FETÖ gibi bir örgüt Adnan Oktar gibi çeteler üzerinden onlarca kavramımız darbe yedi. Sadece kavramlarımız değil kutsallarımız da zarar gördü. Olumsuz örnekler üzerinden toptan dini değerlere ya da dindarlara saldırma uyanıklığı içinde olan kesimler var. Bizim milletimiz iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayıracak bir irfana sahip. Dolayısıyla proje yapılar üzerinde Hak üzere hizmetini yapan hakikat yolcularına saldırmak toplumun ayarlarıyla oynamak demektir. Devlet her zaman denetimiyle zararlı yapıları kontrol etmek tasfiye etmek durumundadır. Devlet ve millet düşmanı görünümü ne olursa olsun bütün yapılar elbette temizlenmeli kirli oyunlarına müsaade edilmemelidir. Fakat bu noktada siyaseti ve ticareti gaye edinmemiş devletine milletine bağlı iman hizmeti veren çizgisi sağlam yapılar da rencide edilmemelidir. Bu hafta İlahiyat camiasının önemli isimlerinden Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç ile olumsuz örnekler üzerinden yıpratılmaya çalışılan tasavvufi ekolleri ve tartışılan meseleleri konuştuk. “ÇİN MALI” TARİKATLAR VAR! Bir vatandaşımız samimi duygularla bir tarikata bağlanmak istese hangi kriterlere dikkat etmeli? Bir kere şu an itibari ile Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre yasak bir faaliyete bağlı olacaktır. Kanunlar beni bağlamaz derse o vatandaşımız, o zaman bir şeyler arayacaktır. Fakat sağlıklı bir sunum yapılan kişileri peşinen uyarmak isterim. Çünkü çok fazla Çin malı, sahte, merdiven altı üretimler var. Uyarmak isterim. “Şüphesiz Allah sizin velinizdir, her şeyi Ondan isteyin, Allah samimi olarak kendine yaklaşmak isteyenlerin elinden tutar” görüşü ile amel etsinler. Şeriat amellerine devam etsinler. O şeriat amellerinin üstünde de bizim Anadolu’yu inşa etmiş olan büyük ariflerin eserlerini okuyarak dinlerini anlamlandırsınlar. OSMANLI RET ETMEDİ Sahte şeyhler ve tarikatlar meselesini Osmanlı nasıl çözüyordu? Osmanlı’da ya da büyük geleneğin hakim olduğu dönemlerde bu tür şeylerin çözümü çok kolay ve çok basittir. Çünkü ontolojik dediğimiz varoluşsal bir red yoktur, bir kabul vardır. Yani bir tarik, bir tarikat gerçekliği diye bir şey vardır. Bunu öncelikle kabul ediyorsunuz daha sonra bunun bazı sahte üretimleri olabilecektir. O zaman bunu ayıklamak çok doğrudur, çok da kolaydır. Fakat Türkiye’deki usul böyle değildir. Türkiye Cumhuriyeti ise “tasavvuf yoktur” diyor. Bunlarla anlaşabilmek çok zor. Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’de tasavvufu kimse sorgulamaz, şeyhlere mensup padişahlar, şeyhülislamlar vardı. 30 Kasım 1925’te İstanbul’un nüfusu 600 bin kadarken bunun 450 bini Müslümanken bunlara hitap eden 400’e yakın dergah var. Bu dergahların içerisinden bir tanesinde ola ki bir şeyh efendi, derviş hata yapsa hepsi mi hatalı sayılacak. Yüzlerce doktor vardır, biri rüşvet alırken yakalandı diye tıp ilmini yasaklayabilir misiniz? Dolayısıyla bahanedir. Dergâhları kapamak için bazı komplolar yapılmıştır. Müessese olan yerde ister istemez sorunlar olabilir. Bunlar imam hatip liselerinde de olabilir, askeri liselerde de olabilir. Tasavvufi yapılarda da problem olabilir. Olursa da o problemli kişiyi alırsınız, ayıklarsınız. O kadar basittir. TARİKAT EHLİ SİYASET YAPAMAZ Tarikatların siyaset ve ticaret gibi alanlarda olması neden tehlikelidir? Normalleşme dönemi için konuşacağım, günümüzde her şey problem. Normalleşmede bir tarikatın ana gayesi siyaset olamaz, ticaret olamaz. Bir tarikatın birinci gündem maddesi ne olursa olsun kişinin kendini, Rabbini bulmasıdır. Ama o tarikatın yapısında neticede insan vardır. O insan ister istemez yiyecek içecektir. Sosyal bir varlıktır. İki tane derviş bir araya gelerek bir bakkal dükkanı işletebilirler, çiftçilik yapabilirler. Bunu tarikat yapamaz. Tarikatın kendisi çiftçilik yapamaz. Aynı şekilde tarikatın kendisi toptan bir siyasi angajmana giremez. Çünkü insanın kendini tanıması siyasetin üstündedir. Siyaset dünyevi bir olaydır. Ama insanı tanıma dersleri ulvi bir olaydır. Ondan dolayı bütün Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’nin siyaset erbabı hepsi padişahın şu sözünde olduğu gibi; “Padişahı alem olmak bir kuru kavga imiş, hepisinden iyice bir veliye bende olmak imiş” demek suretiyle yaptıkları işin siyaset olduğunu ama siyasetin bir pratik olduğunu, pratiğin ötesinde ulvi bir hedefin olduğunu kabul etmişlerdir. TASAVVUF ŞART MIDIR? Tasavvuf çok konuşuluyor ama anlaşıldığı söylenemez, nasıl anlamalıyız? İnsan hayatını, insanın varoluşa gelişini anlamlandıran değişik modeller vardır. Felsefeler, dinler buna açıklamalar getirmişlerdir. Bunlara ulvi gayeler denir. Yoksa insan bu dünyaya sadece ve sadece yemek, içmek, yatmak, kalkmak için gelmemiştir. Yücelerden geldiği için de orijini, aslı, kaynağı, çıkış yeri, ulvi olduğundan dolayı insanın da gerçek mutluluğunun ve huzurunun tam olarak o ulvilikle tamamlanması suretiyle gerçekleşir. Bazı ekoller dinin metinleriyle meşgul olmayı yeterli görürlerken, bazı dini branşlarda bunların hepsinin araç olduğunu amaç olamayacağını, aracın amaçlaştırılmamasının gerek olduğunu, insanın gerçek amacının Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de söylemiş olduğu “Ben insi ve cinni sadece beni tanısınlar için, beni bilsinler için, bana ibadet etsinler için yarattım” sözündeki gerçek manayı anlamaya odaklanmasını esas almışlardır. Toparladığımız zaman bunu teknik anlamda bu ekole, bu mektebe geçmişte, geleneğimizden gelenler tasavvuf demişlerdir. Günümüzde tasavvufa yöneltilen eleştiriler sizce bir proje dâhilinde mi gerçekleşiyor? Türkiye Cumhuriyeti, bu dinin içerisindeki en önemli odalardan bir tanesi olan ve Anadolu Müslümanlığının en önemli şekillendiricisi olan tasavvufu da anlamak ve anlamlandırmakta bir sürü sorunla karşılaşmışlardır. Bırakın Kemalistleri, bazı ilahiyatçılar bile tasavufu reddediyor. Peki, bu proje mi? Ya da niye hep olumsuz örnekler öne çıkarılıyor? Türkiye’de 1923 sonrasında tasavvufu kirletmek adına kasten yapılan bazı şeyler olmuştur. Bugün de bazı sahtekarların tasavvuf adına yapmış oldukları şeyler malzeme olmaktadır. Bundan dolayı bir proje olabilir. Ancak her projenin üstünde de bir proje vardır. Yeniakit