-İbrahim Yılmazer: 9 Agust., (‘Orkestra Şefi’nin kontrolünden çıkmak tehlikesi’başlıklı yazının girişindeki not üzerine) Yazınızda Marmaray’daki bir güvenlik görevlisinin cevabı dikkatimi çekti.. Önce önemini düşünmedim, ama, Marmaray gibi bir trenle binlerce insanın deniz altından geçtiğini düşününce, kötü niyetli kimseler olursa, ne büyük facia olur..
-Adnan Birgün- Teröre karşı herkese görev düşüyor.. Şüpheleri vehme dönüştürmeden tabiî.. Çünkü, bomba patlamadıkça, iddianız ciddiye alınmayabilir, ama, patladıktan sonra da yapacak bir şey kalmaz.. Toplum terörle varılmak istenen hedefe teslim olmamalıdır.
Ama, bir hadise oluyor, hemen otobüsler dolusu hazır kuvvet ekipleri.. Dışarda da, nöbet tutan polisler.. Ama, o polisler sıcakta, öylesine gevşemiş vaziyette oluyorlar ki, onlara zarar vermek işten değil.. Hattâ silahlarını bile alabilirsiniz.. Tamam sıcak, ama.. Bir saldırı olsa, bu güvenlik güçleri ancak o zaman harekete geçilebiliyor; o zaman da geçmiş olsun..
*
-Şahin Güvercin: 10.08, SP’nin fiilî başkanı, İran ve Lübnan Hizbullah örgütünün Suriye’deki cinayetlerini de savunuyor. O, AGD’nin bölge başkanlarına hitaben yaptığı konuşmada, özelikle Suriye konusunda Müslümanların ABD’lilerin telkinleri doğrultusunda düşündüğünü de belirterek, ‘yeni değil. 40 sene evvel think-thank kuruluşlarında hazırlandı. Condoleezza Rice vardı başlarında. Sünni-Şii düşmanlığı, Türk-Kürd düşmanlığı yapacak ve İslam âlemini güçsüz hale getireceksiniz. Sonra büyük İsrail kurulacak.’ diyor. Tamam da, bu kişi, bir rejime karşı silahlı mücadele olduğunda, o rejimin de silahlı mücadele etmek hakkı vardır.’ diyerek Beşşar Esed’i savunan ve ’Esed düşmanlarına silahı verenin Amerika ve İsrail olduğunu’ belirten bu zat, Esed’i koruyanlardan birinin de Amerika olduğunu görmezlikten geliyor..
*SEÇ: 1980 Haziranı’nda Irak Baas rejiminin lideri Saddam Kerkük türkmenlerinden 17 lideri idâm ettirdiği zaman, Anadolu’daki müslüman kamuoyunun da Saddam’a lanet okuduğu bir sırada sözkonusu zat, Bağdad’a yüksek dereceli bir MSP heyetiyle gidip Saddam’la görüşmüş ve dönüşte de, ‘Biz gittik gördük, Saddam gerçekleri bize söyledi, o idâm edilenler haydudlar imiş..’ diyerek, Saddam’ın lafıyla orada yapılan zulümleri temize çıkarmıştı. Şimdi de bir diğer Baasçı olan Beşşar Esed’in zulmünü temizliyor..
Allah’u Tealâ, hepimizi idrak bulanıklığı ve basiretsizlik illetinden korusun.
*
-ramazand: 10 Ağustos (Benî âdem âza-y’ı yekdigerend..’ başlıklı yazı üzerine..)Kavmiyet olayı çok zor bir imtihan.. İnsanlığın kurtulamadığı bir duygu. Son günlerde yaşanan terör olayları ülkenin batısındaki halkın ırkçılık duygularını da körüklemeye başladı. Buna karşı, Müslüman kürtler da Kürdistan isminin büyüsüne kapılmış görünüyorlar.Yazınızda görüşlerini yansıttığınız kardeşin ifadeleri bana askerlik günlerimi hatırlattı. Askerlikte, orada yabancı muamelesi görmüştüm.. Halbuki, aynı inancın, aynı ülkenin insanlarıydık.. Selamımızı bile almıyorlardı.. Halbuki, selam ibaresi bir İslamî ortak ibare idi..
Evet, insanlık dışı muamele gören kürdler de vardı. Hepsine yüreğim yanardı benim.. Ama bu ülkenin kürt müslümanları şunu da unutmasın! Bu ülkede ezan türkçeleştirilirken, camiler kapatılırken, askerlerin örtülü anneleri, oğlunu ziyaret edemezken yapılan bu zulüm ve haksızlıklar da kürt-türk ayıralarak yapılmamıştı.. Hedef her zaman İslam’dı.. Bugün emperyalist dünyada duyulan korku da, ‘müslüman’ korkusudur.
Bugün bir kürt insanının kan ihtiyacı olsa her kavimden insan ona kan verebilir. Çünkü dünyada dört grub kan vardır! Ne kürde özel kan olur, ne de türke özel kan…
-Rıdvan Kaya: 10 Ağustos, Kimlik bizi birleştirir ve aynı zamanda ayrıştırır. Sorun kim olduğumuza dair tanımlamada, kendimizi konumlandırmada düğümlenmektedir. Müslüman için kimlik meselesine nasıl bakılması gerektiği, Ebu Hureyre rivayetiyle Tırmizî ve Ebu Davud’dan nakledilen şu hadiste net biçimde özetlenmektedir:
Resul (as) şöyle buyuruyor: “Bakınız, Allah atalarını yüceltmeye dayanan cahiliye şirkinin kibrini sizden uzaklaştırdı. İnsan ya Allah’a karşı muttaki bir mümin, yahut zavallı bir günahkârdır. Bütün insanlar Âdem’in evlatlarıdır ve Âdem ise, balçıktan yaratılmıştır.”
Ne mutlu muttaki bir mümin olmayı kendileri için temel hedef seçenlere, ne mutlu muttakîlerle birlikte olanlara!
*
-abdullah yavuz: 01 Agust. (31 Temm. tarihli ve ’Bu zehirli dilin meyvasi..’ başlıklı yazı üzerine) iyide güzel abem, bir de biz kürt müslümanlar açısından bak.. AK Parti, MİT’i, askeriyeyi ele geçirmemiş miydi? Burada olanları görmüyor muydu? Toplanan milyonlarca paranın Kandil’e aktarıldığını, kck yapılanmasıyla teslim olan gerilların uyuyan hücreye dönüştüğünü halkı milis kuvvetler olarak yetiştirdiğini, seçimlerde buralarda bütün partilerin sandık görevlileri kendinden hdp’li olduğunu bilmiyor muydu? Yoksa, Kenan Evren’in dediği gibi şartların olgunlaşmasını mı bekliyordu.. Çözüm Süreci devam ederken pekalâ ’bunlar kırmızı çizgimizdir’ denir ve halk da aydınlanırdı. Ama şimdi görülüyor ki, makas açılıyor. İster inan, ister inanma, halk da Kur’an diliyle konuşmayan bir cumhura dönüştü..
-Hamdi: 01 Agust. İncirlik’le ilgili yapılan anlaşma konusunda neden yazmıyorsun, neden gizleme gayreti içindesin..
*SEÇ: Bir şeyi gizlemiyorum. İncirlik’in, Amerikan Üssü oluşu 60 küsur yıllık bir hikaye.. yeni değil. Türkiye, NATO dünyasına, yani B. Amerika’ya bağlıdır, şimdi biraz biraz direnmeye çalışıyor. Eskiden, anlaşmaya da gerek olmaksızın diledikleri gibi kullanıyorlardı..
-Ebu Abdullah: 31 Tem. Kavmiyetçi duygular, ilkeleri yerle bir etti. Irkçılık virusune mubtela olanlar, o duygularinin esiri oldular.. Lanet olsun İblis’in askerlerine.. emperyalist ulkelerin, böl-parçala ve hükmet.. politikasinda , irkcilik onemli bir ayaktir. müslüman ulkelerinin icine fitne ve fesadi yayginlastirıp ,irkcilik belasini yaygin bir hale getirerek, onların başlarına gecmiste egittigi isbirlikci ajanlariyla bizi kontrolleri altına aldılar.
bu tur hile ve tuzaklardan korunmanin,yolunu yuce Rabbimiz kitabında bildirmistir..
-Salih: 31 Temm. Sırtlarını terör odaklarına dayadığını açıkça söyleyenlere karşı, savcılar neden harekete geçmez, anlaşılması güç. Halbuki, Erbakan al-aşağı edilivermişti yok yere..
-Murad Kayacan: (1 Agust tarihli ve ’Yumuşak Başlı isem.. ’ başlıklı yazı üzerine..) Erdoğan’ı, Çözüm Süreci’ni başlatacak güçlü bir lider olarak tanımlayan, Leylâ Zana idi.
2- ’İngiliz emperyalizmi haklı olarak..’ diyorsunuz, niye haklı olsun ki..
3- (Mogol İstilası ve Celaleddin Rumî başlıklı yazı üzerine) Günümüzde de bir Yesevî çıkıp, kızlarını IŞİD’çilerle evlendirse, suçlanamazlar herhalde..
*SEÇ: 1- Evet, Leyla Zana da söylemişti, Demirtaş da tekrarladı. 2- İngiltere Hükûmeti’nin, Türkiye’ye, PKK’ya değil, DAİŞ’e saldırmasını tavsiyesi, kendi açısından mantıksız değildir.
3- Moğollarla DAİŞ’çiler itiqadî açıdan aynı safta tutulamazlar. Birinciler, İslam’dan hiç habersiz bir canavar sürüsü idi.. Berikiler ise, ağızlarından Kelamullah düşmeyen ve amma, cinayetlerini Allah adına işleyen, merhametsiz, taş kalbli kimseler..
-gültekin harmancı: 10 Agust. Yabancı bir yazardan okumuştum. ’ABD kızılderilileri yok etti, israil arapları yok edemez çünkü araplar kalabalık..’demişti. Evet, israil yok edemezdi arabları, onlar birbirini yok ediyor.. Bu IŞİD vs. de böyle hedeflere hizmet ediyor, ettiriliyor..
-bekir ziya: 10 Agust. (Mogol İstilası, Celaleddin Rumî ve S. Özcan..’ başlıklı yazı üzerine..) Batililar, neden Mevlana, Şems, İbn Arabî ve Hallac gibilerine aşiri bir tazimde bulunurlar diye hic düşünülmüş müdür acaba? Kur’an’dan ve O’nu insanliga ulastiran Peygamberimizden hic hazzetmeyenler, neden bu isimleri one cikarmaya calisirlar?
-Erdem Bilge: 10 Agust. Öncelikle bir düzeltme… Mükrimin Halil hocanın soyadı Yinanç idi.
Mikail Bayram da ilk kaynaklarından araştırarak ortaya koymuştu Celaleddin’le ilgili tezini.. Onun Moğol idaresiyle mektuplaşmaları okunursa, bu hizmeti karşılığı Moğollar’ın kendisine gönderdiği yüksek meblağlı yardımların kayıtları da Mevlevilerin kendi kayıtlarında vardır. Alman araştırmacısı Annemarie Schimmel‘in,’Mevleviliğin, Anadolu insanı üzerinde istilacı Moğollar’a karşı cihadı önlediği için Moğol idaresi tarafından desteklendiği’ tezini yabana atmamak gerek. Böyle durumlarda, ’işgale karşı, ümmetin direniş ve cihada destek vermesi mi; yoksa, işbirlikçi ulemâ ve umeraya mı destek vermesi’ sorusudur, önemli olan…
Anladığım kadarıyla sayın yazar biraz Mevlâna taraftarı..
*SEÇ: Celaleddin, sultan değildi ki, savaş açsın.. Benim ona tarafdar veya karşı olmam sözkonusu olamaz.. Çünkü, o, görüşlerine şer’an riayet edilmesi gereken bir müçtehid değil, 800 yıl geriden bile okunan bir söz ustasıdır, doğrularını alır, yanlışlarını atarım..
-Lokman / Almanya: 09 Ağustos; Selahaddin abi, insanların tüm ömürleri elbetteki hatasız geçmez. Bazen, toplum adına getirisi götürüsünden daha fazla olan konularda karar vermesi gereken merciler zorlanırlar, verilen karar toplum tarafından hoş karşılanmasa da, toplumun selameti için karar mercii kararını verir. Sanırım hemşerim Celaleddin Rumî de bu tür bir karar vermiştir, doğrusunu Allah bilir.
Mesnevî’ye baktığımız zamanda pek çok hoş beyitleri bulabildiğimiz gibi, duyguların aklın önüne geçtiği zaman yazılan beyitleri de bulabiliriz. Mükemmel olan Allah, bizleri mükemmellikten nâkıs yaratmıştır, vesselam..
-Tahsin Akyol: Hz. Mevlâna’yı ‘Halk arasında Mevlana diye anılan’ diye niye sadece Celaleddin şeklinde anıyorsunuz.. Nedir ona karşı bu soğuk tavrınızın sebebi?
*SEÇ: Hiç bir soğuk veya sıcak tavrım yok.. Üstelik bazı yazılarını severek de okurum.. Ama, onun adı, Celaleddin’dir. ‘Mevlâna’ (Efendimiz) demektir.. Birileri dedi diye herkese Efendimiz denilmesini de garib buluyorum. Meselâ, Celaleddin’in çağdaşı Yûnus Emre’yi ondan daha derin bulurum, ama, ona ne hazret denilir, ne de, ‘Efendimiz..’ mânâsında Mevlâna.,. Ayrıca, belirteyim ki, Pakistan ve Hindistan taraflarında hemen herkes birbirine ‘mevlana, şeyhuna.. ustaduna.’ (efendimiz, şeyhimiz, üstadımız..) deyip durur ama, bu basit bir yağcılığın ötesinde, abartılı bir süblimasyon (ululama, yüceltme) olur..
-Salih: Celaleddin Rumî’nin Hz. Ali’ye dair bir övgüsü var ki, (Divân-ı Kebir’den Seçme şiirler, M. Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1. Cild, 3-5 arası); eğer bu mısralar, ona aidse.. Vay ki, vayyy.. Abartmanın, ululamanın da ötesinde..
-Mustafa Doğan, 10 Agust., Prof. Mikail Bayram çeyrek yüzyıl önce söylediklerini günümüzde de söylemektedir.
-abay: 10 Agust., Lefkoşa’da en büyük camiin adı Selimiye Camiidir. St. Sophia Katedrali iken, fetihle birlikte camiye çevrilmiştir. Selimiye Camii demeniz daha uygun olurdu.
*SEÇ: 1979 yılındaki tanıtım levhasında Ayasofya yazılıyordu. Esasen siz de St. Sophia demişsiniz, Aya Sofya ile aynı mânâya gelir..
-Turan Çakıcı: Salih Özcan’ın dolayısiyle yazdıklarınızdan ilginç ipuçları elde ettim.. İslamî muhteva ağırlıklı yayıncılık demek ki o kadar zayıfmış. Ayrıca, ‘Rabıta’ isimli teşekkülle ilgili anlattıklarınız öğreticiydi.. Teşekkürler..
-Kemal Buğdaycıoğlu: Sizin Salih Özcan üzerine yazdıklarınızdan a bir gün sonra aynı gazetede Hamza Türkmen de biraz eleştirimsi bir yazı yazdı..
*SEÇ: Hamza Bey’in tesbitleri doğrudur, ben de zaten onu itiraf etmiştim. Merhum S.Özcan’la tek direkt irtibatım, yazıda belirttiğim üzere, Kıbrıs’daki ‘Rabıta’ toplantısı idi..
-hasan nazir: 09 Agust., (‘Orkestra Şefi’nin kontrolünden çıkmak tehlikesi’başlıklı yazı üzerine..) Doğru tesbitler.. Katılıyorum..
*
dirilişpostası