Terör ne demek?
NATO bu işin neresinde?
Benim yayınlanmış 70’e yakın kitabımdan birinin adı “Terörist kim?”
Sonuçta “terör, siyasi amaç güden, koruma, yıldırma, caydırma, bastırma amacı güden şiddet”i ifade eder. Kişiden topluma, toplumdan topluma, toplumdan kişilere, devletten topluma, devlete karşı din, ideolojik, politik, uluslararası, siber terör, bio terör, gıda terörü, ilaç terörü gibi onlarca terör türü sayabilirsiniz.
Terör artık, bir gayri nizamı harp tekniğidir. Kır, şehir, uzay ölçekli, kitlesel imha gücüne sahip, ya da kimyasal, ekonomi kaynaklı da olabilir. Mesela bugünlerde terör karşıtı en büyük slogan “DSÖ bir terör örgütüdür” sloganı. “Büyük devletler”in elinde terör, bazan da, onların deyimiyle “iti ite kırdırma” tekniğidir, bazan “soğuk savaş” yöntemidir, bazan “vekalet savaşları”nda kullanılan bir yöntemdir, bunun adı özgürlük savaşı, demokrasi savaşı da olabilir, bir hak arayışı ile de temellendirilebilir. Toplum mühendisleri, yön eylem mühendisleri, “kontrollü bunalım stratejisi” içinde bu konuda devrede olabilirler.
Finlandiya ve İsveç’i, PKK ve FETÖ’ye destek vermekle suçluyoruz.
Peki PKK ve FETÖ’ye, DHKP-C’ye destek vermeyen NATO ülkesi var mı? Sabancı suikastının faili Fehriye Erdal NATO karargahının bulunduğu ülkede himaye görmüyor mu idi!
Bir ara da, Apo “derin aileden biri” dediğim için birileri lafı başka yerlere çekmeye çalıştı. Aslında bu iş, bu işlerden anlayan herkesin bildiği “derin bir sır”. Onlar hem Türklere, hem Kürtlere oynuyor. Bu sorun Türkler için “Kürt sorunu”dur, Kürtler için “Türk sorunu”dur. Sonunda aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerine birileri kendilerine iktidar ve servet üretiyor. Kimi boraks derdinde, kimi altın, kimi krom, kimi uranyum, kimi fosfat derdinde. Birileri tavşana kaç tazıya tut diyor. Herkes aslında bu işten kendince bir kazanç çıkarıyor. PKK orman yakıyor değil mi, bunlar terörist.. Peki alçak irtifa uyduları ile orman yakanlar ne oluyor!? Ya da napalm bombaları ile insanları yakanlar!?
Şu Kandil’deki PKK’lılar, PYD’ye katılıp, ABD’nin himayesine girseler, müttefikimiz bir ülkenin eğitip donattığı, himaye ettiği bir örgüt üyesi olarak keyiflerine bakacaklar..
Ama Sam amca karar verecek, bunlar için sonunda. Başından beri öyle olmadı mı, KOMKAR ve RIZGARİ’ye PKK böyle örgütlenmedi mi? ABD’nin vapurunun motoru her tarafa döner, bunu unutmamak gerek. Bu canavar acıkınca kendi evlatlarını, dostlarını, müttefiklerini de yer.
Sahi, 50 yıldır Avrupa kapısında bekletilen biz “ana vatan” AB’ye girmek isteyince iyi oluyor da, KKTC’de muhalefet, solcular girmek isteyince niye kötü oluyor.
Bu arada AB’ye karşı ne düşündüğümü herkes biliyor olsa gerek.
Ben sadece bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu diyorum. Ankara bilmiyor mu, Atina’daki adamı böyle konuşturanın dostumuz ve müttefikimiz ülkeler olduğunu!? Ha! “Gücümüz ancak onlara mı yetiyor” diyelim, ya da “kızım sana söylüyorum Kıraliçe, Kamala sen dinle” mi demek istiyoruz. Peki onlar bütün bu gerçekler ortada iken ne anlıyorlar bu işten ve onlar bu durumda ne yapacak diye bekliyoruz.
Her halde “ay çok korktuk” demeyecekler. Ama yine de bir yol bulunabilir!?
Çünkü demokrasilerde çare tükenmez!?
Sahi şimdi NATO ülkeleri, bu uyarıdan sonra bir araya gelip terör tanımını değiştirip terör listesini güncelleyecek mi?
O zaman herhalde ABD 2014’den beri, Ukrayna ve Balkanlardan toplayıp eğit-donat şeklinde silahlandırdığı paramiliter grubları filan da tasfiye edip, Yunanistan’dan ayrılır, Ukrayna krizi de biter o zaman.
Tabii PYD, DSÖ ve IŞİD de tasfiye edilir. AB ve NATO ülkelerindeki yüz binlerce PKK, DHKP-C ve FETÖ militanı da bize gönderilir. O zaman derhal stadyumları cezaevine çevirmemiz ve bu kadar kişiye iaşe ve ibade için, yargılama giderleri ve yeni görevlendirmeler için bütçeden çok büyük kaynak ayırmak üzere, EK bütçe yapmamız gerek.
Malum zaten mevcut cezaevleri yetmiyor, Pandemi vesilesi ile mahkumları izinli sayıyoruz. Bu gidişle zaten kadın müştekilerin şikayetleri sonucu birçok aile reisine de cezaevi yolu gözükecek. Onlar da terörist olmasa da aile içi şiddetle suçlanıyorlar.
Niye kızıyorsunuz ki, Prehistorya diye bir bilim dalı varsa, Hz. Adem de yok. Din “Hz. Adem okur yazardı, evde oturuyordu, hayvancılık ve tarım yapıyordu” der.
“Hz. Musa asasını denize dokundurdu, deniz yarıldı” der. Bugün hangi Bill’in adamı (!) bu bilgiyi doğrular?
Ya da “Hz. İbrahim diye birini ateş yakmamış, bir kuşu parçalamış, her parçasını bir tepeye koymuş, sonra çağırmış kuş gelmiş.” Bugünkü bilim bunu doğrulamayacaktır. O zaman bu bilim adamları ya “Katolik Müslüman”(!) olacak, Hristiyanların teslis’e inandığı gibi buna düalist bir yorum getirecek ya da “Laik Müslüman” (!) olacak, o da nasıl olacaksa.!?
En azından akademik olarak resmi olarak doğrulayamaz, bugünkü mevzuat çerçevesinde dinen mümkün olan bazı şeyleri. Bir şey yiyip içmelerine gerek yok(!). Bir şey yiyip içtikleri için böyle düşünmüyorlar. Böyle düşündükleri için o haltı yiyip içiyorlar. Yiyip içtikçe daha da sapıtıyorlar.
Bakın “su insanı boğar, ateş yakarmış” sahi biz bu işleri hangi yaşa gelince anlayacağız.
Öte yandan, “akıl yaşta değil, başta” derler. Hırsız “hırsızlık” yapar, katil “adam öldürür”, fahişe “fuhuş” yapar. Dinsiz de dinsizliğini yapacak. Ne yani, “Allah var, ahiret günü var, Peygamber Allah’ın elçisi” mi diyecek. Öyle diyecek, yani bunlar “masal” diyecek, zaten onun için bunlara “dinsiz” diyoruz. Öbür türlü dese, zaten ya Müslüman olur ya da münafık olurdu.
Onun böyle demesi kendi tercihi, dileyen iman eder, dileyen inkar ama kalkıp bu adamı ölünce camiye getirip önümüze koyup, bize “nasıl bilirsiniz” diye sormasınlar, eğer, bu ikrar üzere ölürse, ne diyeceğim belli.
Yurttaşlarımız bu tartışmaya kendince mizahi bir bakış getirmiş: “Prof. Dr. Celal Şengör, bir jeolog. Yurtdışında sayılı üniversitelerde ders verdi. Bol sertifikalı biri. Fakat ‘dışkısını yedikten’ sonra toparlayamadı, metastaz yapmış olmalı, Hazreti İbrahim’in tarihsel olarak var olmadığını, hatta Hazreti Musa ve İsa’nın bile hikayelerden ibaret olduğunu savundu. Kutsal kitap olarak kabul edilen Tevrat, İnciller ve Kur’an için de ‘Onlar masal’ dedi” diye bir paylaşım yapmış sosyal media’da.
Şengör’ün sözlerinden çok, beni, bizim Üni’lerimizden birinin cafe’sindeki “müzik akşamı”nda başörtülü kızların kızlı erkekli, disko havasında dans edişleri yaralar beni, hem arkasındaki vakıf, hem mekanın tarihi arka planı olarak.
Sadece “Asım’ın nesli” şiirleri okumakla olmuyormuş demek ki bu işler. Bu durum bu safhaya ne zaman ve nasıl geldi, fikri olan var mı! Arif Nihat Asya’nın dediği gibi “Bize bir nazar oldu, Cumamız Pazar oldu, Ne olduysa hep bize azar azar oldu” galiba.
Biz onların saçmalıkları ile değil kendi acı gerçeklerimizle yüzleşelim. Unutmayalım, karanlık aydınlığın yokluğudur aslında. Selâm ve dua ile.