Gazete adı vermeyeceğim, tahmini güç değil. Türkiye’de birinci sayfasını mizaha tahsis eden gazeteyi okuyucularımız keşfetmekte güçlük çekmez. Yazar adı da vermeyeceğim, en mizahilerinden biri Atatürk ticaretinde zirve yapmıştı. Ivır zıvır bir kitabını bilmem kaç bin liraya Atatürk kültçülerine kakalamıştı. Gazetenin birinci sayfasında “haberini görmeyeyim mi!
Makaraları koyverdim! Hiç de güleceğim yoktu!
Hem de resimli haber. Beş tane “halk”la konuşan Atatürk resmi! Gel de inanma!
Fakat hiçbiri cumhuriyetten önceye ait değil.
Nereden mi biliyoruz? Hepsi şapkalı, yani 1925’ten sonraya ait. Hatta büyük ihtimalle 1930 sonrasına ait resimler.
Bu durumda Atatürk’ün cumhuriyetten sonra halkla “cumhuriyeti ilan etmekle iyi mi ettim” mevzuunu konuştuğunu tahmin edebiliriz. Böyle söylemememiz halinde arkadaşları yalancı çıkarırız ki, yakışık almaz!
Gazetecilik pek eğri oturup doğru konuşmak mesleği değildir. Zaten doğru oturmak meslekte alışılmış bir hal değildir. Eğri oturmak en hafifi, çoğu gazeteci amuda kalkar da en doğruyu gördüğünü iddia eder. Ya doğruyu söylemek?
O bahse hiç girmeyelim!
Hele tarih ve bilhassa yakın tarih sözkonusu olduğunda bazıları için gerçeğin semtinden geçmek bile mümkün değildir. Atatürk onların oyuncağı olmuştur, istediklerini söyletirler, sıkıştı mı vecize uydururlar. Bunu da delil olarak öne sürerler.
Geçenlerde bu gazetede basın hürriyetinin Atatürk zamanında en ileri seviyede sağlandığını iddia eden bir haber vardı. Doğrusu cımbızla bile bulunmayacak bir haber. Esası şu ki, Atatürk devrinde basın kanunu iki kere sıkılaştırıldı. Gazete çıkarmak neredeyse imkânsızdı, muhalefet asla mümkün değildi. Yine bu palavracıları kızdıracak bir şey hatırlatalım: Türkiye’de En çok gazeteci cezalandırılan dönem Atatürk dönemi idi!
Ağır cezalar, sürgünler bu döneme aittir. Siz Nâzım Hikmet’in, Kemal Tahir’in Demokrat Parti döneminde cezalandırıldığını mı sanıyorsunuz?
Gelelim cumhuriyetin ilanına…
Şimdi bu yavrular, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkar çıkmaz halka “ey ahali cumhuriyet kuracağım peşime düşün” dediğini de yazarlar. Mustafa Kemal Paşa, hem Erzurum Kongresi’nde, hem Sivas Kongresi’nde hem de Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılışından hilafete ve saltanata bağlılığını defalarca ifade etmiştir.
Peki o sıralar bize “cumhuriyet” teklif eden kimdi? İngiliz Hariciye Nazırı adına İngiliz temsilcisi Yarbay Rawlinson. Özeti şu: “Cumhuriyet idaresine geçin, İstanbul’u başkent olmaktan çıkarın, Ingiltere size yardım edecektir.”
“Zaten krallığın modası geçti” diyen Rawlinson, 27 Kasım 1919’de Erzurum’da Kâzım Karabekir’le görüşmesinde yaptı bu teklifi.
Gelelim, cumhuriyetin ilânına…
Cumhuriyet öyle inkılâp tarihi kitaplarında yazıldığı gibi güle oynaya ilan edilmedi. Hatta diyebiliriz ki, cumhuriyet darbe şeklinde ilan edildi.
Mustafa Kemal Paşa, Milliî Mücadele’nin birinci derecede kahramanlarından Rauf Orbay, Kâzım Karabekir ve hatta Harbiye’den sıra arkadaşı Ali Fuat Paşa’ya bile haber vermek lüzumunu görmedi.
Şimdi bu uydurma tarih pazarlamacıları köpürecekler; “bizim Atatürk imajımızı sarsma” diye. Onlara söyleyeceğim şu: Baylar, hiç olmazsa Nutuk okuyun. Bakın Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta ne diyor:
“Efendiler, görüyorsunuz ki, Cumhuriyet ilânına karar vermek için Ankara’da bulunan bütün arkadaşlarımı davet ve onlarla müzakere ve münakaşaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim.”
Yok canım, arkadaşlarını bir tarafa bırakın, o yine de ne yapıp yapmış, halkla konuşmuştur!
Peki cumhuriyet nasıl ilan edildi?
Ankara dışında bulunan milletvekilleri bilhassa davet edilmedi. Peki Ankara’dakilerin hepsinin katılması istendi mi?
Elbette hayır! Katılması uygun bulunmayanların kapısına silahlı polis dikildi. Ve cumhuriyet 291 üyeden 158’inin katılmasıyla ilân edildi!