Çok oluyoruz da ondan...

Ahmet Taşgetiren

Osmanlı'nın çözülüş döneminden bugüne uzanan süreci, bir-birkaç makalenin çerçevesi içine sığdırmak mümkün değil, bunu biliyorum.
Onun için, sürece hakim olan bir ana çerçeveden söz edeceğim.
Batı'da, "Müslüman Türk'ü geriletmenin gururu, ezme, hizaya getirme duygusu, bizde ise mağlubiyet psikolojisi..."
 Islahat fermanları, Tanzimat, Batılılaşma vs. yeniden ayağa kalkma arzusu yanında, yenilmişlik duygusu da taşıyor.
AB ile ilişkilerimiz bile, o duygunun izleriyle doludur.
Türkiye'ye gelen AB komiserlerinin içinde acaba, "Nasıl bir Türkiye" formatı saklıdır?
AB'ye almama, almama, almama... Nedendir?
Bence o tarihi gurur ve yargılama, ezme alt ya da üst şuurundandır.
Biz de mağlubiyet psikolojisini neredeyse devlet refleksi haline getirmiştik.
Ne zamana kadar?
Açık konuşalım Türkiye'deki İslami bilincin-direncin "milli görüş" tanımlaması ile siyasi boyut kazanmasına kadar.

Yeni Türkiye'nin çocukları

Necmettin Erbakan D-8 derken, Türkiye'yi ve İslam dünyasını mağlubiyet prangası içinde tutmak isteyenlere karşı bir meydan okuma halindeydi.
Erbakan'ın talebeleri, düşe kalka yeni hamleler öğrendiler ve geçen 10 yılda, belki Erbakan gibi meydan okuyarak değil ama yeni yöntemlerle hatırı sayılır bir güç haline getirdiler.
Bu kadroda, yenilmişlik duygusu yok, eziklik yok, Batı'nın mutlak üstün olduğuna dair bir kutsama yok, aksine kendine güven var, üstelik bu güvene zemin oluşturacak bir coğrafya inşası gayreti var.
İçeride bir toparlanış var.
Kurulu düzenin zaaflarını giderme çabası var.
Devleti halkla barıştırma hamlesi var.
Osmanlı'nın çözülüş sürecinde bozulan devlet kimyasını tamir var.
Cumhuriyet döneminde, Osmanlı'nın yıkılış sürecinin paniği ile gerçekleştirilen yanlış yapılanmaların doğru hale dönüştürülmesi var.
Adanmış bir kadronun getirdiği dinamizm var.
Devlet kadroları arasında bölünmüşlüğün izalesi var.
Umut var, heyecan var.
Bugünün Türkiye yöneticileri Avrupa'ya dönüp, "Sen tek başına global bir güç olamazsın, Türkiye'ye muhtaçsın" diyebiliyor.
Türkiye'yi yönetenler, ekonomi yönetiminde, Avrupa ülkelerinden çok daha başarılı sonuçlar alıyoruz, diyebiliyor.
İslam coğrafyasını Amerika'dan da Avrupa'dan da daha iyi biliyoruz, diyebiliyor.
İslam coğrafyasına, şu veya bu ülke gibi sömürme niyetiyle değil, kardeşlikle gidiyoruz, diyebiliyor.

Sarkozy, Juppe'ye sorsun

Yani artık, böyle bir Türkiye formatını asla düşünmek istemeyen odaklar için "Çok olan" bir Türkiye var.
Sarkozy, o odaklar içinde mi?
Libya'da dramatik biçimde rol çalmaya yönelen birisi o.
Ama kafası resmen karışık.
Avrupa'nın kafası karışık?
Ne yapsınlar Türkiye'yi? Baş aşağı giden zamanlardaki gibi yukarıdan, tepeden bakışlarla yargılasınlar mı?
Ama karşılarındaki Türkiye o Türkiye mi?
Bu Türkiye'nin Başbakanı, Avrupa Parlamentosu'nda bir eli cebinde konuştu. O fotoğraf "Çok olan Türkiye"nin resmi miydi?
Bu Türkiye'nin Cumhurbaşkanı diyor ki: "AB bizi almazmış. Belki biz de girmeyiz."
 Ortada "Batılılaşacağız" diye varını yoğunu mezada veren bir ülke yok artık.
"Diklenmiyoruz, dik duruyoruz" diyen bir Türkiye var.
Sarkozy, bu Türkiye'yi diz çöktürmeye çalışıyor. Gitsin Alain Juppe'ye sorsun... Gül, Erdoğan, Davutoğlu diz çökecek adamlar mı? Ya da sakız çiğneyen Gökçek'e...

bugün