“(… Böyle bir kimse mi Allah katında makbuldür) yoksa gece vakitlerinde, secde hâlinde ve ayakta, ahiretten korkarak ve Rabbinin rahmetini umarak itaat ve kulluk eden mi? De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.” (Zümer 9)
Kur’an-ı Kerim, zamanının en bilgili kişisine “Ebu Cehil / Cehaletin babası” der. Aslında Ebu Cehil’in gerçek adı “Amr ibn Hisham el Mugira” idi. Kabilesinde “Ebul Hakem” olarak anılırdı. Mekkeli müşrikler arasında büyük bir itibâra sahip idi. İslâm›ın ilk iki şehidinden biri olan Ammâr b. Yâsir’in annesi Sümeyye, İslâm düşmanı Ebû Cehil tarafından katledilmiştir. Peygamberimizin katledilmesi için her kabileden bir gönüllüden oluşan özel bir suikast timi oluşturulması da onun fikri idi. Ebû Cehil, Bedir Savaşı’nın çıkmasının sebeblerinden biridir. O savaşta öldürülmüştür. “İslam ümmetin Firavun’u” olarak adlandırılan Ebû Cehil, M.S. 624 yılında hayata feda etti. Kendine Ebu Cehil lakabı bir rivayete göre Peygamberimiz tarafından, diğer bir rivayete göre Velid b. Müğire tarafından verilmiştir. Oğlu İkrime Müslüman oldu.
Ebu Cehil, iktisat, siyaset, edebiyat alanlarında sözüne itibar edilen biri idi. Ama bizim geleneğimizde o “cehaletin babası”dır.
Kur’an-ı Kerim’de kınanan insanlar Ebu Cehil’den ibaret değildir. Müfessirler Velid b. Muğire, Ebu Cehil, Esved b. Abdi Yağus, Ahnes b. Şerîk gibi isimlerin de o kınananlardan olduğu görüşündedirler. Bunları tanımamız ve onların hallerinden ibret alıp o karakterdeki insanları “rol modeli” olarak görmek değil onlardan uzaklaşmamız gerekir.
“Cahillik” ya da “Münevverlik”, “Arif olmak / İrfan sahibi olmak” diploma ya da kariyerle, makam-mevki ile ilgili bir şey değildir.
“Hakikatin bilgisi” ile “Gerçeğin bilgisi” aynı şey değildir. İkisi elbette birbirinden beslenir, ama aynı şey değildir. Bazı şeyler “İlmel yakin”, bazı şeyler “Hakkal yakin” anlaşılır. Bazı şeyler gözle görülür, bazı şeyler kalple anlaşılır.
Hakikatin bilgisinden yoksun bir kalb sahibi, sadece gerçeğin bilgisinden ibaret bir anlayışla “Kitap yüklü bir eşek”e dönüşebilir.
Bu kendini beğenmiş zengin ve itibarlı adamlar “Bu Kur’an eskilerin masallarıdır” diye bizim kardeşlerimizi küçümsüyorlardı.
Bunların en meşhurlarından biri de Belam-ı Baura idi. Bu kişi Hz. Musa as zamanında yaşamış, alim bir zat idi. Şöhreti her yere yayılmıştı. Bulunduğu Belka şehrinin valisi Belak, Hazreti Musa’nın askerlerinin şehre girmemesi için, onun halka hitap etmesini ve dua etmesini istedi. Bunu yapmazsa kendini öldürüp mallarına el koyacağını söyledi, tehdit etti. Can korkusu ile Musa aleyhisselama beddua etti. Bunun üzerine dili sarktı, kaçarken Musa aleyhisselamın askerleri tarafından öldürüldü. Müminlere beddua ettiği için ilahi gazaba uğradı. Dili göğsüne kadar sarkıp yapıştı. “Onun gibiler köpek gibidir” diye anılır oldu.. Kur’an-ı Kerim’de onun hakkında, mealen şöyle buyuruldu: “O, dünyaya meyletti ve nefsinin hevâsına uydu. Onun ibret verici hâli, üstüne varsan da, kendi hâline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğe benzer.”(Araf 176)
Biz masum insanlar için Belam gibi beddua etmez, lânet okumayız. Bir savaşta, kâfirlerin yok olması için Peygamber Efendimizden beddua etmesini istediklerinde, O, onların yanlıştan vazgeçmeleri ve kurtuluşa ermeleri için dua etti. Zaten onlar cehennemi hakketmişlerse Allah’ın kılıcı o an Müslümanların elinde idi. Biz Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olacaktık. Merhametimiz her zaman gazabımızdan önce gelecektir. Resulullah, lanet ve kahır için gönderilmediğini, müjdelemek ve korkutmak için, “Alemlere rahmet olarak, insanların iki cihan saadeti için gönderildiğini” söyledi. Nitekim duamız, “bizi öldürmeye gelenlerin bizde dirilmesi”dir. Kur’an-ı Kerim’de mealen, “Seni âlemlere rahmet, iyilik için gönderdik” buyuruluyor. (Enbiya 107)
Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
Dinin îcaplarını çok iyi bildikleri, ilimleri çok fazla olduğu hâlde; ilimleri ile amel etmeyen, Ebû Hâris gibi, Bel’am bin Baûra gibi kimselerin şahsında onların peşinden gidenler, Kur’ân-ı Kerîm’de (Cum’a:5)’de olduğu gibi, “kitap yüklüeşeğe” benzetilir: “Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.”
Gerek Araf Sûresi, gerekse Cum’a Sûresi’nde ilmi ile âmil olmayanlar aşağılanır. Birçok ayette onlar dünyada rezillik ve ahirette cehennem azabı ile korkutulur.
Dünyayı bilip, ahiretten habersiz olanların vay haline. Aramızda üniversite mezunu olup, akademik kariyer sahibi birçok kişi bir kez olsun, Kur’an-ı Kerim’in mealini okumamıştır. Tabii aslını da. “Akaid”, “Kelam”, “Fıkıh”, “Siret-Siyet” deseniz bunların ne anlama geldiğini bile bilmez birçok kişi. “Mekki - Medeni”, “Muhkem - Müteşabih” demiyorum. Bilmediklerini de bilmezler. Cehaletin bu kadarı ancak cehaletle mümkündür.
Kişi, birçok faydasız bilgiye sahip olsa ne yazar! “Faydasız bilgiden Allah’a sığınırım” der Resulullah! Biri, bir ilme sahip olur da, bu ilim onu günah işlemekten alıkoymazsa, Allâh’a kul olmaktan uzaklaştırırsa vay onun haline.
Dünya ve âhiret hayatı için sahip olduğu makam, ilim ve parayı Hakka karşı kullananlar “muteber” değil, “Muzur; “Müfsid”, “tamahkâr, dili sarkık bir köpek” ya da “kitap yükü taşıyan eşek”tir.
Seçilmesi ve atanması gerekenler konusunda bu ölçülerden sapılırsa, seçenin de seçilenin de, atayanın da atananın da, bunlar karşısında sessiz kalanın da vay haline!
Atanan ya da seçilen, atanacak olan ya da seçilecek olanlara bakın bakalım, “evinizin anahtarını kendilerine emanet etmekte sakınca görmeyeceklerinizden” midirler. Ve bakın bakalım, hal, hareket, söz, kıyafet, yedikleri, içtikleri ile kime benziyorlar. İstişare ve şûra yapıyorlar mı? Tevazu ve kibir konusunda ne durumdalar. “Sizden biri” midirler, yani sizden vekalet talep ederken size hesap vermeyi de kabul ediyorlar mı? “Ehli hal vel akd” konusunda ne durumdalar?.
Bu endişeye sahipseniz ne mutlu size. Değilseniz siz bilirsiniz.
Neticede hayır da olsa sonuç şer de, olan Allah’ın iradesi içindedir. Biz Allah’ın rızasına talibiz. Ve bize hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen şeyde Allah hayır murat etmiş olabilir. Biz doğru bir iş yaparsak, sonuç ne olursa olsun, kazananlardan olacağız. Biz yanlış bir iş yaparsak, sonuç ne olursa olsun kaybedenlerden olacağız. Allah’ım bize hakkı hak, batılı batıl göster, Hak da toplanmayı nasib et. Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil. Telaşa gerek yok, paniğe de. Tencere yuvarlanacak, kapağını bulacak. Biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmedikçe Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek. En önemli uyarı: Allah bizi her konuda artırarak ve eksilterek imtihan edecek. İmtihan oluyoruz! Selâm ve dua ile.