Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan yine “ezber bozan” bir konuşma!

Hasan Karakaya

Ben, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan için; “Türkiye Sevdalısı bir adam... Halkın içinden  biri... İçimizden biri... Bizden biri...” dedikçe, birileri; oturdukları koltuğa “raptiye” batırılmış gibi zıplıyorlar; “Yandaş!.. Yalaka!.. Şakşakçı” diyorlar...

Kimin ne dediği beni elbette ilgilendirmez... Çünkü ben, Tayyip Erdoğan’ın; bulunduğu makama “gökten zembille oturtulduğunu” değil,“dişiyle-tırnağıyla, tırmanarak” geldiğini ve onun “Türkiye için bir şans”olduğunu düşünüyor, buna inanıyorum...

Haa, bir “menfaatim” var mı?..

Daha önce de yazdım;

“Bir kuruşluk menfaatim yok!”

Neyim var, neyim yoksa, “alnımın teriyle” kazandığım parayla aldım... Sahip olduğum bütün imkânlar, “gazetem Akit’ten aldığım ücretle”edinilmiştir!..

Özellikle “Paralelciler” bunu bilsin ki, ikide bir “Erdoğan’a diyet ödediğimi” söylemesinler!..

Ben, bu adamı seviyorum...

“Allah için” seviyorum.

“Türkiye için” seviyorum.

“Millet için” seviyorum.

“Mücadele ruhu”nu seviyorum.

İnanıyorum ki;

Gecesini-gündüzüne katarak, zaman zaman “yatak yüzü bile görmeden”yaptığı çalışmalar, “bu memleket ve bu ülke için”dir.

“32 yıldır tanıyorum” onu...

İlk tanıdığımda nasılsa, bugün de milim sapmış değil.

OSMAN ÖZTÜRK’ÜN TALEBESİ

“Vefa” denilen kelimenin; bir “semt adı” veya “boza markası” değil, gerçek anlamındaki “satmama, sahip çıkma” olduğunu onda gördüm!..

Haa; elbette “üstünü çizdiği” adamlar olmuştur... Ama “altını çizdiği”adamlara da,sonuna kadar sahip çıkmış, hep “vefalı”olmuştur.

Bunun son örneği de, dün ebediyete uğurladığımızOsman Öztürk Hoca olmuştur.

Bilenler bilir...

Prof. Dr. Osman Öztürk, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün İmam Hatip Lisesi ve üniversitede okurken hocalığını yapmıştır... Prof. Dr. Öztürk, merhum Başbakan Necmeddin Erbakan’ın da yakın çalışma arkadaşıydı.

Bir “hoca”ydı...

Bir “ilim adamı”ydı...

Birçok üniversitede görev yaptı.

Doğu ve batı dünyasında; konferans ve dersler verdi, milletlerarası toplantılara iştirak etti... Prof. Dr. Osman Öztürk’ün; yayınlanmış 15 kitabı, 120 civarında Türkçe-Arapça-İngilizce makale ve milletlerarası ilmi toplantılara sunulmuş tebliğleri bulunuyordu...

“Hoca gibi hoca”ydı, “adam gibi adam”dı, “iyi bir Müslüman”dı...

Her Hoca gibi, o da üniversitelerdeki görevlerini bitirdikten sonra“emekli” oldu...

Ama, Tayyip Erdoğan yalnız bırakmadı onu... “Ahirete yolculuğu”nda da yalnız bırakmadı... Nasıl “vefalı bir öğrenci” olduğunu dün de gösterdi... Ama, sağlığında; Prof. Osman Öztürk’ü, önce “YÖK Genel Kurulu Üyeliği”ne getirdi, sonra da “Başbakanlık Başmüşaviri” yaptı...

Benim “vefa” dediğim, işte bu...

Prof. Osman Öztürk Hoca’ya Cenab-ı Allah’tan rahmet, yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ediyorum.

Allah, mekânını cennet eylesin..

ŞÛRA’DAKİ KONUŞMASI

Erdoğan, sadece “vefalı” değil, aynı zamanda “sevdalı” bir adam... Türkiye’ye ve bu millete öyle bir  “sevdalı” ki, onun için “Türkiye delisi”denilirse, abartı olmaz...

Bu “ülke”nin, bu “millet”in refah, mutluluk ve özgürlüğü için gece-gündüz çalıştı, hâlâ çalışıyor...

Gerçekten de;

“Türkiye delisi bir adam.”

Türkiye’nin üzerine “toz” konmasın, ayağına “taş” değmesin diye,  “Her şey Türkiye için... 

Her şey millet için” diye şehirden şehire, ülkeden ülkeye koşturup duruyor.

Dün de, Antalya’daydı...

Evet; “küresel ekonomi”ye yön veren “G-20 Platformu”nun nabzının atacağı, “G-20 toplantıları”na ev sahipliği yapacak olan Antalya’da...

Dün, Antalya’da “19. Milli Eğitim Şûrası” toplandı... “Karma Eğitim Mecburiyeti”nin de tartışıldığı “Şûra”nın açılışında konuşan Tayyip Erdoğan; her zaman olduğu gibi; “Milletin Adamı” olduğunu, nasıl bir“Türkiye sevdalısı”olduğunu, dün de gösterdi.

“Eğitim”le,“öğrenci”lerle ve“öğretmen”lerle girdi söze ve dedi ki; 

“Şûra’da eğitim güvenliği de ele alınacak... Uyuşturucunun ciddi bir tehdit teşkil ettiği bu çağda, okulların ve öğrencilerin bu tehlikeden uzak tutulması konusunda Şura’da ciddi kararlar alınacak... Türkiye’de öğrenim gören 31 milyon öğrencinin rahat, huzurlu ve kendilerini güvende hissedecekleri bir eğitim-öğretim sisteminin inşa edilmesi büyük önem arzediyor.”

DERSHANELER VE İHANET ŞEBEKESİ

Sonra, “dershaneler” konusuna getirdi sözü ve “Tost ile Test arasında sıkışan öğrenciler” için dedi ki; 

l “Dershane gibi eğitimin özüne, ruhuna, eğitimin gayesine tamamen ters bir meseleye neşter attık diye nasıl saldırılara maruz kaldığımızı sizler de izlediniz.”

l “Dershaneleri kaldırarak öğrenci lehine, öğretmen lehine, özellikle de veliler lehine bir adım atmak istiyorsunuz, karşınıza çok büyük ihanet şebekeleri çıkarılıyor.”

Gittikleri yerlerde, birçok “öğrenci velisi”nin; “Okullar varsa, dershaneler niye var?.. Dershaneler varsa, okullar niye var?” sorusuyla karşılaştıklarını ve onları haklı bulduklarını söyleyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

 “Siz bu zulmü ortadan kaldırmak istediğinizde karşınıza kendi kirli tezgahını korumak isteyen, gözünü para bürümüş, gözünü hırs bürümüş bazı ihanet şebekeleri çıkıyor... İşte ne yaptıklarını gördünüz, bir grup; dershaneler uğruna ülkeyi ateşe atmaktan, ülkeyi yangın yerine çevirmekten kaçınmayacağını herkese gösterdi... Niye?.. Oradan ihanet sistemlerine para devşiriyorlardı, oradan ihanet çetelerine adam devşiriyorlardı... Siz bu kirli çarka çomak soktuğunuzda da en ağır iftiralara, ithamlara, hatta darbe girişimlerine maruz kalıyorsunuz. 

O, orada tezgahını koruyacak, adeta Anadolu’nun, Trakya’nın yoksul, gariban insanının kanını emecek, emeğini sömürecek, siz bu zulme karşı çıktığınız için iftiralara, ithamlara, darbe girişimlerine maruz kalacaksınız. 

İşte biz buna boyun eğmedik..

(..)

Yoksulun sırtından geçinen bu şebekeye karşı kararlı şekilde mücadele etmeye devam edeceğiz. Allah’ın izniyle de bu dershane sorununu artık Türkiye’nin gündeminden çıkardık, çıkarıyoruz. 2015 Eylül, bitiyor.”

NASIL BİR GENÇLİK?

Erdoğan, “dertli” adam... “Türkiye’nin her sorununu dert edinen” ve“çözüm” bulmaya çalışan bir adam...

Dolayısıyla, tek derdi “dershaneler” değil... “Eğitim sistemi”ni ve“öğrencilerin yetiştirilme tarzı”nı da dert ediniyor...

Meselâ, dün özetle dedi ki;

l “Einstein kimdir deseniz; her gencin söyleyecek bir ya da birkaç cümlesi vardır... İbni Sina kimdir, deseniz çoğunun bu ismi hiç duymadığını görüyorsunuz... Yabancı pop şarkıcılarının adını ezbere sayan ama Dede Efendi’yi, Itri’yi tanımayan, Neşet Ertaş dinlemeyi hakir gören, kendi sanatçısından maalesef utanan gençlerimiz var.”

l “Bizim öğrencilerimiz elbette Einstein’ı öğrenecek ama bunun yanında İbni Sina’yı da öğrenmeli. Beethoven’ı öğrendiği kadar, Itri’yi ve Dede Efendi’yi de öğrenmeli, tanımalı, bilmeli, dinlemeli.”

l “Şunu unutmayalım: Taklit eden, takip eden her zaman bir adım geride kalır... Biz kendi değerlerimizle, kendi özümüzle, kendi tarih ve medeniyet birikimimizle biz olacağız, o şekilde biz kalacağız.”

l “Eğitimin insan formatlama aracı olarak kullanılmasına bizim tahammülümüz olamaz, aynı şekilde öğrencileri adeta at yarışındaymış gibi birbiriyle yarıştıran sisteme bizim tahammülümüz olamaz.”

Söyleyin Allah aşkına;

Bu tür “ezber bozan” cümleleri herhangi bir Cumhurbaşkanı’nın ağzından duydunuz mu?..

Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın, gençlerin; “bir elinde Kur’an, bir elinde bilgisayar” olmasını istediği, merhum Başbakan Necmettin Erbakan’ın da, “Milli ve Manevi kalkınma” dediği için başlarına neler geldiğini biliyorsunuz...

NASIL BİR EĞİTİM SİSTEMİ?

Ama Tayyip Erdoğan, “millî iradeden aldığı güç”le, ezberleri bozmaya ve“gençlerimize hedef göstermeye” devam ediyor.

Dün, açıkça söyledi bunu:

l “Eğer gençlerimiz eğitim gördükçe, diline, tarihine, ecdadına, kültür ve medeniyetine yabancılaşıyorsa, orada çok ciddi eğitim, öğretim sorunu var demektir... Eğer gençlerimiz en başta kendilerine, mensup oldukları topluma ve ülkeye yabancı oluyorsa, eğitim sisteminin kendisini özeleştiriye tabi tutması kaçınılmazdır... Okullar dünyanın neresinde olursa olsun kendi dilinden, kendi toplumundan, kendi kültür ve medeniyetinden utanan ve uzaklaşan bireyler yetiştiriyorsa orada talimde ve terbiyede ciddi arıza var demektir. Eğitim sistemi, en başta öğrenciye özgüven vermek zorundadır.”

l “Çünkü biz şuna inanan bir toplumuz: İlim, Müslüman’ın yitiğidir, nerede bulursa alır... Ancak Çin’deki, Amerika’daki ilmi alırken kendi özümüzden, ruhumuzdan kopmayacağız. Başkalarına hayranlık duyan değil, kendisine hayranlık duyulmasını gaye edinen bir gençliği, bu gençliği yetiştirecek bir eğitim-öğretim sistemini işte bu şûra vasıtasıyla inşa edeceğimize, ihya edeceğimize inanıyorum. Demokrasimizin, siyasetimizin, idaremizin ihtiyacı olan kendisine güvenen, kendisini bilen, toplumunu bilen gençlerdir. Biz, biz olduğumuz zaman göreceksiniz takip etmekten taklit etmekten çıkacak; öncü, lider, takip edilen bir ülke olacağız.”

VESAYETE HAYIR

Cumhurbaşkanı Erdoğan, dünkü konuşmasında, sadece “gençlere hedef göstermekle” kalmadı, aynı zamanda “sivil siyaseti dizayn etmeye” çalışan“vesayetçi anlayış”lara da ayar verdi ve tartışma gündemindeki Anayasa Mahkemesi’ne de sert sözlerle yüklendi.

Özetle dedi ki;

l “Egemenlik, bürokrasinin değildir, egemenlik yargı bürokrasisinin, askeri bürokrasinin değildir, egemenlik Anayasa Mahkemesi’nin de değildir. Egemenlik milletindir. Hiç kimse, hiçbir kurumu, kendisini, milletin üzerinde, milletin meclisinin üzerinde, özellikle de siyaset kurumunun üzerinde görmemelidir.”

l “Hiç kimse şahsi hırslarına yenik düşerek, kendi şahsi istikbal ve ikbal gayesinin peşine düşerek millete, Millet Meclisi’ne ve siyasete istikamet çizemez, tehdit ihtiva eden ifadelerde bulunamaz. 1960 Türkiyesi’nde değiliz. Darbe ortamında hiç değiliz. Darbe ürünü kurumlar, çıkıp da siyasete hiza vermeye yeltenemez.”

l “Türkiye’nin kitap yüklenmiş, kuru bilgi yüklenmiş, dogmatik zihinlere değil, özgür ve özgürlükçü, demokrasiyi ve milli iradeyi içselleştirmiş, özümsemiş bireylere, böyle yöneticilere, böyle yargıç ve yüksek yargıçlara ihtiyacı var.”

MİLLET, BUNUN İÇİN SEVİYOR

İşte ben;

“Vesayet”lere karşı dik durup, “milli irade”ye sahip çıktığı için... “Ülkenin menfaatleri”ni öncelediği ve “milletin değerlerini, özünü ve özgürlükleri ön planda tuttuğu” için bu adamı seviyorum...

Başta da dediğim gibi;

“Vefalı” olduğu için seviyorum...

İşte dün, “Antalya’daki Şura”dan sonra İstanbul’a geldi ve “Hocası Osman Öztürk”ün, Fatih Camii’nde kılınan “cenaze namazı”na katıldı, onun tabutunu omuzlayıp, ebediyete uğurladı.

Böyle bir “vefalı” adamı, böyle bir “öğrenci”yi kim sevmez?..

Elbette “Paralelciler” sevmez,

Elbette “Vesayetçiler” sevmez!..

Ama millet, onu seviyor...

 *********************************************************************

Erdoğan’ın “3 alternatif”ine niye cevap vermediniz?

Tarih 30 Eylül 2013... Ben, o günlerde Salihli’de idim... “Davet” gelince kalktım, Ankara’ya gittim... O günlerde “Başbakan” olan Tayyip Erdoğan, bütün medya temsilcilerine “Demokratikleşme Paketi”ni açıklıyor ve“muhalefet”e şu “3 alternatif”i  sunuyordu:

“1- Yüzde 10 barajı ile devam edelim... 2- Barajı yüzde 5’e çekip, 5’li gruplandırma ile Daraltılmış Bölge Sistemi’ne geçelim... 3- Barajı kaldırıp, Dar Bölge Sistemi’ni getirelim.”

Peki, Tayyip Erdoğan’ın 30 Eylül 2013’te teklif ettiği “Gelin, barajları sıfırlayalım... Gerekirse Dar Bölge’ye geçelim, ya da Daraltılmış Bölge Sistemi’ni uygulayalım” sözleri, bir karşılık buldu mu “muhalefet”ten?..

Birkaç gün tartışıldı, sonra herkes kulağının üstüne yattı. Şimdi kalkmışlar, tam da “yumurta kapıya dayanmışken” tartışıyorlar: 

“Baraj kaldırılsın, ya da düşürülsün!”

Hani; “Türk’ün aklı ya kaçarken, ya ...ken gelirmiş” derler ya, bu da böyle!.. Seçime kalmış 6 ay, kalkmış “seçim barajı”nı tartışıyoruz!..

Bence, “seçim barajı”nı değil de; bir “darbe ürünü” olan “Anayasa Mahkemesi”ni kaldıralım!.. 

Ki, sorunu kökten halledelim!..

Böylece, “1980’de darbecilere alkış tutan” bir “vesayet”ten daha kurtulmuş oluruz!..

Hem “vesayet”, hem “özgürlük” yürümüyor işte!.

yeniakit