Yılmaz Demir- Salzburg/ Avusturya: Başbakan Davudoğlu’nun YAŞ (Yüksek Askerî Şûrâ) toplantısı dolayısiyle mâlum bir mezara gidip, oardaki deftere, mezardakine hesab verir gibi, günlük iç politika ve güvenlik konularında bilgi ve söz vermesini nasıl da ürperere izledim. Belki siz de izlemişsinizdir, ağabey.. Ben ki, sizin bircçok sohbetinizi dinledim,, Bu konudaki hassasiyetinizi biliyorum.. Bu hep böyle devam edecek mi? Mecbur mu? Bu gibi yanlışlar tekrarlana -tekrarlana vak’ay-ı âdiyeden olmaya ve toplum kesimleri tarafından kanıksanmaya başlamıyor mu? Hep, ‘günün şartları, maslahat bunu gerektiriyor..’ diye diye, ya da ‘köprüden geçinceye kadar ..’ gibi pragmatist anlayışlarla hedefe varmak ümidi içinde, hep köprülerde oyalanıp durmayacak mıyız, köprüler orada kalmak için değil, geçilmek için yapılmış değil midir? Buna karşı bir ses çıkarmıyacak mıyız/ çıkarmıyacak mısınız? Haa, bir de, o yazılanlar sanki o mezardaki ölü tarafından okunuyormuş gibi, o yazılanlar daha bir komik değil mi?
*
SEÇ: Katılıyorum.. Her kim olursa olsun, insanın ölüsü veya dirisine bu derece bağlılık göstermek veya bağlılık gösteriyor durdumda olmak, elbette ki, insanların ruhunda, ve toplumların mâşerî vicdanında derin izler ve kapanmayan yaralar bırakır.. Bu gibi ilkelliklerden kurtulmamız ve bu kurtulmayı düşünüp gereğini pratiğe geçirmek için kararlı adımlar atılması temenillerimle..
-İsmail Çengel- Köln: Ağabey, burada görüşlerini aktardığmı m.vekili A. Tan’ı, 2 yıl kadar önce, sizin bulunduğunuz mekana ben getirmiştim, aranızdaki âşinalık dolayısiyle.. Benim kendisine sempatim vardı ve içinde bulunduğu gruptan ayrı bir yerde olduğuna ve ve kendisini yitirmeyeceğine dair umutlarım vardı.. 3 Ağustos günü, Zaman’da yayınlanan röportajını okudum..
Hâlâ da ilginç tesbitleri var.. Mesela, PKK’nın yeniden terör saldırılarını yeniden başlatması üzerine, ’Eğer 21 Mart açıklaması çerçevesinde silah taktik olarak değil, stratejik olarak devreden çıkmışsa, yol kesme, araç yakma, şantiye basma ve tekrar başlayan öldürme eylemleri dahil hiçbiri kabul edilemez. Velev ki Ergenekon artıkları böyle bir tezgâh peşinde iseler bile bunlar kabul edilemez. 21 Mart perspektifi dışında hareket edilmiştir.’ diyebiliyor.. Ve, ’PKK içinde bir kanat ya da bazı gruplar çatışma mı istiyor?’ sorusuna, HDP içinde herhalde kimsenin söyleyemiyeceği netlikte, ’En azından belli bir kesimi, evet… Ceylanpınar‘daki polisleri önce üstlendiler sonra biz öldürmedik dediler. Bunlar karanlık işler.’ diyebiliyor.. aayrıca, PKK’nın izlediği siyaseti eleştirirken, şu cümleleri de kurmuş: ’Bakın istihbari bilgiye sahip değilim, ama halk arasında bir kanaat var; efendim HDP Tayyip Erdoğan‘ı başkan yaptırmadı ama böyle giderse Kürt siyaseti Tayyip Erdoğan‘ı başkan hatta sultan yapacak. Kurulan bu tezgâh bu şekilde devam ederse ‘HDP şiddeti destekliyor, PKK şiddetten vazgeçmiyor‘ algısı üzerinden Erdoğan‘ın çizdiği tablo devam ederse korkarım ki Erdoğan başkan olur.’ Altan Tan, İslamcıların sosyalist ve ateistlerle birlikte hareket ettiği için kendisine kızdıklarını da ifade ediyor ve ’ne İslamcılar ateist, ne de ateistler İslamcı oldu. Bu hak arama mücadelesi.. Refah Partisi, Oğuzhan Asiltürk zihniyetine teslim olmasaydı biz hâlâ Refah Partisi‘nde olurduk. (Sırrı Süreyya Önder‘e dönerek) A böyle Sırrı‘nın da eline düşmeyecektik.” bile diyebiliyor..
Bilmiyorum.. Bu arkadaşa nasıl bakacağımı bilmiyorum..
*
SEÇ: Ben de bilmiyorum. Ancak, kendi düşüncelerimizden uzak düştüğünü farzettiğimiz herkesi hemen terketmek yerine, fikrî ayrılık ve farklılıklarımızı tartışıp tartışmamakta bir fayda var mıdır, o ayrı bir konu, ama, insanî ilişkilerimizi seviyeli bir çizgide tutmakta da fayda olsa gerek..
-SALİH ÖCAL : 27-Temmuz, (‘Bu uçurumun kenarına tekrar nasıl gelindi?’ başlıklı yazı üzerine..) A. Bulaç’la görüştüğünüzü anladım yazınızdan.. Bu vatana karşı İsrail ve ABD ile yanyana duranların yanında olanlarla hâlâ ne konuşuyorunuz ki.. Kişi dostunun dinindendir.
*
SEÇ: Bu kadar katı olmayınız.. ‘Kişi, dostunun dinindendir’, derken, bir takım ihtilaflardan dolayı farklı dinlere düştüğümüzü mü düşünmeliyiz? Fikirlerimizi doğruluğuna inandığımız müddetçe sonuna kadar savunmalıyız, ama, bunu yaparken bütün insanî ilişkileri kopararak değil.. O arkadaş benim 40 yıllık arkadaşımdır ve kendisini 23 sene sonra ilk kez görüyorum.
-Habib: Abi, size 1980 öncesi haftalık olarak çıkan Tevhîd dergisi etrafında yazılanları gönderiyorum.. ‘Türkiye’de İslamî oluşumlar ve siyaset’ üzerine, ve H. Ş. İmzasıyla yazılmış bir kitabdan bir bölümü gönderiyorum. Çünkü orada siz de anlatılıyorsunuz.. Şöyle deniliyor:
‘Tevhid gazetesi 32 sayı çıkabildi.. Derginin kapanmasında her ne kadar Akıncı dergisinin çıkmaya başlaması ile birlikte tiraj sorunu etkili olmuşsa ise (de) asıl sebep dergiyi çıkaran kadronun derginin sahibliği konusunda aralarında yaşanan problemdir.
Bir grup, derginin sahibi olarak tüm çalışanları görüyor, bir grup ise çalışanların ücretli olmasını ve ortaya çıkan kârın İslamî hassasiyette bir vakfa aktarılması ve derginin gelişmesi için kullanılmasını istiyordu.
Yapıan tartışmalardan sonra Selahaddin Eş Çakırgil’in … seçilmesi, tartışılan konuların Ali Bulaç ve Hüsnü Aktaş tarafından kaleme alınması ve kaleme alınan metnin daha sonra tekrar tartışılıp karara dönüştürülmesine karar verildi. Ancak bir sonraki toplantıya Çakırgil kendi hazırladığı metni getirip imzalanmasını isteyince ipler koptu ve dergi kapandı.’ Başka bir yerde de, Erbakan’a bey’at ederek, para aldığınız iddia ediliyor. Ne dersiniz?
*
SEÇ: Sözünü ettiğiniz kitabı görmedim, ve konudan da ilk kez haberim oluyor.. Böyle bir konuyu yazan bir kimsenin, ididalarını, en azından hakkında görüş belirtitği kimselere sorması gerekirdi. Ki, sözkonusu derginin kapanmasıyla noktalanan o tartışmaların hadiselerin içinde ya da şahidi olan Sadreddin Yüksel Hoca ve Sedat Yenigün kardeşimiz (ikisini de rahmetle anıyorum) dışında, diğerleri henüz de hayattalar.. Bu konuları araştırmak ihtiyacını duyan bir kişi, böyle gelişigüzel yazmamalıydı.. O iddialarını, sadece benden değil, sanırım, diğer arkadaşlardan da sormamış ve ayıp etmiş.. Hattâ yaptığı, ayıbın da ötesinde..
Yazdıkları hemen tamamiyle, hiç bir gerçeği yansıtmıyor..
Ayrıca, Erbakan’ın bey’at ve para almak konusu da tamamiyle çarpıtılmış.. Doğrudur, Şûrâ kapandıktan sonra, biz Tevhid’i çıkarmak için çalışıyorduk.. Bunu duyunca, Erbakan Hoca bizi Ankara’ya çağırdı, (Ali Bulaç, Hüsnü Aktaş ve Yılmaz Yalçıner’le Ankara’ya gittik) Gökdere Caddesi’ndeki MSP Genel Merkezi’nde Hoca’yla ve arkadaşlarıyla buluşuldu.. O da, O. Asiltürk ve Şevket Kazan gibi zevatla birlikteydi. Uzun sohbetler sırasında konu dergi çıkarmaya gelince.. Hoca, yeterli paramızın olmadığını öğrendi. (300 bin lira kadar bir para vardı, elimizde..) Hoca, en azından piyasa dönüşü gerçekleşinceye kadar ve piyasada tutunabilmemiz için bize elimizdeki meblağın üç misline yakın bir malî destek vermek istediklerini söyledi; bizim o yönde hiç bir talebimiz ve beklentimiz yokken..
Arkadaşlar adına benim konuşmam kararlaştırılmıştı.. Kendisine, ‘bu destek vaadine bağlı olmaksızın, destek verseler de, vermeseler de, sırf müslüman kimliklerinden dolayı uğradıkları saldırılarda kendilerini savunmayı İslamî kimliğimizin bir gereği bildiğimizi’ söyledim. Vakit geceye yarısına doğru ilerlemişti, ertesi gün devam etmek üzere ayrıldık..
Arkadaşlar o gece İstanbul’a döndü.. Ben, ertesi gün tekrar görüşmek üzere Ankara’da kaldım.. Ertesi gün, Meclis’de, Hoca’nın odasında, Anadolu’nun muhtelif yerlerinden gelmiş ve çoğunu simaen veya gıyaben tanıdığım 20-25 kadar kişinin huzurunda yapılan görüşmede, Hoca, bize şer’î mânâda bey’at’in gerekliliğini ve şeklini anlattı ve ‘partiye bağlılık’ adı altında, önceden hazırlanmış bir metni, imzalamaları için, orada bulunanlara olduğu gibi, bana da uzattı. O metinde, ‘çıkacak ihtilaflarda nihaî sözün Muhterem Erbakan’a aid olacağı’na dair söz veriliyordu.. Ve ben partiyle organik bir bağım yoktu.. Şer’i tarafını da zımnen sükutla geçiştirerek, ‘yukardaki metni..’ diyerek (yani partiyle ilgili ifadeleri kasdederek) ‘kalben mutmain olmadığım konularda çekimser kalacağım’ gibi bir mânâyı içeren bir ihtirazî kayıdla imzaladım. Çünkü, Erbakan ve MSP ile irtibatımızı koparmak istemiyorduk.. O ihtirazî kayıddan sonra da o malî destekten bir daha söz edilmedi ve mes’ele de kapandı. Hoca’ya da gençler tarafından bizim dergi sorulduğunda sorulduğunda, ‘Onlar bizim kıymetli kardeşlerimizdir..’ diye bir teyid cümlesini söylüyordu, Anadolu’da.. Bu da bizim için bir destek mahiyetindeydi ve yetiyordu..
Bu konunun canlı şahidleri varken, bir takım dedikoduları üstelik araştırma kitabına gelişigüzel yansıtmak, evet, ayıbın ötesindedir.. İsteseydi, gerekli bilgileri verirdim. Tevhid’in yayınına son verilmesi üzerine anlatılanlar ise, yok ‘imam’ seçilmeler, plan dayatmalar ya da Akıncı dergisinin yayınından dolayı tiraj kaygısı ve saire, tamamen hayal mahsulü, iddialar…
-Mustafa Topatan: Abi, paralelle alakalı son zamanlarda bişey yazmıyorsun , özellikle son olaylarda bunların parmağı yokmu..yoksa bilinçli ignoremi ediyorsunuz?
*
SEÇ: ‘Reklamın kötüsü olmaz, aleyhimizdeki sözler bile bizi gündemde tutar’ şeklindeki taktikten de faydalanmalar oluyor. Biraz unutulmuşluğa terketmekte zarar olmaz herhalde..
-gültekin harmancı: 01 Ağust. ‘Eğit-donat’ birliğinin en’Nusra tarafından saldırıya uğrağı doğru mu? Bu işin sonu nereye varır ya da sadece temenni etmek, kişiyi ulaştırır mı? Cenneti ummak ile cennet kazanılır mı?
*
SEÇ: Amerikalılar bu haberi teyid etmedi. Sorunun ikinci kısmının cevabı sorunuzun içinde..
-Merdol Meral: Ömer Lekesiz’in Yeni Şafak’ta 26 Temm. günü yayınlanan ‘Şiî ilahiyat’la hesaplaşmalı mıyız?’ başlıklı yazısına ne dersiniz.. Kafam epeyce karıştı..
*
SEÇ: Bence, epey dikkatli gözlem ve insaflı bir değerlendirme…
*
-bekir ziya: 01 Ağustos, (‘Yumuşak başlı isem, kim dedi, uysal koyunum..’ başlıklı yazı üzerine) Her ne hikmetse orgut ve uzantisi olan parti, kendisine tolerans gosterildigi zaman savaştan, yakmaktan, yikmaktan bahsederken, darbe yedigi zaman da baristan, diyalogdan soz ediyor! (‘Her Müslüman, tercihini, taa baştan yapar ve yapmalı..’ başlıklı yazı üzerine) Zaten Türkiyeli müslümanlar, geçmişte milliyetçi çevrelerin İslam sosu kullanmasına sessiz kalmasa ve onları afişe etselerdi, bugün kürdçülük de olmazdı. Hâlâ da ülkemizde ve diğerlerinde milliyetçilik pisliği faaldir ne yazık ki..
-Salih: 28 Temmuz, Kavmiyetcilik, cemaatcilik, mezhepcilik vesaire bunların tümü insanların hevalarından uydurdukları şeytanî argümanlardır. Vahyi ölçü edinememiş /edinmemiş “müslümanlar” tekrar vahye dönüp Allah Rasulünün örnekliğine dönmelidir.
-Arokh: 27 Temmuz (‘DAİŞ’çiler bir oyuna mı geldiler, yoksa mazoşist midirler?’ başlıklı yazı üzerine..) Her muammanın arkasında şüphe vardır. Irak’da zulme uğramış müslümanlarla Batı’da kendini ezik hiseden müslümanların katılımıyla oluşmuş bir güç bence.. Özellikle Ortadoğu sözkonusu olunca, pekçok şey kurgudur, illüzyondur.
-Huseyn: 27 Temmuz, El’Kaide hakkında söylediklerinizde oldukça insafsızca davranmanız bizi üzüyor. Bu noktada sizden daha insaflı ve ciddi değerlendirmeler yapmanızı beklerdik. Eymen ez-Zevahirî’nin söylemediği bir şeyi söyledi diye paylaşmanız iftira niteliğindedir.
*
SEÇ: Zevahirî’nin ilk ayrışma günlerindeki açık mektubuı, yok muydu?
-arif: 27 Temmuz, aynı açıdan bakarsak, mazoşist tanımlamanıza Hamas tarafından atılan roketler, Mavi Marmara gibi olaylar da giriyor mu?
*
SEÇ: Doğrusu, bu mantık da akla gelebilir. Ama, benim sorum bir genelleme içermiyordu.
*
dirilişpostası