin sayısı 1 milyon 200 bin idi..
Elbette tek bir kişinin haksız yere öldürülmesi bile bir cinayettir, ama, bir devlet yıkılırken, 100 yıl öncesinin acılarından tektaraflı bir feryadı ve düşmanlığı yeniden yükseltip, Türkiye’den toprak ve tazminat talebinde bulunmak niyetiyle ısrarla ’soykırım’ dedirttirmek istenmesi oyununa karşı dikkatli olmak gerekmez mi?
Bakınız, Cumhurbaşkanı Tayyîb Edoğan, o dönemde Anadolu’da yaşamış veya hayatlarını kaybetmiş olan ermenilerin torunlarına TC. vatandaşlığını vermeye ve mallarını da iadeye hazır olduklarını belirtti. Ki, ermeni vakıfları son birkaç yıldır iade ediliyor.
Ama, Ermenistan devleti ve arkasındaki mâlum emperyalist güçler, illa da ’soykırım’dedirtmeye çalışıyorlar. ’N’olur sanki, kabul etseler, dünya mı yıkılır, sonra biz bugünkü nesilleri suçlamıyoruz ki..’ gibi çok mâsum gözüken lafları da ederek.. Halbuki, kabul halinde, bir adım sonrasının kendilerine neleri isteme yolunu açacağını da biliyorlar. Ve o hengamede Anadolu’nun müslüman halkından da, sadece ermeniler tarafından değil, ermenileri destekliyen bütün emperyalist güçler eliyle de en azından 5 milyon insanın öldürüldüğünü unutmayalım. Onlar da insandı, onların da acısını hissetmeli değil miyiz?
Uluslararası şeytanî odakların 1915’in 100.yılı münasebetiyle yükselttikleri kampanyaların etkisinin nasıl da etkili olduğuna ilginç bir örnekle karşı karşıyayız.
*
-Salih, 29 Nisan, İslam birliği ancak Kur’an İslamına tâbi olmakla olur. Tasavvuf, İslam’dan ayrı bir dindir. ibn arabi’nin el’futuhat-ul’mekkiyyesinde peygamber kerpiç, kendisi altın tuğla. ama bunların önemi yok. tevilde maharetliler sözün en çirkinini bile aklarlar..
Muhyiddin-i İbn Arabi’yi okuyup da, tırlatmazsanız ne âlâ…
Mahmûd Erol Kılıç, önce tasavvuf eleştirisi yapmalı. Tasavvuf ’her zaman arı durudur’ denilir. (…) Ortada bir güzel ahlak varsa Kur’an’a aittir. Örneğimiz Kur’an ahlakına sahip, yaşayan Kur’an olan peygamberimizdir. Kur’an İslamından sorulacağız, tasavvuftan değil..
*SEÇ: Mahmûd Erol Hoca, telefon görüşmemizde, ’tasavvufta yanlışlara değinilecek olursa, neler biliyorum, neler.. Ben bir kelimeye yüklenen çeşitli mânâların herbirisine sahib çıkıyor değilim..’ dedi, özetle…
-bekir ziya: 29 Nisan, Neyseki yazıdaki görüşlerin çoğu, özellikle tasavvuf hakkındakiler size ait değil! Mahmud Erol Hoca, İslam’ın ahlaki güzelliklerinin kaynağı olarak tasavvufu göstermiş. Sanki bir insan Kur’an okuyarak, O’nu tefekkür ederek ve yaşayarak yüce bir ahlak sahibi olamazmış da tasavvufla ancak olurmuş bu gibi şeyler! Kur’an, sanki sadece soğuk bir hukuk kitabıymış da tasavvuf ısıtırmış O’nu!
Müslüman, sadece Yüce Kitab’dan ve Hz. Peygamber (S)’in sahih sünnetinden sorumludur.
*
dirilişpostası