Cumhuriyet Bayramı resepsiyonu (muayyede/ bayramlaşma, kabul proğramı)"na CHP lideri katılacak mı, katılmayacak mı denilirken, o mes"eleyi, "isteyen katılır, isteyen katılmaz.." diye geçiştirirken, meğer, onun zihnini asıl meşgul eden konu, Cumhuriyet Halk Partisi imiş..
Cumhuriyet Halk Partisi deyip geçmiyelim.. Kemalist-laik rejimin politik arenadaki en temel kuruluşu, aslî karargâhı.. Onun içindindir ki, M. Kemal, en yakın arkadaşlarına, "Ya askerlik, ya da meb"usluk/ meclis üyeliği.. İkisi birden olamaz.." demişti, haklı bir taleble.. Ama, kendisini "Reis-i Cumhûr / Cumhurbaşkanı" seçtirdikten sonra, ölünceye kadar, CHP"nin Genel Başkanlığı"nı elinden bırakmamış vekendisine, "bu iki makam ve sıfattan birini terketmek isteseniz, hangisinden vazgeçerdiniz?" şeklindeki farazî bir suale, hemen, "Reis-i cumhûrluktan.." cevabını vermiş ve CHP Genel Başkanlığı"ndan ayrılmayı ise, asla düşünemiyeceğini belirtmişti..
Çünkü, asırları bulan bir devlet yönetimi geleneğine sahib bir saltanatın yerine bir yenisi ikame edilir /kurulurken, elinde sağlam bir teşkilat olmazsa, ne büyük sıkıntılar çekeceğini biliyordu.. Cumhûrbaşkanlığı"nı bir daha ele geçirebilirdi, ama, bir teşkilatı elinden çıkardıktan sonra onu tekrar ele geçirmesi o kadar kolay olmayabilirdi..
Evet, Kılıçdaroğlu da, Deniz Baykal"ın kendi partisinden evli bir kadın m. vekiliyle ilişkisini yansıtan utanç verici video görüntülerinin ortaya çıkması ve istifa etmesinden sonra; kendisini hemen ve ustalıkla Genel Başkanlığı getiren Genel Sekreter Önder Sav"ın üzerindeki gölgesinden kurtulabilmek ve 6 aya yakın zamandır başında bulunuyor gibi gözüktüğü CHP"nin gerçek mânada Genel Başkanı olabilmek gibi derin planların içinde, Cumhuriyet Bayramı günlerinde zihnini bu konulara yoğunlaştırmıştı ki, resepsiyona katılmamıştı..
Ve kendi partisinden de sadece iki m. vekili katılmıştı.. Demek ki, partisinin m. vekillerinin herbirisi de, yaklaşmakta olan bir fırtına öncesi sessizliğinde bir iç boğuşmayı bekliyorlardı..
Ama, ilginçtir; Kılıçdaroğlu, "kendisinin resepsiyona katılmamasının Cumhurbaşkanı"nın hanımının örtülü olmasına karşı bir tavır olarak alglanmamasını, ona saygılı olduğunu" özellikle vurgulamak ihtiyacı duyuyordu.. Halbuki, üç yıl öncelerden, yani Abdullah Gül"ün Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra Köşk tarafından verilen resm-i kabullere CHP eski lideri Baykal ve m. vekilleri, Hayrunnisâ Gül"ün örtüsüne karşı bir tavır olarak katılmayacaklarını- katılmadıklarını açıklayıp durmaktaydılar..
Kılıçdaroğlu"nun bu açıklamalarının samimî olması umulur..
Başbakan Tayyîb Erdoğan ise, Kılıçdaroğlu"nun o resepsiyona katılması gerektiğini ifade ediyordu. Erdoğan"ın bu sözlerine karşılık verirken, Kılıçdaroğlu"nun söyledikleri sözler ise, tama bir patavatsızlık örneği idi.. Kılıçdaroğlu, Erdoğan"a, "Sen gittin de boyun mu uzadı?" diyor, "dam üstünde saksağan.." tipi bir laf ediyordu..
Herkes, kendi sözünün sahibidir ve sözleri, kendi şahsiyetinin aynasını yansıtır.. Ama, sahi, Kılıçdaroğlu"nun özenle gittiği törenlere katılması sonrasında, birileri de ona, "Gittin de boyun mu uzadı?" deseler, bu lafı makûl karşılar mıydı?
Ama, o, fikrî ve ahlâkî seviyesi her ne olursa olsun, bu sistem içinde Ana Muhalefet Partisi lideridir, kendi tavrını siyasî taktiklerine göre de belirlemek gereği duyabilir.
*
Asıl sorgulanması gereken, bir siyasî parti gibi davranan TSK'dır!
Ama, Çankaya"daki resepsiyona katılmayan bir diğer makam sahibi daha var ki, o, bir memurdur ve diğer memurlardan farkı, elinde silah bulunmasıdır..
Evet, Genelkurmay"dan, TSK"dan sözediyoruz..
Genel Kurmay Başkanlığı, C. Başkanı"nın resepsiyon verdiği saatlerde, Gül"ün 3 yıllık cumhurbaşkanlığı boyunca olduğu üzere, yine ayrı bir resepsiyon tertibledi..
Yani, TSK da bir siyasî parti gibi davrandı..
Halbuki, TSK, devlet sistemi içinde, Başbakan"a karşı sorumlu olan ve de başkomutanı da Cumhurbaşakanı olan bir kurumdur.
Ama, bu kurum, Osmanlı'nın son 300 yılını harâb ve mahv'u perişan eden yeniçeri hastalığından bir türlü kurtulamadığını bir daha sergilemek istercesine ve de başkomutanının emrine nanik yaparcasına, ayrı bir resepsiyon tertiblemiştir..
Başkomutan / Cumhurbaşkanı, bu durumda Genelkurmay Kurmay Başkanı"na şunu sormalıdır: "General, sizin verdiğiniz resepsiyona emrinizdeki bir komutan ma"zeretsiz olarak katılmayıp, tam o saatlerde size bilgi vermeden, bir de ayrı bir resepsiyon tertib etse, tavrınız ne olur?"
Bu sorunun cevabı açıktır: Derhal, "itaatsizlik, disiplinsizlik ve hattâ isyana teşebbüs" vs. gerekçesiyle "TSK"dan tard etmek /atmak cezası ile' cezalandırılır..
Ama, Çankaya'daki resepsiyonu 'bütün Türkiye buradaydı..' gibi bir iddia ile cümle kurarak öven Gül ise, bu konuda sorulan bir soruyu, 'bayram geride kalmıştır, geleceğe bakalım..' diyerek teğet geçmiş, mes'eleyi mes'ele olmaktan çıkarmak taktiğiyle çözümlemek eğilimi taşıdığını göstermiştir.
Ancak, Genel Kurmay Başkanlığı'nın TSK"ya yayınladığı bir geneldege, ' ülke çapında verilecek resepsiyonlarda, başları örtülü hanımların resepsiyonlarda hazır bulunmaları halinde, asker kişilerin o mahalli derhal terketmeleri'nin emredildiği medyada yer aldı..
Başbakan Erdoğan ise, 'böyle bir şey varsa, gereken yapılır..' demekte..
Başbakan Erdoğan'ın bu konulardaki hassasiyeti bilinmekle birlikte, bazen, buhranı zamana yaymaya çalıştığı ve kendisine göre bir zamanlama yaptığı da biliniyor.. Bu duruna göre, bu hususta da, ileride bu davranışın hesabının faturasını bir şekilde sunmaya çalışacağı umulur.. Ancaak, bunun da, ay bacadan savuşmadan yapılması gerekmektedir..
*
Ama, burada üzerinde asıl durulması gereken iki noktaya da değinelim:
1-TSK, bir türlü mübtelâ olduğu yeniçerilik hastalığından bir türlü şifa ve nekahat bulamamış, kurtulamamıştır.. O yeniçeri hastalığı ki, Genç Osman diye bilinen II. Osman"ın, 1622"de Yeniçeri İsyanı sırasında, saraydan alınıp, uyuz bir ata bindirilerek, yarı çıplak vaziyette, en çirkin ve ilkel kızgınlık gösterileri halinde, Topkapı"dan Yedikule"ye getirilmesi, nice ahlâksız zulüm ve işkenceler gösterileri ve, "Yapmayın n"olur, dün padişah idim, bugün üryan kaldım, bu dünya size de kalmaz.." yakarmaları altında, Yedikule Zindanı"na konulup kemend atılarak boğulması şeklindeki korkunç cinayeti işledikten sonraki 300 yıl içinde, 1922"ye kadar 5 Padişah'ı daha Yeniçeri Ayaklanmaları sonunda katletmiş, iki tanesini azletmiş, 10"larca Sadrâzam / Başbakan da Padişah tarafından Yeniçelerin eline- insafına bırakılmış, onlar da o kişilerin kellelerini koparıp, bir sırığa geçirerek ve aldıkları (ve yem, ot mânasına gelen) ulûfelerin /bahşişlerin sevinç gösterileri arasında İstanbul sokaklarında "Yaşasın Padişahımız, Yaşasın Şeriat.." diye gösteriler yaptırmıştır...
Evet, bu gibi durumlarda temennilerin dile getirilmesi, şu şöyle, bu böyle yapılmalı demek kolaydır da, asıl mes"ele bu hastalığın nasıl tedavi edileceğidir..
2- Sahi, 'boyunuz mu uzadı..' gibi tuhaf laflara hak kazandıracak şekilde, nedir bu resepsiyonlar? Bunun bütün ülke çapında, halk / cumhur adına denilerek, bütün ülke çapında, bütün yönetim birimlerinde, ve askerî garnizonlarda verilen resepsiyonlarda verilen bu resepsiyonlarda yapılan harcamalar o katılımcıların cebinden mi çıkıyor, fakir-fukaranın cebinden de çıkan vergilerden mi?.
Bu gibi yıldönümlerinde, haydi, meydanlarda bir takım resmî kutlama gösterileri, törenler yapıldı diyelim, ama, Abdullah Gül ve Tayyîb Erdoğan"lar, içinden geldikleri müslüman halkın mantığına ve temel değerlerine göre devrim çapında bir neşter vurup, cumhura vekalet iddiası ile yapılan resepsiyonların bütünüyle kaldırıldığını açıklamalı değil midirler?
Üzerinde dikkatle durulması gereken husus ise, CHP ve TSK katılmış olsaydı bile, Çankaya'daki resepsiyonun cumhûr'la, halkımızın büyük bir kısımını dünyasıyla bir bağının olmadığı gerçeğinin görülmesidir.. Müslüman halkımız bu gibi ruhsuz ve gereksiz törenlerden bîzârdır, velev ki Abdullah Gül tarafından tertib edilmiş olsa bile..
*
Diktatöre "diktatör" demenin suç olduğu bir acaib ülke..
Taraf'tan Ahmet Altan'ın 5 Kasım 2010 günü kaleme aldığı yazı sadece aktüel bir CHP eleştirisi sayılamıyacak derece önemli tesbitleri taşıyor..
Bu tesbitler yeni bir şey değil, ama, bunları 'müslüman' olarak bilinenler yazsa, üzerine gerici, yobaz, mürteci diye çullanılırdı; 100 yıla yakın zamandır yapıldığı üzere... O çullanıcılar taifesi şimdi, kendi içlerinden çıkan bir kimsenin makûl eleştirileri karşısında tepinmekten kendilerini alamıyorlar..
A. Altan'ın o yazısını anahatlarıyla özetliyerek aktaralım:
'... CHP açıkça parçalanıyor.
(...)
Bence, kendini "Atatürk ilkeleriyle" tarif eden hiçbir partinin yaşama şansı yok.
Bir kere, Atatürk"ün bir ilkesi yok.
Daha doğrusu tek bir ilkesi var, "demokrasisiz" bir ortamda ülkeyi yönetme gücünü elinde tutmak.
Onun dışında, Atatürk"ün "tersini" söylemediği bir sözüne, tersine davranmadığı bir eylemine kolay kolay rastlayamazsınız.
Kendi iktidarına odaklanmış, fevkalade pragmatist bir liderdi Atatürk.
Kendisinin iktidarda kalmasına yardım etmiş olan herkesle işbirliğine gitmiş, ihtiyacı kalmadığında da kendisine yardım eden herkesi kenara itmiştir.
Dindarların yardımına ihtiyaç duyduğunda Meclis"i camide dualarla açar.
Kürtlerin desteğine ihtiyaç duyduğunda "savaştan sonra eşit haklar" için söz verir.
Sovyet parası gerektiğinde komünistlerle iyi geçinir.
İttihadçıların örgütçülüğü işe yaradığında eski İttihadçıları yanına toplar.
Artık ihtiyaç duymadığında ise dindarları da, komünistleri de, Kürtleri de, İttihadçıları da ezer geçer.
Siz, ülkeyi tam bir diktatörlükle yönetmiş birinin "ilkelerine" sahip çıkarak bu halkla bir "bağ" kurup siyaset yapabilir misiniz?
(...)
Yirmi birinci yüzyılın başında, yirminci yüzyılın başında yaşananları tekrar etmeye, yüz yıl öncenin ölçüleriyle kendinize rota çizmeye kalkışırsanız yaşama şansınız yoktur.
(...)
"Atatürk ilkeleri" diye yola çıktığında Atatürk hakkında yalan söyleyeceksin, resmî tarih konusunda yalan söyleyeceksin, diktatörlük hakkında, demokrasi hakkında, din hakkında, solculuk hakkında, Kürtler hakkında yalan söyleyeceksin.
(...)
Geçen yüzyılın başında yaşananlar, geçen yüzyılda kaldı.
(...)
Türkiye de, dünya da değişti.
Kürtler kimliklerini, Sünni dindarlar inanç hürriyetlerini, Aleviler ibadethanelerinin resmen kabulünü, solcular düşünce özgürlüklerini istiyor.
Atatürk ilkelerinden hangisi bu istekleri karşılayabilir?
(...)
Atatürk"ün ve CHP"nin "ilkeleri" 2010 yılının Türkiye"sine uymuyor, onun için koskoca parti, siyaset tarihinde eşine az rastlanır biçimde parçalanıyor. (...)'
Evet. A. Altan'ın yazısı, özetle böyle.. Hele de bu konular üzerinde durup düşünmeye hiç de alışkın olmayan kemalist /laiklerin bu konulara tartışma zeminlerinde korkuluklara sığınmadan yaklaşmaları gerekmektedir..
*
Kemalist-laik rejim, böyle bir nesil ürettiği için gururlanabilir..
'Başörtülüler bu memlekette barınmamalıdırlar..' diyen bir genç kız/kadın kadın, üniversiteli de olsa ne yazar? Tahsil cehaleti giderir, seviyesizlik bâki kalır...
İktidar ile muhalefet arasında sert tartışmalara vesile olan 'üniversitelerde türban özgürlüğü' ile ilgili olarak vatandaşın nabzını tutan Ülke Tv, sokakta vatandaşa bu yönde çeşitli sorular yöneltmişti, geçen hafta..
Sorulan sorular ve alınan cevablar arasında en dikkat çekeni ise, genç bir kızın örtülüler için söylediği küstah ve saygısız sşzler idi..
Alt dudağının altına percing denilen metallere taktırmış olan bir kız..
Üzerindeki elbisenin göğüs kısmında kocaman bir Che Guevera resmi karşımızda duruyor..
Bu kızın o Guevera ile hiç bir bağının olmadığı da ortada..
Marmara Üni."de Öğretmenlik Fakültesi"nde okuduğunu söylüyor..
Geliniz, onun zırvalarından bir zakkum demeti sunalım, koklayabilene aşk olsun.. 'Rabbim sen aklımı koru..' demeyi de ihmal etmeyiniz:
'-Sizce başörtüsü problemi neden çözülemiyor?
*Halk câhil bırakılıyor.. Eğitim sistemi çok kötü.. Ayrıca insanlar iktidara oynuyor.. Geçmişte başkaları iktidarda iken, o şekilde oluyorlardı.. Para neredeyse, insanlar oraya göre hareket ediyorlar..
-Başörtüsüyle okumak isteyene kızlar okuyamıyorlar, size göre bu problemler nasıl çözülecek?
*Başörtüsüyle okumak isteyen kızlar okumasınlar.. Çünkü onların zaten okumak gibi bir isteği yok demek ki.. Okumak isteyen insan biraz gelişmiş olur ve bu işin başörtüsüyle, bir kumaşla alâkalı olmayacağını bilir herhalde..
" Bakın, etrafta insanlar Yemen"de, Afganistan"da gibi.. Bunun ard niyetli olduğunu insanlar anlamalı.. (...)"Neden bu başörtülerinin hepsi aynı desene sahib, aynı desinatörlerin elinden çıkmış gibi, birbirinin aynı?.. Neden hiçbirisinin üzerinde dünya barışı ile ilgili bir işaret yok? Hiç bunları düşündünüüz mü? Bayağı üniformadır türban.. (") Ben şiddetle karşıyım, başörtülünün girmesine. Ben değil üniversiteye girmesine, başörtülünün bu ülkede barınmasına da karşıyım.. Başörtülü üniversiteye girecekse, dazlaklar da , kafasına dövme yaptıranlar da girebilmeli.. Biz şapkamızı takıp giremiyoruz.. Bunun sonu yok... Biz istediğimiz gibi giremezsek, türbanlı da girmesin o zaman.. (") Ben örtünmeye karşı değilim.. 75 milyon çeşidi var örtünmenin.. Bakın (lüle lüle örülmüş saçlarını gösteriyor), benim saç tarzım da bir türban sayılır..
Türbanın insanı sosyal yaşamdan engellediğini biliyor musunuz?.. Bu insanlar nasıl atletizm yapacaklar, müzik, resim yapacaklar? Bu insanlar san"at-manat, hiçbir şeyle uğraşamaz, anlatabiliyor muyum? Çarşaflı bir kadını 360 dereceden hangi yönden çizerseniz çiziniz, hep aynıdır.. Hem, neden sadece kadın kapanıyor, erkek de kapansın.. Yalnız kapansın ama, kapanılırsa kapanılsın; düşünceyi kapatamazlar.. '
*
Başka söze gerek var mı?
Evet, hem de Öğretmenlik Fakültesi'nde okuyan; yani yarınlarda milletin çocukların okutacak olan birisi..
Üniversite eğitimi görüyor ve yığınla mantıkî çelişkiler içinde hezeyanlar ediyor..
Yani, kemalist-laik rejimin bir gurur âbidesi olabilecek gerçek bir utanç tablosu...