CEDAW, İst. sözleşmesi, Lanzarote

Abdurrahman Dilipak

Zor dostum zor. Biz hep İstanbul sözleşmesini konuşuyoruz ama, asıl zokayı biz 1984’de Kenan Evren döneminde CEDAW ile yutmuşuz. CEDAW kalkmadan tek başına İstanbul sözleşmesinden çekilmenin fazla bir anlamı olmayacak. Bir de Lanzarote var. 

Bu 3 sözleşmeden çekilseniz bile, bu çerçevede çıkarılan bir sürü yasa var. Yasalara dayalı yönetmelikler, genelgeler var. Yani bu sözleşmeler devletin bütün sinir sistemine yayılmış durumda.

Bu durumda, bir karar vermek gerek. Bana göre, gelinen noktada geri dönüş mümkün değil.

Peki bu iş nasıl olacak? “Biz çekiliyoruz” demek bir yol. Topu millete atıp, referanduma gitmek bir başka yol.

Çekiliyoruz derken, kimileri bir deklarasyon yayınlayalım diyor. “Ankara kriterleri”nden söz edenler var. Deklarasyon batıya ve sözleşmeye karşı protest bir yaklaşım ve bir meydan okuma olarak anlaşılabilir mi? Bazıları böyle düşünüyor. Batı ile daha fazla inatlaşmayalım diyenler de var. Bu kesim, İstanbul sözleşmesi için tarafları müzakereye çağıralım diyenler var. Buna itiraz edenler, bunu “ipe un sermek” olarak tanımlıyor. Yani, bu müzakerelerin sonu gelmez diyenler az değil. O zaman “Biz değişiklik teklifi hazırlayalım, kabul etmezlerse, o zaman haklı bir gerekçemiz olur” diyenler var. Bunlara göre, sözleşme beklenen faydayı sağlamadı, aksine vaad edilenlerin tam tersi bir sonuçla karşı karşıya kalındı.

Hatta sözleşmeden çekilmeyelim, yasada değişiklik yapalım, yola devam edelim diyen de var.. Tabii, bu sözleşmenin “Norm Hukuk” statüsünde, diğer tüm yasaların aksine yorumuna bile izin vermeyecek bir kapsayıcılığı var. Yine AİHM bu konuda bu sözleşmeleri referans  alarak karar vermeye devam edecek. Yani bu sözleşmeler orada durduğu sürece bu dert bitmeyecek.

Şu da var, sözleşmeler kalksa, yasa ve yönetmelikler değişse bile aile konusunda gelinen noktadaki felaketin önüne geçilmesi uzun zaman alacak!

Türkiye bu sözleşmeyi tartışmaya açacaksa, sözleşmeyi imzalayan ülkeler nezdinde ciddi bir lobi yapması gerek. İtirazlar hangi noktada toplanıyor ve itirazların arkasındaki gerçekler neler, bunları tek tek incelemesi gerek.

Konu kadına şiddet değil. Sözleşmenin dayandığı felsefi bakış açısı sakat. GREVIO başlı başına bir sorun. Sözleşmenin dayandığı kavramlar bir sorun. “BİREY” sorun, “GENDER” sorun, “Toplumsal Cinsiyet” sorun, “CİNSEL TERCİH” ve “CİNSEL YÖNELİM” sorun. 

“Ev içi şiddet” var, çocuklara yönelimleri konusunda nötr davranılması konusu var. Bunların çoğu aslında yasalar ve yönetmeliklerle düzenlenmiş ve izleme komitesinin değerlendirme, derecelendirme, raporlama, denetleme ve yaptırımları ile sürekli zenginleşen bir uygulama alanı buluyor.

Tek başına “BİREY” tanımı ile felaket. “GENDER” de öyle. “Birey” izole” edilmiş biyolojik bir kimlik. Hiçbir değer yargısı ile kendini tanımlamıyor, hatta cinsiyet olarak bile değil. 

Narsist ve egosantirik bir karaktersizlik söz konusu. “Pandasex” bir cinsiyete bile dönüşebilen birinden söz ediyoruz. Bu “kimliksizliğin kimlik hale getirilmiş formu” artık Media, STK, yasa dili, yargı kararı, okul kitapları ve hatta hutbelerde bile kullanılabiliyor.

Şimdi bakıyorum, birtakım yeni oluşumlar gündemde. Birtakım aklıevveller, sureti haktan görünerek, aralarında bazı akademisyenleri de alıp, tam bir FETÖ taktiği ile STK, basında ve sosyal media koridorlarında, sözleşmelerin korunması için lobicilik yapmaya çalışıyor. LGBT’ye karşı lobi oluşturuyorlar güya, tek satır LGBT’den söz etmiyorlar. 

“BİREY”den söz ediyorlar ama, hazırladıkları ortak deklarasyonda, sanki toplumsal direnci zayıflatmak istiyorlar. “Cumhurbaşkanımıza güveniyoruz” diye başlıyorlar. “Konu ile ilgili uzmanlar çözüm için çalışırken onların elini zora sokacak söz ve davranışlardan sakınalım” diyorlar. 

“Olan olmuş, ortada bir yasa ve sözleşme var. Yasaya karşı çıkmak suç oluşturur ve Ankara Brüksel karşısında zor durumda kalır” diyerek, STK’ları pasifize etmeye çalışıyorlar. Dillerinin altındaki şu: “Bana güven, gerisini merak etme sen!”

FETÖ’den, Adnan Hoca olayından, Kalkancı Tarikatından ders alarak konuları tartışalım.. 

“Ey iman edenler iman ediniz” ayetini hatırlayalım. 

Bir başka ayette ne buyuruluyordu: “Şeytan sizi Allah’la aldatmasın”. 

Bir başka ayette, “Biz ıslah edicileriz diyenlerin bozguncular olabileceği”ne vurgu yapılıyordu. Aklımızı kiraya vermememiz gerekiyor. 

Fitne zamanıdır. Fasıklar, münafıklar, müfsit karakterli insanlar ve bunların kuklası olan trollerin her söylediklerine inanmayalım, istişare ve şûra ile karar verelim inşallah! 

Bu süreçte her zamankinden daha dikkatli olmalıyız. 

Selâm ve dua ile.