Söz şöyle başlıyor: “İktidarın ülkeyi en kötü yönettiği, halkın en çok bunaldığı bir zamanda seçim kazanamıyor ya, bu CHP’yi değiştirmekten başka çare yok.”
Söz şöyle devam ediyor:
“Bu CHP’yi uzunca bir zamandır Kemal Kılıçdaroğlu yönetiyor ve uzunca zamandır Kılıçdaroğlu Tayyip Erdoğan karşısında seçim kazanamıyor, en son seçimde 6 partiyi bir araya getirdoikten sonra da kazanamadı, öyleyse Kılıçdaroğlu’suz bir CHP’yi düşünmek lazım. “
Burada o tılsımlı söz devreye giriyor: Değişim.
Bugün CHP’de “Değişim”den söz etmek de bir noktada “Kılıçdaroğlu’nun yerine bir başkasının gelmesi” demek oluyor, bir başka noktada ise “Partinin rotasının, halka verdiği mesajın vs’nin değişmesi” anlamına geliyor.
Aslında Kılıçdaroğlu, “Partinin bir türlü iktidara gelemiyor olması” meselesini göz ardı etmedi. Onun, ya da onun danıştığı insanların bu noktadaki yorumu “Partinin dayanarak geldiği halk tabanının iktidar olmaya yetmediği, daha geniş halk topluluklarının muhafazakâr – milliyetçi nitelikte olduğu, onların da CHP politikalarından ürktüğü, bu kesimlere ulaşmak için parti ilişkilerinde bir açılım gerektiği” yönündeydi, “Açılım”ın doğrultusu “Helalleşme” gibi toplumda karşılığı olan munis bir motto ile devreye sokuldu. Bu arada içinde “muhafazakârlar”ı da, “milliyetçiler”i de bulunan 6 parti ile ittifak yapıldı, ama olmadı. Orada da “Bu bileşkeyi temsil eden isim Kılıçdaroğlu mu?” sorusu soruldu. Acaba değişim doğru idi de, onu temsil eden isim mi yanlıştı?
“Değişim süreci”nde iki isim kazanmıştı: İstanbul’da Ekrem İmaümoğlu, Ankara’da Mansur Yavaş. İkisi de, CHP’den farklı renkler taşıyordu. “Eli CHP’ye gitmeyenler”den oy almışlardı. Tabii Kürt oyları vardı, tabii İyi Parti ittifakı vardı, ama sonuçta “Eli CHP’ye gitmeyenler”iden gelen oylar da vardı.
Buradan “Değişim”i böyle sembolleşen isimlerle götürme eğilimi çıktı.
Ama itirazlar da vardı, “6’lı masa” CHP’nin milliyetçi – muhafazakar dünyaya açılımının en bariz örneği idi, üstelik o dünyaya, 39 milletvekili hibe edilmişti, daha önce İyi Parti’ye meccanen 15 milletvekili verilmesi gibi, ama oralardan oy akmamıştı CHP mecrasına…
O zaman “sağcılaşma – muhafazakarlara yaklaşma” diye nitelenen enstrüman da sadra şifa olmamıştı…
Acaba “Değişim” diye “aslına mı dönmeli”ydi CHP? “Fabrika ayarlarına dönme” söylemini tanırdı Türkiye… Zaman zaman sancılandığı ve oy kaybına uğradığı dönemlerde Ak Parti için de dillendirilmişti. Neydi CHP için “Fabrika ayarlarına dönmek?”
Atatürk’ün kurduğu parti… İnönü’nün partisi. Devrimler… Kemalizm… Laiklik…
Bütün bunlar neredeydi? Kılıçdaroğlu eksen kayması mı yaşatmıştı CHP’ye?
Deyim yerinde ise “Dibine kadar -Kemalist- bir parti olsaydı CHP”, iktidar yolunu açabilir miydi?
Aslında İnönü ile başlamıştı CHP’deki değişim. “Katı laiklik” alanında esnemeleri İnönü CHP’nin başında iken ve CHP Tek Parti iktidarında iken görmekteyiz. “Ortanın solu” ifadesi de İnönü tarafından getirilmişti CHP’ye tanım olarak.
CHP’yi İnönü’den devralan Ecevit, Cumhuriyet’in ilk yıllarına damga vuran “Devrimler”i, köklü değişim içermeyen, görüntüde değişimlerle yetinen, dolayısıyla halk tarafından da tepki ile karşılanan “Gardrop devrimleri” diye nitelemişti. “Halkçı Ecevit” İnönü’den farklı bir siyasetçi idi CHP’nin başında. “Özgürlükçü laiklik” tanımı da onun tarafından sokulmuştu CHP kimyasına…
Muhafazakar toplum kesimlerine açılım Baykal’ın da ilgisiz kalmadığı bir olgu idi.
Şimdilerde bir kesimde CHP’yi köklerine döndürme heyecanı var. Ben o “kök heyecanı”nı, fazla ideolojik körlük taşıyor gibi görüyorum.
“Eli CHP’ye gitmemek” bir partiyi desteklemekten öte bir dip dalga. O son seçimde biraz “Eli Kılıçdaroğlu’na gitmemek” tarzında da tezahür etti. CHP kitleleri kucaklayan bir parti gibi algılanmıyor o yaklaşımda, “yeni bir halk üretme iradesi” olarak algılanıyor. “Fidelikte yeni bir halk üretme” diye yazdım onu ben. O olmadı.
Şöyle farklı bir soru getireyim burada: Acaba Erbakan’ın yüzde 22’nin üzerine çıkaramadığı siyasi hareketi, onun içinden çıkan ve kendilerini “Yenilikçi” diye niteleyen bir kadro ilk seçimde nasıl iktidara getirdi?
Bir söz söylediler: “Milli Görüş Gömleğini çıkarmak…”
Erbakan da “Ümmetin lideri” idi. “Dünya Müslümanları” onu da ümmeti kurtaracak lider olarak selamlıyorlardı, ama Türkiye’de oyu en fazla yüzde 22’ye ulaştı.
Ak Parti kurulunca da, oradaki oyların önemli bir kısmı “Milli Görüş gömleğini çıkardık” diye yola çıkan eski Milli Görüşçülere aktı.
Kadrolar ideolojik bir başkalaşım mı yaşamışlardı yoksa, halkı yakalayacak bir dil bulmayı mı öncelemişlerdi? Tabii ki ikincisi…
Refah’ın en çok konuşulduğu günlerde sosyoloji eğitimi almış bir genç bana, “Erbakan’ın sözlerini önemsiyorum ama, sanki bana Türkiye’yi kökten değiştireceklermiş gibi geliyor, onu da gerçekçi bulmuyorum” demişti. Bunu o zaman yazdım.
Ak Parti, o algıyı değiştirerek yola çıktı ve ilerledi.
Ne dersiniz CHP, Türkiye’yi yeniden “Tek Parti radikalizmi”ne götürmeyi vaat ederse, halkla ilişkisini kendisini iktidara getirecek bir boyuta taşır mı?
Yoksa acaba Cumhuriyet Halk Partisi’nin asıl sorunu “Gerçekten Halk Partisi” olamamaktan mı kaynaklanıyor?
Acaba CHP içinden bazı gömlekleri çıkartarak yola çıkacak yeni bir hareket mi doğmalı?
Bilmem ki… Benimkisi sadece ülke siyasetini etkileyen bir siyasi yapının daha sağlıklı katkılarda bulunabileceği bir niteliğe bürünmesi yolunda bir katkı… Hiç kimse “CHP bizi ilgilendirmiyor” demesin, her parti herkesi ilgilendiriyor çünkü