Peru, 16’ncı asrın başları itibarı ile İspanyolların istilasına uğradı.
“Keşfettiği” Amerika kıtasını kolonileştirmek ve de “medenileştirmek” isteyen İspanya Krallığı, İspanya’dan Peru’ya kalabalık bir nüfus nakletti.
Bu nüfus, Peru’nun yerli halkı olan İnkalardan ve diğer kabilelerden gasp edilen topraklara yerleştirildi.
“Hintli” veya “Kızılderili” diye anılan yerlilere işkence ve ölüm, en iyi ihtimalle köpeklik statüsü reva görüldü.
Ama İspanya’dan gelen yerleşimcilerin arasında, yerlilere sürur veren bir zümre de vardı: Krallığın ‘Ya Katolik olursunuz veya sizi gebertiriz’ dayatması yüzünden Katolik taklidi yapan ve fakat gerçekte Müslüman olan Endülüslüler.
Bunlardan Lope de la Pena (bazı kayıtlara göre Alvaro Gonzales) ve arkadaşı Luis Salano, ülkenin güneydoğusunda, 13’üncü asırdan İspanyol istilasına kadar İnka İmparatorluğu’na payitahtlık etmiş olan Cusco (Kusko) şehrinde, İnkalara gizlice İslam’ı tebliğ ediyordu.
Yakalandılar.
Engizisyon mahkemesine sevk edildiler.
Lope de la Pena, Engizisyon mahkûmlarına mahsus olan ve üzerinde şeytan tasvirleri ile haç işaretleri bulunan “sanbenito” önlüğünü bir an için bile çıkarmadan ölene kadar giymek kaydıyla ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
Luis Salano ise, üzerine aynı önlük giydirilerek ve başına kukuleta geçirilerek ibret-i alem için idam edildi.
Ama hakikatin soyu tüketilemez ki!
Luis Salano’nun idamından 446 sene sonra, 2006’nın Eylül ayında, kadim işgal rejiminin zulüm mirasına sahip çıkan Peru hükümetine Tupac Amaru saflarında başkaldırmış ve bunun bedelini zindanda 10 sene boyunca ataları gibi korkunç işkenceler çekerek ödemiş olan Rosa isimli bir İnka kızı, Lope de la Pena ve Luis Salano’nun izinden giden bir Türk mektup arkadaşı vesilesiyle, Lima Camii’nde Kelime-i Şehadet getirerek Ümmet-i Muhammed’e katıldı.
Neşe Kutlutaş, onun romanını yazdı.
Vadi Yayınları, o romanı neşretti.
“Companero Rosita” (Yoldaş Rosacık) kitabevlerinin raflarında yerini aldı.
***
Kitabın arka kapağında Zeynep Zelan diyor ki:
Hapiste karanlık hücrede tek başına dururken, öyle günler yıllar geçmişken, kimseden bir haber alamadan, kimseyle konuşamadan, dünya hani çok uzakta kalmışken birden bir ışık belirir, bir ses, bir umut… ‘Sen tasalanma…’ diyen bir ses… İşte o umut ışığının öyküsü bu kitap.
Işığın peşine düşmüş pervane misali, yanmaya razı, dönmemeye yeminli, çıktığı yolun taşlarını kendi elleriyle, cesaret ve sabırla döşeyen Rosa’nın hikâyesi. Yoksul çocuklara güzel günler gösterebilme umuduyla gerillalara katıldığı Peru’nun dağlarından Türkiye’ye uzanan bir yol hikâyesi… Bir solukta okuyacağınız, inancın sevgiyle, işkencenin metanetle, anneliğin merhametle örüldüğü bir yol… ‘Companero Rosita’nın kendini keşfederek bir tırtıl misali kelebeğe dönüşüp farklı bir dünyaya kanatlanışının öyküsü…
‘Companero Rosita’, dingin ve duru bir anlatımla demlenmiş bir belgesel roman. Heyecanını kaybetmeden sabrı telkin eden, acılara kafa tutarken gözyaşlarını hapsetmeyen inançlı ve inatçı Rosa’nın herkese anlatacak bir şeyi var.
***
“Gerçek olamayacak kadar güzel” denir ya, bu öyle değil; bütün güzelliğiyle gerçek bir hikâye bu. (İyi biliyorum, çünkü hikâyenin kahramanını -ve kendisi gibi Müslüman olan kızını- şahsen tanıyorum.)
Heyecan ve ilham verici bir roman.
Eline sağlık Neşe Abla.
Bu vesile ile Lope de la Pena ve Luis Salano’ya Rahmet-i Rahman dilerim.
karargazete