Cemaat ile ittifak... “Sevgi”den mi, yoksa “korku”dan mı?

Hasan Karakaya

Dün “20 Şubat”tı... 18 Şubat günü yazdığım gibi; büyük bir “korku, endişe ve panik”le bana telefon açıp; “20 Şubat’ta ne olacak?.. Paralel Yapı’nın yeni ve büyük bir operasyonu mu var?.. Başbakan’a suikast mı yapacaklar?.. AK Parti’ye kapatma dâvâsı mı açacaklar?” diye soran okuyucularıma; “Korkmayın!.. Hiçbir şey olmayacak!.. Onlar, sizin yüreklerinize korku salmak ve böylece kendilerinin ne kadar güçlü olduğunu göstermek istiyorlar... Paniğe kapılmayın” demiştim...

Nitekim, dün, yani “20 Şubat”ta hiçbir şey olmadı... Her taraf günlük-güneşlik... 18 ve 19 Şubat günleri İstanbul’un üzerine çöken “sis” bile dün dağıldı... İstanbul, tam anlamıyla “kış ortasında bahar” yaşadı...

“Paralel Yapı”nın ya da “Cemaat”in yapmayı istediği şey, ortalığa “şayia” yayarak, “insanların yüreklerine korku salmak” ve sürekli “tedirgin” etmektir.

Hani, bir zamanların CHP’si; “Bu kış komünizm gelecek” diyerek halk üzerindeki “baskı”larını artırmış, insanların enselerinde boza pişirmişti ya, son birkaç aydır “CHP ile ittifak” halinde olan Cemaat de, şu günlerde aynı taktiği uyguluyor!..

“20 Şubat’ı bekleyin!.. 20 Şubat’ta AK Parti’ye ve Başbakan Erdoğan’a, ummadığı bir darbe vurulacak” şayiasının tek hedefi, “halkı korkutmak ve Cemaat’e teslim olmalarını sağlamak”tır!..

Uzun lâfın kısası;

“Güç bizde” diyerek, bir “korku imparatorluğu” oluşturmak istiyorlar!..

AYDIN DOĞAN’IN SÖZLERİ

Peki, başarıyorlar mı?..

Kabul etmek lâzım ki; bazı “kişi”ler ve “kurum”lar üzerinde “baskı” kurup, hayli etkili oluyorlar!..

Meselâ Aydın Doğan,

Meselâ Hürriyet...

Malûm; Fethullah Gülen’in “son kaseti”nde, Samanyolu Grup Başkanı Hidayet Karaca, Fethullah Gülen’e telefon açıp, diyor ki;

“Bugün Aydın Bey’le (Aydın Doğan) yemek yedik efendim, konuştuk. Öncelikle selam ve hürmetleri var zatıalinize.

‘Beni’ dedi, ‘Cemaatin yanında diye göstererek farklı bir noktaya getirmeye çalıştılar’ dedi. (...)

‘Şu anda gerçek olarak’ dedi, ‘Demokratları Hocaefendi temsil ediyor’ dedi. ‘Bir tek Hocaefendi var’ dedi. 

Bunlardan bahsetti.

Bir ara dedi ‘Hatta ben de artık Başbakan’ın karşısına geçmeyi düşündüm, aleyhte yazılar yazayım, ne yaparsan yap hakkında bir yere varılamıyor’ dedi. 

Uzun uzun diğer konularda konuştuk efendim. Çok memnun oldu. Özellikle iki tane husus, zatıalanizin ilgilendiği konular noktasında çok memnun oldu.

Akşamüzeri de damadı geldi. 

Onunla da bir buçuk saate yakın konuştuk. Onu biraz, diğer taraf etkilemeye çalışıyordu. 

Bunlardan bahsedince o da biraz rahatlamış oldu. 

O da ‘Tekrar Hocamın ellerinden öpüyorum’ dedi. 

O da akşam üzeri gitti efendim.”

Aydın Doğan’ın bu ifadeleri, bir “korku”nun ifadesi değil midir?..

Bu korku “Hükümet’ten” midir, yoksa “Cemaat’ten” mi?.. 

Konuşmaya bakın, kararı siz verin!..

BU MU TARAFSIZLIK?

Aydın Doğan, bu “kaset” üzerine, 19 Şubat günü kendi gazetelerinden yaptığı “açıklama”da dedi ki; 

“Bu görüşmede bana atfedilen bazı ifadeleri hatırlamıyorum... 

Ancak bu ifadelerin benim üslubumu yansıtmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.”

Aydın Doğan’ın bu tavrı, “tam bir mavi boncuk dağıtma politikası”dır... 

Hem Hükümet’e “mavi boncuk” dağıtıyor, hem Cemaat’e!..

Her iki tarafı da;

“İdare ediyor!”

Bu politika, aynı günkü Hürriyet’in 1. sayfasında yayınlanan “Başyazı”ya da yansıdı...

Denildi ki;

“Kesinlikle ifade ediyorum ki, kimseden talimat almıyoruz.

(...)

Sayın Başbakan bize haksızlık ediyor... Bizi, topluma AK Parti karşıtı gibi göstermek istiyor... Oysa biz, hiçbir partinin ve camianın karşıtı ya da taraftarı değiliz!”

Yersen!..

Adama sorarlar;

“Suç” olduğunu bile bile “Erdoğan ve bakanlarının telefon tapeleri”ni yayınlayan Hürriyet, acaba niye “Fethullah Gülen’in kasetleri”ni yayınlamadı?..

Neymiş;

“Yasadışı dinleme”ymiş!..

Peki, “Başbakan ve bakanlar”ın konuşmalarını dinlemek “yasa içi” mi?..

Madem “gazetecilik” yapıyorsun, madem “tarafsız” olduğunu iddia ediyorsun, niye “çifte standart” uyguluyor, niye “kaset ayrımcılığı” yapıyorsun?..

Diyorlar ki; “Biz, sadece okurlarımızdan talimat alırız!”

O zaman; Aydın Doğan, niye “Cemaat mensupları ile yemek” yedi, Fethullah Gülen’e “selâm ve hürmetlerini sunma” ihtiyacını niye hissetti?..

“Ne olur, ne olmaz” diye düşünüp, “dengeleri koruma” hesabından mı, “korku”dan mı?..

MHP’Lİ VEKİLİN KASETİ

Bunu, “kamuoyu”nun takdirine bırakıyor ve başka bir olaya geçmek istiyorum...

Tarih, 8 Mayıs 2011..

O günkü Zaman gazetesinde şöyle bir haber vardı: “MHP’de yeni kaset şoku!”

Haber, MHP İstanbul Milletvekili İhsan Barutçu ile ilgiliydi...

Peki, bu “seks kasetleri” kimin tarafından çekilmiş, neyi amaçlamış ve niye servis edilmişti?..

İnsanların bu merakını gideren, “Cemaat’in gözde yazarlarından Önder Aytaç” olmuştu...

Önder Aytaç, 12 Eylül 2013 tarihli, “Kasetçiler kim?.. Camia mı, Camia’ya oyun kuranlar mı?” başlıklı yazısında; “kasetleri çıkan bazı kişiler”den örnekler vermişti:

Bu örneklerden biri de, “MHP’li milletvekillerinin kasetleri” idi ve Önder Aytaç diyordu ki;

“12 Eylül 2010 Referandumu öncesi tavrını açıktan ifade eden Sn. Fethullah Gülen, ‘İmkân olsa mezardakileri bile kaldırarak referandumda ‘Evet’ oyu kullandırmak lazım. Ben zannediyorum kalkarlar da’ dedi.

Bu açıklamaya en büyük tepki ise Sn. Devlet Bahçeli’den geldi.

Sn. Gülen’in açıklamasında MHP’ye karşı hiçbir eleştiri yok iken, cevabın Sn. Bahçeli’den gelmesi, çoğu milliyetçi-muhafazakâr olan pek çok insanı şaşırttı. 

Bu olaylardan kısa bir süre sonra da MHP’li yöneticilerin kasetleri internete düşmeye başladı.

Sn. Devlet Bahçeli’nin MHP’ye atadığı 16 Genel Başkan Yardımcısı’nın neredeyse 10 tanesinin kaseti ortaya çıktı ve bu kişiler 2011 seçimlerinde aday olamayarak, siyaset sahnesine veda ettiler.”

Sadece “siyaset sahnesine veda” etmekle kalmadılar, bazılarının aileleri de dağıldı... “Aldatıldıklarını” öğrenen bazı hanımlar adeta yıkıldı, “travma” geçirdi ve bildiğim kadarıyla bazıları hâlâ “psikolojik tedavi” görüyor!..

Bir tek, İhsan Barutçu hariç...

İHSAN BARUTÇU TEKSAS’TA

Efendim, “kaset”leri ortaya çıkınca “MHP’den ihraç” edilen, sonra “bağımsız” olarak seçilen milletvekillerinden biri olan İhsan Barutçu; bana öyle geliyor ki; “Bahçeli’ye teslim olmamış” ama, galiba “Cemaat’e teslim” olmuş!..

Artık “sevgi”sinden midir, yoksa “korku”sundan mıdır bilinmez, İhsan Barutçu beyefendi 15 Şubat’ta, ABD’nin Teksas Eyaleti’nde düzenlenen “Türkçe Olimpiyatlharı’nın finali”ne katılmış ve üstelik orada bir de “konuşma” yapmış, iyi mi?..

Hem de “yalnız değil”miş!..

Aynı “final gecesi”nde, “CHP İstanbul Milletvekili Faik Tunay ve AK Parti’den istifa eden İdris Bal da varmış... 

Onlar da birer “konuşma” yapmışlar!..

Saklı-gizli de değil...

Yayınladığım fotoğraflar, öyle “gizlice çekilmiş görüntüler” değil... Cemaat’in “turkceder” adlı internet sitesine girenler, bu fotoğrafları görebilirler...

Bu fotoğraflara bakıp, ortada bir “ittifak” olduğu pekâla görülebilir...

Ancak, bu ittifak; bir “sevgi” sonucu mu, “korku” sonucu mu oluşmuştur, orası meçhul!..

Yalnız, şurası gerçek:

Cemaat, bir “korku imparatorluğu” kurup, herkesi kendilerine “biat” ettirmeye çalışıyor...

Ne var ki;

İnsanlar, bir yere kadar “korkularının esiri” olurlar, aslolan, gönüllere “sevgi” ile girmektir!..

Cemaat, kendi etraflarında toplananların “korku” ile mi, “sevgi” ile mi geldiklerini düşünmeli değil midir?..

Yarın, bu “korku”lar geçtiğinde, acaba etraflarında kimse bulabilecekler midir?..

Ya da, yaydıkları “şayia”larla, insanları korkutmaya ne zamana kadar devam edeceklerdir?..

Biraz düşünsünler...

Aydın Bey de düşünsün!.. 

*****************************************************************************

Öyle bir curcuna ki; kimin eli, kimin cebinde belli değil!

“At izi, it izi”ne o kadar karıştı ki; “Kimin eli, kimin cebinde” belli değil...

• Meselâ, “banka boşaltanlar” ile İsviçre’ye gitmeye “Nazlanmayan” ve ekrandan “Fethullah Gülen’i ziyaret edenlerin fotoğrafı”nı gösteren hanfendiler, sabah-akşam Tayyip Erdoğan’a sövmeyi, neredeyse “gelenek” haline getirdi... Neden acaba?..

Neocon’ların öncülerinden Michael Rubin ve Eric Edelman, ABD Başkanı Obama’ya mektup yazıp; “Erdoğan, kendisine çeki-düzen versin” demişler... Acaba niye?..

Kağıthane’ye “Kâğıttepe” diyen ve seçimde oy bile kullanamayan Kemal Kılıçdaroğlu; bu “beceri”sinin sonunda “CHP’ye Genel Müdür” olmuştu... Merak ediyorum, “CHP’nin Sarıyer’de seçime girememesi”ne yol açan “ilçe teşkilatı”, acaba “il teşkilatı”na “terfi” eder mi?..

 

“Camiye ayakkabı ile girdikleri” için büyük tepki gören “Gezi Zekâlı”ları masum göstermeye çalışan Hürriyet, Ukrayna’daki göstericilerin “kilise”ye “ayakkabı” ile girdiklerini ama problem olmadığını yazmış... “Kilise”ye zaten “ayakkabı” ile girildiğini bilmiyorlar mı acaba?..

yeniakit