"Sarhoş adam"ın fıkrasını duymuş muydunuz?.. Sarhoş, her akşam olduğu gibi, yine yolda "slalom" yaparak, "körkütük" gelmiş eve... Cebinden "anahtarını" çıkarmış, kapıyı açmaya çalışıyor... Ama, sarhoşluk bu; bir oraya, bir buraya sallanmaktan, bir türlü "denge"sini bulamıyor... Ne kadar uğraştıysa da, "anahtar deliği"ni tutturması mümkün değil... Tabiî, sinirlenip küfretmeye başlayınca, karısı uyanmış gürültüye... Bakmış ki, uğraşıyor kocası; "Bizim herif yine anahtarı unuttu herhalde" diye düşünüp, "anahtarı" atmış aşağı... Zilzurna sarhoş adam bağırmış karısına; "Anahtarım var!.. Sen anahtar deliğini at, anahtar deliğini!.. Ben, asıl anahtar deliğini bulamıyorum!"
HANGİSİ GERÇEK KILIÇDAROĞLU?
Allah"a hamdolsun ki, "içki" içmeyiz, dolayısıyla "sarhoş" da olmayız... Ama, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu"nun sözlerine kulak verdikçe, ne "denge" kaldı bizde, ne de "dikkat!"
Kılıçdaroğlu"na bakıp; bir o yana, bir bu yana sallanmaktan, "sarhoştan da beter" olduk!..
Mübarek o kadar "yön" değiştiriyor, o kadar "manevra" yapıyor ki, "bir söylediği, bir söylediğini tutmaz bir adam" olup çıkıyor!..
Bir bakıyorsunuz, "aklı başında" lâflar ediyor, bir bakıyorsunuz; "saçmalamaya" başlıyor!..
Biz de merak ediyoruz;
"Hangisi gerçek Kılıçdaroğlu?"
Evet, merak ediyoruz;
"Bilimi egemen kılarsak, başörtüsü gibi yapay sorunları da tartışma konusu olmaktan çıkarırız" diyen Kılıçdaroğlu mu,
"Başörtüsünü bağlama" şekli olarak "İran veya Pakistan modelini dayatan" Kılıçdaroğlu mu?..
Yoksa; "YÖK"ün kararı, hiçbir yasa değişikliğine gerek olmadığına örnektir" diyen Kılıçdaroğlu mu?..
Hangisi "gerçek" Kılıçdaroğlu?..
Anlayabilen, bana da anlatsın!..
BİLİMİ DERT EDİNEN BİR YÖK BAŞKANI!
Bay Kılıçdaroğlu"nun, "üniversitelerde bilimin egemen kılınması" yönündeki önerisine yürekten katılıyorum.
Katılmakla kalmayıp, alkışlıyorum.
Kabul ve itiraf edelim ki;
YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan"ın yapmaya çalıştığı, tam da budur... Yusuf Ziya Bey"i hiç tanımam... Herhangi bir ortamda karşılaşıp, selâmlaşmamız bile olmadı... Ama ben, Yusuf Ziya Bey"i çok yakından takip ediyor ve onun "Türkiye"yi dert edinen" çabalarını takdirle karşılıyorum..
Yusuf Ziya Bey de, "önce bilim" diyor...
O da, "kafaların üstünü" değil, "kafaların içini" önemseyenlerden!..
Lütfen kulak verin şu "yakınma"sına;
"Türkiye"de zaman zaman çeşitli adlarla grip salgını görülüyor... Her seferinde büyük paralar sarf edilerek aşı ithal ediliyor...
Son olayda da gördünüz, aşıların büyük bölümü kullanılmadı, geri gitti ama biz büyük paraları yurt dışına transfer ettik.
Bu arada hiçbir üniversiteden şöyle bir talep gelmiyor. Madem bu kadar acil bir sorun var, insanlarımız ölüyor, her 6 ayda bir değişik şekilde karşımıza çıkıyor, acaba kendimiz bu aşıyı elde edemez miyiz?
Bir-iki üniversite çıksın, Başbakanımıza gitsin, "Biz bu işi çalıştık, bu aşıyı ürettik, desteğe ihtiyacımız var" desin. 25 milyon lirayla böyle bir projeye başlamak mümkün oluyor. Bunu talep etsinler isterdim ama hiçbir üniversiteden ses çıkmadı. Ses çıkmıyor, dışarıdan büyük miktarda ilaç alıyoruz, büyük miktarda serum alıyoruz, orada da ses çıkmıyor.
Tıbbi cihazların hemen hepsi dışarıdan alınıyor. "Bunlar burada üretilemez mi?" diyen bir üniversite yok. Sağlık sektöründe çok büyük ilerlemeler oldu ama dışa bağımlılıkta bir azalma yok. Bence sağlıkta ve diğer sektörlerde dışa bağımlılığı azaltacak olan üniversitelerdir."
Bu tesbitleri yapan, bu işleri "dert edinen" bir adamın boynuna sarılıp, onu kucaklamak gerekir!.. Çünkü, hiçbir YÖK Başkanı, bugüne kadar böyle bir söz söylemedi!..
Ama, biz ne yapıyoruz?..
Yine boynuna sarılıyoruz,
Ama "gırtlağını sıkmak" için!..
Rahat bırakın adamı!.. "Yapay gündem"lerle sıkboğaz edip de, heyecanını, şevkini, azmini kırmayın!..
Bırakın "türban sorunu"nu çözsün de, sıra "aşı"lara, "ilaç"lara, "tıbbî cihaz"lara ve de "tohum"lara gelsin!..
TOHUMLARLA GELEN HASTALIK!
Bakın, ne diyor Yusuf Ziya Bey;
"Ülkemizde yetiştirilen domates ve buğdayın tohumlarının büyük bir kısmı, yerli tohumumuz olmadığı için Amerika ve İsrail"den geliyor.
Bir Türk aydını olarak bazen gerçekten kendimi çok küçük hissediyorum. Yani biz ihtiyacımız olan domates tohumunu bu ülkede üretemez miyiz?
Evvelden atalarımız bu tohumları kendileri üretip, yıllarca bu üretimin devamını sağlamışlar. Biz niye yapmıyoruz?
Tohumculukla ilgili bir araştırma enstitümüz olsa, buna birkaç üniversitemiz öncülük etse fena mı olur?
Sonunun ne olacağı da belli değil.
Bu domates tohumunu alıyorsunuz, artık genetik programlama diye bir şey var, içine bir genetik mekanizma yerleştirirler. Hiç bilmediğimiz hastalıklara kapılabiliriz. Böyle şeylerle, zamanla bir milleti yok edebilirsiniz.
Öyle bir şeyler yerleştirirler ki, 20 yıl içerisinde o tohumdan yiyen insan ölür. Öyle tehlikeler de var. Sadece "Aman paramız dışarı gidiyor" endişesiyle söylemiyorum. Üniversitelerimizin bu konularda bize yardım etmesini istiyoruz."
Görüyorsunuz ya; Yusuf Ziya Özcan"ın derdi ne, "üniversiteler"in derdi ne?..
Üniversiteler, Kemal Kılıçdaroğlu"nun deyimiyle "bilimi egemen kılmak" yerine, "otoritelerini egemen kılma" peşindeler!..
Ya "türban"la meşguller, ya "kurban" veya "Kur"an"la!.. "Dinî" olan her şeye karşılar!..
"Bilim"le değil, "filim işler"le meşguller!..
"Türban" mı olsun, "peruk" mu?..
"Bone" mi olsun, "bere" mi?..
Hiç kimsenin "kendi işiyle" ilgilendiği yok!..
SİYASETÇİ, SİYASİ SİMGEYE KARŞI!
Tabiî, bu aşamaya gelinmesinde "CHP"nin payı" büyük... CHP"liler, bu konuyu o kadar kaşıdılar, o kadar tabulaştırdılar ki, neredeyse "rejim meselesi" haline getirdiler!..
Hani, "haklı gerekçeleri" olsa, yine de sesimizi çıkarmayacağız... Ama birader, o kadar "ipe-sapa gelmez argümanlar" buldular ki, çıldırmamak mümkün değil!..
"Bir İhsan Doğramacı icadı" olan "türban" için, "siyasi simge" dediler!..
Kim dedi?..
Bir "siyasi" parti!..
Gelin de, kafayı yemeyin!..
Bir "siyasi parti" çıkıyor ortaya ve "siyasi simge"ye karşı çıkıyor!..
"Siyasi simge" olarak, meselâ "parti rozeti" takmak serbest ama "türban" takmak yasak!..
O niye?.. Çünkü "siyasî simge!"
Güler misin, ağlar mısın?..
"Dinin emri"ni de "siyasî simge" yaptılar ya, varın, gerisini siz düşünün!..
MİNİ ETEĞİ DE YASAKLAYIN!
Malûm, bir de şu argümanları var:
"Bunun adı başörtüsü değil, öğrencilerin taktıkları şeyin adı türban!.. Bizim annelerimiz başlarını böyle örtmezlerdi!.. Annelerimiz gibi örtseler, başımız üstüne!"
Fesübhanallah...
Be Allah"tan korkmaz, kuldan utanmazlar!..
Bu konuda "ölçü", madem ki "annelerimiz-ninelerimiz" olacak, cevap verin öyleyse;
"Annelerimiz mini etek giyer miydi?.. Ninelerimiz, göğüs çatallarını göstere göstere dolaşır mıydı sokakta?.. Onlar dekolte ve transparan giysiyle sokağa çıkmış mıdır hiç? Annelerimiz kot pantolon giyerler miydi?"
Dahası da var;
Annelerimiz ve ninelerimiz; en geç "akşam ezanı" okununcaya kadar kalırlardı sokakta... Akşam ezanından önce mutlaka evde olurlardı!..
Madem "eskiye dönüşü" arzuluyorsunuz;
Buyrun, hodri meydan!..
"Annelerimiz" gibi, "üniversiteli kızlar" da "şalvar" giysinler, "örtüsüz" sokağa çıkmasınlar!..
"Pantolon" da giymesinler!..
Yok, yok!.. Dahasını da yapalım:
"Annelerimiz mini etek giymediğine göre, genç kızlara da yasaklayalım mini eteği!"
Var mısınız ey CHP"liler!..
Madem "eski"yi savunuyorsunuz, o halde toptan dönelim eskiye!..
SİZ NESİNİZ ALLAH AŞKINA?
Yapmayın Allah aşkına!..
Bu kadar da komik olmayın!..
Siz "kıyafet inzibatı" mısınız ki, kimin ne giyeceğine karar veriyorsunuz?..
"Durun durduğunuz yerde" de, anlayalım;
"Çağdaş" mısınız, yoksa "gerici" mi?..
"SÖYLE KARGA, SEN NESİN?"
Bilmem farkında mısınız;
Gittikçe "karga"ya benzemeye başladınız...
Siz, "karga"nın hikâyesini bilir misiniz?..
Bir "kilise"ye karga dadanmış... Hiç aksatmadan, hemen her gün geliyor ve "kilisenin haçı"na pisliyor!..
Papaz, çaresiz... "Kışt" dese olmuyor, "taş atsa" olmuyor!.. Karga; sürekli gelmekte, "kilisenin haçı"na sürekli konmakta ve pislemekte!..
Papaz, neredeyse kafayı yiyecek!..
En sonunda, akıl veriyor biri:
"Haç"ın dibine peynir kalıbı koy!.. Yanına da bir kâse rakı!.. Karga peyniri yer, sonra da su zannederek rakıyı içer!.. Eh; rakıyı içince de sarhoş olup uçamayacağı için, gider yakalarsın!"
Ertesi gün, denileni aynen yapmış papaz efendi... Gerçekten de; "peynir"i yiyen karga, "su" zannedip, yanındaki kâseden de bol bol "rakı" içmiş!..
Tabiî, yalpalamaya başlamış... Uçmak istiyor, ama uçamıyor!..
Papaz efendi; gitmiş, yakalamış kargayı!..
Sonra da söylenmiş;
"Söyle be karga; sen nesin?.. Hıristiyan olsan, kilisenin haçına pislemezsin!.. Müslüman olsan, rakı içmezsin!.. Söyle, nesin sen?"
Söyleyin ey CHP"liler;
"Nesiniz siz?"
Hem "annelerimiz" diyorsunuz, hem de "çağdaşlık"tan dem vuruyorsunuz!.. Hem "özgürlük"ten dem vuruyorsunuz, hem de "kılık-kıyafete" karışıyorsunuz!.. Hem "yasak"ları savunuyorsunuz, hem de "demokrasi"den dem vuruyorsunuz!..
Hem "halkçıyız" diyorsunuz,
Hem de halka güvenmiyorsunuz!..
Allah aşkına, artık "bir yerde durun" da, "ne olduğunuza" karar verelim!..
"Dönüşleriniz" başımızı o kadar döndürdü ki;
"Gerçek CHP hangisi"dir, bir türlü karar veremiyoruz!..
Derdiniz gerçekten "bilim" ise, samimi söylüyorum YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan"dan daha iyisini bulamazsınız!..
Yoook, derdiniz "filim" ise;
"Rol yapmaya" devam edin!..
Ama "iktidar" hayâlini de bırakın!..
Tabiî, gerçekten "iktidar olmak" istiyorsanız!..
Kafalar kirada olunca!
"Kafaları işgal altında" olanlara veya "beyinlerini kiraya vermiş" ya da "mantıklarını tatile göndermiş" olanlara gerçekten acıyorum... "İşgal altındaki bir kafa"dan elbette "özgür düşünce" çıkmaz!.. Onlar, sadece "işgalcilerin düşünceleri"ni dillendirirler!..
Maalesef, yine öyle oldu...
YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan"ın "Ek 17. madde açık" deyip, o maddedeki "kılık-kıyafet serbesttir" cümlesini görmezden gelerek; "Bu iş YÖK"ün boyunu aşar" diyenlere; "hafıza"larını yoklamalarını ve "yasağın nasıl konulduğunu" hatırlamalarını tavsiye ediyorum.
Ve soruyorum: 13 Mart 1998"de rektörleri toplayıp, toplantıya "askerleri" de çağırıp, onlardan "brifing" alan, dönemin YÖK Başkanı Kemal Gürüz değil miydi?.. "Askerlerin 9 sayfalık talimatı"nı rektörlere dağıtıp; "Bundan böyle başörtüsü yasaktır" emri veren Gürüz değil miydi?..
O zaman bir "yasa" mı vardı, "Anayasa Mahkemesi kararı" mı?.. Elbette hiçbiri yoktu!.. O halde cevap verin; "YÖK yasak koyunca boyunu aşan iş yapmış olmuyor" da, "özgürlük" tanıyınca mı boyunu aşıyor?..
Sizlere tavsiyem o ki; "kafa"larınızı "işgal"den ve "kira"dan kurtarın!.. Ne olur; "mantık"larınızı da "tatil"den çağırın artık!
vakit