Bugün Gazetesi'ndeki habere göre, Arınç, "Sayın Genelkurmay Başkanı'nın ifadesiyle 'o kağıt', ceza hukuku bakımından maddi delil olarak kabul edilebilir" dedi.Arınç, Albay Dursun Çiçek'in imzasının bulunduğu skandal belge için "Sayın Genelkurmay Başkanı'nın ifadesiyle 'o kağıt', ceza hukuku bakımından maddi delil olarak kabul edilebilir" dedi.
İşte Arınç ile yapılan röportaj
Askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmalarını öngören düzenlemenin ardından tepkiler yükseldi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Askerlerin sivilde yargılanması diye bir şablon, bir çerçeve doğru değil. Ben bir hukukçuyum. Yıllarca askeri mahkemelerde dava takip ettim. Türkiye'de Anayasa hükmü gereğince yargı bağımsızdır. Benim buna eklemek istediğim bir kelime daha var. Yargı bağımsızdır, ama aynı zamanda tarafsız da olmalıdır. Türkiye'nin sıkıntısı yargının bağımsız olup olmamasında değil, yargının tarafsız olup olmamasında düğümleniyor.
Neden böyle bir düzenlemeye gerek duyuldu?
Ben 12 Eylül'den sonra sıkıyönetim mahkemelerinde çok sanıklı davalara girdim, örgüt davalarına girdim, ceza davalarını takip ettim. Askeri Yargıtay'da gördüğüm hukuki titizliği ve dosyaları sonuna kadar incelemeyi, hukuka olan bağlılığı her zaman takdirle anmışımdır. Bazen sivil mahkemelerde gördüğünüz eksikleri askeri yargıda göremeyebilirsiniz, askeri yargıda gördüğünüz eksikleri de sivil yargıda bulmayabilirsiniz.
Bu tamamen hakimlerle, savcılarla ve yargı düzeninin kendi işleyişi içerisindeki birtakım sorunlarla ilgili konulardır. Biz de dualizm var. Hem askeri yargı hem de sivil yargı var. Bu dünyanın birçok yerinde artık yok. Yargı birliği var. Ama, mevcut 1982 Anayasası şu anda yürürlükte olduğuna göre, Anayasa'nın 145. maddesine göre bizim askeri yargı diye bir kurumun varlığını kabul etmemiz gerekiyor.
YARGI BİRLİĞİ ŞART
Askeri mahkemeler, anayasal kurumlar.
Türkiye'de 1982 Anayasası kendisinden önceki döneme bir tepki olarak geldiği için, sivildeki yapılaşmayı paralel olarak askere de taşımıştır. Sivilde ne varsa askerde de o var. Bu çok doğru değil. Sivilde asliye ceza mahkemesi, ağır ceza mahkemesi var, askerde de disiplin mahkemesi, askeri mahkeme var. Sivilde Yargıtay var, askerde Askeri Yargıtay, sivilde Danıştay, askerde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi var.
Böyle bir dualizm, böyle bir paralel yapılanma dünyanın gelişmiş demokratik ülkelerinde artık terk edildi. Bizde de bundan tek yargı sistemine doğru bir gidiş olacak. Bundan endişe duymaya gerek yok. Hakim aynı hakim, sistem aynı sistem. Askeri yargı şüphesiz askeri suçlara bakacaktır, askeri mahalde işlenen suçlara da bakacaktır. Ama, asker kişilerin işledikleri sivil suçlara bakmayacaktır.
Neden bakamayacaklar?
Çünkü, bizim bir Türk Ceza Kanunu'muz var, askerin de Askeri Ceza Kanunu var. Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olmayan konular, yani sivile yönelik şiddet veya bir başka suç çeşitlerinin sivil yargının bakması esasen Anayasa'nın 145. maddesinin içerisinde vardır. Biz bugünkü düzenlemenin amacının, sivile, askere rol biçmek olduğuna inanmıyoruz. Hukukun gereğini yapıyoruz. Diyelim ki Albay Dursun Çiçek'le ilgili bir iddia var. Bu iddia nedir?
Böyle bir belge gerçekse, bu bir darbe teşebbüsünde bulunan, halkı kışkırtmaya çalışan, hatta toplumun bir kesimini yok etmeyi planlayan, bunun nasıl olacağını düşünen bir ön çalışmadır, 4 sayfadan ibaret olduğu söyleniyor.
Askeri Savcılık kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi.
Şimdi, bizim hukukumuzda özellikle ceza hukukunda delil serbestisi prensibi vardır. Askeri savcı veya Askeri Savcılık bu belgenin fotokopi olduğunu, aslının bulunmadığını ifade ederek, buna dayalı bir takipsizlik kararı oluşturdu. Bu askeri yargı bakımından geçerli olabilir, ama sivil yargı bakımından geçerli değil. Çünkü, bizim Ceza Muhakemesi Kanunu' muzda pet şişenin kapağı bile bir suç delili olabilir. Buradan yola çıkarak bile delil bulmak mümkün.
Sayın Genelkurmay Başkanı'nın ifadesiyle "o kağıt", bir ceza hukuku bakımından bir maddi delil olarak kabul edilebilir. Onunla ilgili başka buluntular, bilgiler, belgeler varsa o hakimler bunu beraata ya da mahkumiyete yönelik bir delil olarak kabul edebilir.
CHP'NİN ELİNDEN EMZİĞİ ALINDI
Kimlerin nerede yargılanacağı konusunda bir belirsizlik mi vardı?
Sivil yargının kendi sistemi içerisinde kimleri yargılayabileceği çok açık biçimde ortaya konulmalıdır. Bu zaten vardı, yasamada en son yapılan değişiklikle Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesinde sayılan suçlara da sivil mahkemelerin bakacağı esası getirilmiştir. Hukuk bakımından yapılan doğrudur. Yasama görevini yapmıştır. Yasama'nın yaptığı bir işi beğenilir veya beğenilmez, elbette eleştirilebilir, ama yasamanın görevine de müdahale edilemez.
Yasama'nın yaptığı kanunlar denetlenebiliyor ama...
Yasama'nın kendi içinde yaptığı bir kanun değişikliğini veya yeni bir kanunu iki noktadan check-balans etme imkanımız var. Birisi Sayın Cumhurbaşkanı'nın inceleyerek ya onaylaması ya da Meclis'e geri göndermesidir. Bu geri gönderme de bir defa olabiliyor. İkincisi de Anayasa Mahkemesi'ne gitmektir. Anayasa Mahkemesi'ne iktidar gibi anamuhalefet partisi de gidebilir.
Böyle bir check-balans sisteminin mevcudiyeti karşısında Yasama'ya yüklenmek, "Yasama yanlış yaptı" demek mümkün değil. Kaldı ki Anayasa Mahkemesi'ne sadece milletvekilleri, anamuhalefet partisi değil, mahkemelerin kendisi de gidebiliyor. Bir sivil veya askeri mahkeme görmekte olduğu bir dava ile ilgili olarak yapılan düzenlemeyi anayasaya aykırı bulmuşsa bunu Anayasa Mahkemesi'ne götürme hakkı vardır. Bunların her birisini yok farzederek bugün AK Parti'ye yüklenmek fevkalâde yanlıştır.
Maalesef, bu konuda yaygarayı koparan CHP'dir, elinden emziği gittiği için buna fevkalâde üzülmektedir. MHP böyle bir yanlışa düşmemiştir. Esasen Türkiye'de pek çok konuda olduğu gibi CHP'lilerin akşam "evet" oyu verip, sabah öğleye doğru birileri tarafından işin farkına varılınca kopardıkları yaygara çok anlamsız kalmaktadır.
Ben düzenlemenin bir yasama faaliyeti olarak doğru olduğunu düşünüyorum. Ama, bunun bir şekilde eksik veya fazla, yanlış veya doğru olduğu iddiasında bulunanlar varsa en son gidecekleri merci Anayasa Mahkemesi'dir. Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda geçmişte verdiği kararlar vardır. Bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi'nin verdiği emsal kararlar vardır, belki bağlayıcı olması bakımından Anayasa yargısının da durumu kesin hatlarıyla ortaya koyacağını düşünebiliriz.
Yaşanan gerginliği nedeni ne?
Bunlar planlı hareketler olarak görülürken veya buna bağlı birtakım senaryolar üretilirken üst üste yanlışlar yapılıyor. Bu kanun çıkarken, " Efendim, gece 1.5'ta, 2'de çıktı" deniliyor, ben de orada nöbetçiydim bakan olarak. Bu kanunun önünde 71 maddeli bir torba kanun ismi verilen, Bütçe Kanunu'nda değişiklikler yapılan maddeler konuşuldu. Buna sıra geldiği zaman gece saat 1.5 olması mümkün.
Bu konu bir önerge ile çözüldü. Bu kanun görüşülmeden evvel Sayın Adalet Bakanı'nın grup başkanvekilleri ile bir araya geldiği ve konu hakkında bilgi verdiğini de zaten kimse inkâr etmiyor. Akşam "iyi bir şey yaptık" diye alkış tutanların, sabah belli korkularla "biz farkında değildik, bize bu anlatılmamıştı, çok geç olmuştu" gibi mazeretlerini dinlemek doğrusu biraz da eğlenceli oluyor.
Önce bir bilgilendirmemenin yapılmadığı konusu dile getiriliyor.
Yasama kendi imkanları içerisinde bu kanunu, gecenin belli bir saatinde görüşmüş olabilir, bunun için tellal bağırtmaya gerek yok. "Biz böyle bir önerge vereceğiz, ey millet, ey uyuyanlar, kalkın, uyanın" diye veya "Kurumları harekete geçirelim, biz böyle bir şey yapacağız" diye bir geleneğimiz yok bizim.
Tasarıysa hükümetten, teklifse milletvekillerinden gelir, komisyonda görüşülür. Sonra genel kurula gelir, genel kurulda önce tümü hakkında konuşmalar yapılır, sonra maddeler üzerinde görüşmeler yapılır, önerge geldiği zaman Meclis Başkanı hükümete ve komisyona "ne diyorsunuz" diye sorar. "Kabul ediyoruz" derlerse sadece oylanır, "kabul etmiyoruz" derlerse, o zaman önergeyi verenin konuşma hakkı vardır. Hepsi yerine getirilmiş. Sayın Toptan'ın da haberdar olması mümkün değil, gece 1,5'ta bir başka başkanvekili oturumu yönetiyor. Yani her şey çok olağan.
ESKi ÇAMLAR BARDAK OLDU
"İrticayla Mücadele Eylem Planı doğruysa bunun sorumlularının mutlaka cezalandırılması ger ektiği konusunda geniş bir mutabakat ortaya çıktı...
"İrtica ile Mücadele Eylem Planı"nın ortaya çıkmasının ardından yaşanan tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye'nin gündeminde altında bir albayın imzasını taşıyan "İrtica ile Mücadele Planı" diye bahsedilen bir yazılı belge var. Bu konu üzerinde toplumun her kesiminde farklı tartışmalar yaşanıyor. Bununla ilgili yargı süreci devam ettiğine göre ve adı geçen kişi tutuklandıktan sonra tahliye edildiğine göre sonuçlanmış değil.
İstanbul'da devam eden mahkeme ve soruşturmayı yapan savcılar konuyla ilgili bütün delilleri topladıktan sonra bir dava açabilirler, açılan dava da ana dava ile birleştirilebilir. Ancak, bu kişi ve arkadaşlarıyla ilgili yeterli delil bulunamazsa sivil savcılık tarafından da belki bir takipsizlik kararına bağlanabilir. Sonucu merakla takip ediyoruz.
Planın içeriğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Belge veya kağıt, bunun içeriği Türkiye için çok önemli. Bunun bir asker kişi tarafından hazırlanıp, birilerine sunulmuş olması ihtimali var. Türkiye'nin 2009'lu yıllarında yine sivil toplum üzerinde bir mühendislik projesinin yürürlüğe geçirilmek istenmesi ihtimali, bizleri ve toplumu derinden kaygılandırıyor.
Bir hukukçu gözüyle andıçları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sadece andıçlar, lahikalar olayı olarak bakmamak lazım. Andıçları yakın tarihimizde çok yaşadık. Bunlar çok olumsuz şeylerdir. Toplumda belli kişileri bir tehdit olarak görmek, onlara suçlu gözüyle bakmak, hatta onların yok edilmesi için birtakım planlar yapmak maalesef bugünlere gelebilmiştir. Hangi isimde olursa olsun, insanların fişlenmeleri, telefonlarının dinlenmesi, özel hayatlarına kadar araştırma yapılması elbette tasvip edilecek davranışlar değildir.
Türkiye bir demokratikleşme sürecini yaşıyor, Türkiye'de demokrasinin standardı yükseliyor, yapılan demokrasi dışı davranışlar da etkisini kaybediyor. En son Dursun Çiçek imzalı bir belgenin ortaya çıkışında bile hemen hemen bütün siyasetçiler, toplumun bütün kesimleri, sanatçılar, yazarlar, sokaktaki vatandaş, bunun artık bu çağda olmaması gerektiğini söyledi. Türkiye'nin demokrasi tecrübesi içerisinde artık bu tür plan ve hesapların yapılmaması ve eğer bu belge doğruysa bunun sorumlularının mutlaka cezalandırılması gerektiği konusunda geniş bir mutabakat ortaya çıktı. Yani eski çamlar bardak oldu.
BUGÜN
İşte Arınç ile yapılan röportaj
Askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmalarını öngören düzenlemenin ardından tepkiler yükseldi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Askerlerin sivilde yargılanması diye bir şablon, bir çerçeve doğru değil. Ben bir hukukçuyum. Yıllarca askeri mahkemelerde dava takip ettim. Türkiye'de Anayasa hükmü gereğince yargı bağımsızdır. Benim buna eklemek istediğim bir kelime daha var. Yargı bağımsızdır, ama aynı zamanda tarafsız da olmalıdır. Türkiye'nin sıkıntısı yargının bağımsız olup olmamasında değil, yargının tarafsız olup olmamasında düğümleniyor.
Neden böyle bir düzenlemeye gerek duyuldu?
Ben 12 Eylül'den sonra sıkıyönetim mahkemelerinde çok sanıklı davalara girdim, örgüt davalarına girdim, ceza davalarını takip ettim. Askeri Yargıtay'da gördüğüm hukuki titizliği ve dosyaları sonuna kadar incelemeyi, hukuka olan bağlılığı her zaman takdirle anmışımdır. Bazen sivil mahkemelerde gördüğünüz eksikleri askeri yargıda göremeyebilirsiniz, askeri yargıda gördüğünüz eksikleri de sivil yargıda bulmayabilirsiniz.
Bu tamamen hakimlerle, savcılarla ve yargı düzeninin kendi işleyişi içerisindeki birtakım sorunlarla ilgili konulardır. Biz de dualizm var. Hem askeri yargı hem de sivil yargı var. Bu dünyanın birçok yerinde artık yok. Yargı birliği var. Ama, mevcut 1982 Anayasası şu anda yürürlükte olduğuna göre, Anayasa'nın 145. maddesine göre bizim askeri yargı diye bir kurumun varlığını kabul etmemiz gerekiyor.
YARGI BİRLİĞİ ŞART
Askeri mahkemeler, anayasal kurumlar.
Türkiye'de 1982 Anayasası kendisinden önceki döneme bir tepki olarak geldiği için, sivildeki yapılaşmayı paralel olarak askere de taşımıştır. Sivilde ne varsa askerde de o var. Bu çok doğru değil. Sivilde asliye ceza mahkemesi, ağır ceza mahkemesi var, askerde de disiplin mahkemesi, askeri mahkeme var. Sivilde Yargıtay var, askerde Askeri Yargıtay, sivilde Danıştay, askerde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi var.
Böyle bir dualizm, böyle bir paralel yapılanma dünyanın gelişmiş demokratik ülkelerinde artık terk edildi. Bizde de bundan tek yargı sistemine doğru bir gidiş olacak. Bundan endişe duymaya gerek yok. Hakim aynı hakim, sistem aynı sistem. Askeri yargı şüphesiz askeri suçlara bakacaktır, askeri mahalde işlenen suçlara da bakacaktır. Ama, asker kişilerin işledikleri sivil suçlara bakmayacaktır.
Neden bakamayacaklar?
Çünkü, bizim bir Türk Ceza Kanunu'muz var, askerin de Askeri Ceza Kanunu var. Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olmayan konular, yani sivile yönelik şiddet veya bir başka suç çeşitlerinin sivil yargının bakması esasen Anayasa'nın 145. maddesinin içerisinde vardır. Biz bugünkü düzenlemenin amacının, sivile, askere rol biçmek olduğuna inanmıyoruz. Hukukun gereğini yapıyoruz. Diyelim ki Albay Dursun Çiçek'le ilgili bir iddia var. Bu iddia nedir?
Böyle bir belge gerçekse, bu bir darbe teşebbüsünde bulunan, halkı kışkırtmaya çalışan, hatta toplumun bir kesimini yok etmeyi planlayan, bunun nasıl olacağını düşünen bir ön çalışmadır, 4 sayfadan ibaret olduğu söyleniyor.
Askeri Savcılık kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi.
Şimdi, bizim hukukumuzda özellikle ceza hukukunda delil serbestisi prensibi vardır. Askeri savcı veya Askeri Savcılık bu belgenin fotokopi olduğunu, aslının bulunmadığını ifade ederek, buna dayalı bir takipsizlik kararı oluşturdu. Bu askeri yargı bakımından geçerli olabilir, ama sivil yargı bakımından geçerli değil. Çünkü, bizim Ceza Muhakemesi Kanunu' muzda pet şişenin kapağı bile bir suç delili olabilir. Buradan yola çıkarak bile delil bulmak mümkün.
Sayın Genelkurmay Başkanı'nın ifadesiyle "o kağıt", bir ceza hukuku bakımından bir maddi delil olarak kabul edilebilir. Onunla ilgili başka buluntular, bilgiler, belgeler varsa o hakimler bunu beraata ya da mahkumiyete yönelik bir delil olarak kabul edebilir.
CHP'NİN ELİNDEN EMZİĞİ ALINDI
Kimlerin nerede yargılanacağı konusunda bir belirsizlik mi vardı?
Sivil yargının kendi sistemi içerisinde kimleri yargılayabileceği çok açık biçimde ortaya konulmalıdır. Bu zaten vardı, yasamada en son yapılan değişiklikle Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesinde sayılan suçlara da sivil mahkemelerin bakacağı esası getirilmiştir. Hukuk bakımından yapılan doğrudur. Yasama görevini yapmıştır. Yasama'nın yaptığı bir işi beğenilir veya beğenilmez, elbette eleştirilebilir, ama yasamanın görevine de müdahale edilemez.
Yasama'nın yaptığı kanunlar denetlenebiliyor ama...
Yasama'nın kendi içinde yaptığı bir kanun değişikliğini veya yeni bir kanunu iki noktadan check-balans etme imkanımız var. Birisi Sayın Cumhurbaşkanı'nın inceleyerek ya onaylaması ya da Meclis'e geri göndermesidir. Bu geri gönderme de bir defa olabiliyor. İkincisi de Anayasa Mahkemesi'ne gitmektir. Anayasa Mahkemesi'ne iktidar gibi anamuhalefet partisi de gidebilir.
Böyle bir check-balans sisteminin mevcudiyeti karşısında Yasama'ya yüklenmek, "Yasama yanlış yaptı" demek mümkün değil. Kaldı ki Anayasa Mahkemesi'ne sadece milletvekilleri, anamuhalefet partisi değil, mahkemelerin kendisi de gidebiliyor. Bir sivil veya askeri mahkeme görmekte olduğu bir dava ile ilgili olarak yapılan düzenlemeyi anayasaya aykırı bulmuşsa bunu Anayasa Mahkemesi'ne götürme hakkı vardır. Bunların her birisini yok farzederek bugün AK Parti'ye yüklenmek fevkalâde yanlıştır.
Maalesef, bu konuda yaygarayı koparan CHP'dir, elinden emziği gittiği için buna fevkalâde üzülmektedir. MHP böyle bir yanlışa düşmemiştir. Esasen Türkiye'de pek çok konuda olduğu gibi CHP'lilerin akşam "evet" oyu verip, sabah öğleye doğru birileri tarafından işin farkına varılınca kopardıkları yaygara çok anlamsız kalmaktadır.
Ben düzenlemenin bir yasama faaliyeti olarak doğru olduğunu düşünüyorum. Ama, bunun bir şekilde eksik veya fazla, yanlış veya doğru olduğu iddiasında bulunanlar varsa en son gidecekleri merci Anayasa Mahkemesi'dir. Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda geçmişte verdiği kararlar vardır. Bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi'nin verdiği emsal kararlar vardır, belki bağlayıcı olması bakımından Anayasa yargısının da durumu kesin hatlarıyla ortaya koyacağını düşünebiliriz.
Yaşanan gerginliği nedeni ne?
Bunlar planlı hareketler olarak görülürken veya buna bağlı birtakım senaryolar üretilirken üst üste yanlışlar yapılıyor. Bu kanun çıkarken, " Efendim, gece 1.5'ta, 2'de çıktı" deniliyor, ben de orada nöbetçiydim bakan olarak. Bu kanunun önünde 71 maddeli bir torba kanun ismi verilen, Bütçe Kanunu'nda değişiklikler yapılan maddeler konuşuldu. Buna sıra geldiği zaman gece saat 1.5 olması mümkün.
Bu konu bir önerge ile çözüldü. Bu kanun görüşülmeden evvel Sayın Adalet Bakanı'nın grup başkanvekilleri ile bir araya geldiği ve konu hakkında bilgi verdiğini de zaten kimse inkâr etmiyor. Akşam "iyi bir şey yaptık" diye alkış tutanların, sabah belli korkularla "biz farkında değildik, bize bu anlatılmamıştı, çok geç olmuştu" gibi mazeretlerini dinlemek doğrusu biraz da eğlenceli oluyor.
Önce bir bilgilendirmemenin yapılmadığı konusu dile getiriliyor.
Yasama kendi imkanları içerisinde bu kanunu, gecenin belli bir saatinde görüşmüş olabilir, bunun için tellal bağırtmaya gerek yok. "Biz böyle bir önerge vereceğiz, ey millet, ey uyuyanlar, kalkın, uyanın" diye veya "Kurumları harekete geçirelim, biz böyle bir şey yapacağız" diye bir geleneğimiz yok bizim.
Tasarıysa hükümetten, teklifse milletvekillerinden gelir, komisyonda görüşülür. Sonra genel kurula gelir, genel kurulda önce tümü hakkında konuşmalar yapılır, sonra maddeler üzerinde görüşmeler yapılır, önerge geldiği zaman Meclis Başkanı hükümete ve komisyona "ne diyorsunuz" diye sorar. "Kabul ediyoruz" derlerse sadece oylanır, "kabul etmiyoruz" derlerse, o zaman önergeyi verenin konuşma hakkı vardır. Hepsi yerine getirilmiş. Sayın Toptan'ın da haberdar olması mümkün değil, gece 1,5'ta bir başka başkanvekili oturumu yönetiyor. Yani her şey çok olağan.
ESKi ÇAMLAR BARDAK OLDU
"İrticayla Mücadele Eylem Planı doğruysa bunun sorumlularının mutlaka cezalandırılması ger ektiği konusunda geniş bir mutabakat ortaya çıktı...
"İrtica ile Mücadele Eylem Planı"nın ortaya çıkmasının ardından yaşanan tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye'nin gündeminde altında bir albayın imzasını taşıyan "İrtica ile Mücadele Planı" diye bahsedilen bir yazılı belge var. Bu konu üzerinde toplumun her kesiminde farklı tartışmalar yaşanıyor. Bununla ilgili yargı süreci devam ettiğine göre ve adı geçen kişi tutuklandıktan sonra tahliye edildiğine göre sonuçlanmış değil.
İstanbul'da devam eden mahkeme ve soruşturmayı yapan savcılar konuyla ilgili bütün delilleri topladıktan sonra bir dava açabilirler, açılan dava da ana dava ile birleştirilebilir. Ancak, bu kişi ve arkadaşlarıyla ilgili yeterli delil bulunamazsa sivil savcılık tarafından da belki bir takipsizlik kararına bağlanabilir. Sonucu merakla takip ediyoruz.
Planın içeriğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Belge veya kağıt, bunun içeriği Türkiye için çok önemli. Bunun bir asker kişi tarafından hazırlanıp, birilerine sunulmuş olması ihtimali var. Türkiye'nin 2009'lu yıllarında yine sivil toplum üzerinde bir mühendislik projesinin yürürlüğe geçirilmek istenmesi ihtimali, bizleri ve toplumu derinden kaygılandırıyor.
Bir hukukçu gözüyle andıçları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sadece andıçlar, lahikalar olayı olarak bakmamak lazım. Andıçları yakın tarihimizde çok yaşadık. Bunlar çok olumsuz şeylerdir. Toplumda belli kişileri bir tehdit olarak görmek, onlara suçlu gözüyle bakmak, hatta onların yok edilmesi için birtakım planlar yapmak maalesef bugünlere gelebilmiştir. Hangi isimde olursa olsun, insanların fişlenmeleri, telefonlarının dinlenmesi, özel hayatlarına kadar araştırma yapılması elbette tasvip edilecek davranışlar değildir.
Türkiye bir demokratikleşme sürecini yaşıyor, Türkiye'de demokrasinin standardı yükseliyor, yapılan demokrasi dışı davranışlar da etkisini kaybediyor. En son Dursun Çiçek imzalı bir belgenin ortaya çıkışında bile hemen hemen bütün siyasetçiler, toplumun bütün kesimleri, sanatçılar, yazarlar, sokaktaki vatandaş, bunun artık bu çağda olmaması gerektiğini söyledi. Türkiye'nin demokrasi tecrübesi içerisinde artık bu tür plan ve hesapların yapılmaması ve eğer bu belge doğruysa bunun sorumlularının mutlaka cezalandırılması gerektiği konusunda geniş bir mutabakat ortaya çıktı. Yani eski çamlar bardak oldu.
BUGÜN