Dağ’dan gelmiş, Bağ’dakileri kovmaya çalışan “köksüz”ler

Hasan Karakaya

Eskiler, “Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al” derlermiş ya; biz de eskilerin sözüne itibar edip, gündemdeki kadın Defne Halman’a bir bakalım... Elbette “anası” kimdir, bilmiyorum ama “babası” hakkında küçük bir “anekdot” aktarayım...

Defne Halman’ın babası Talat Sait Halman’dır...  “Türkiye’nin ilk Kültür Bakanı” olma özelliği taşır ama, “sadece 5 ay bakanlık” yapmıştır.

13 Temmuz 1971’den,

13 Aralık 1971’e kadar.

Peki, bakanlığı niye “kısa” sürmüştür?.. İşte burası enteresan!..

Talat Halman; Devlet Konser Salonu’nda, “Itri’nin eserlerinden oluşan bir konser” verdirilmek isteyince, “Devlet Sanatçısı ünvanı taşıyan Suna Kan”, itiraz eder;

“Bu salonda, sadece Batı müziği icra edilir!.. Burada, Itri’nin adı bile geçemez!”

Talat Halman zor durumda kalmıştır!..

Öyle ya; Suna Kan; “Bu salonda Itri konseri verilirse, Devlet Sanatçılığı’nı iade ederim!” diye “tehdit” etmekte ve bir “skandal”ın işaretlerini vermektedir... Ama yine de, Talat Halman, bu tehditlere aldırmaz!..

Talat Halman’ı ikna edemeyen Suna Kan, bu defa İsmet İnönü’ye gider, onu ikna eder ve Nihat Erim üzerinde “baskı” kurdurur!..

Peki, Nihat Erim ne yapar?..

“Itri Konseri’nin yapılmaması” için, “Kültür Bakanlığı’nı lâğveder” iyi mi?!?..

Tabiî, Talat Halman’ın bakanlığı da, “sadece 5 ay” sürer!..

O MESCİD ZATEN YAPILIYOR!

Defne Halman, işte böyle bir babanın kızıdır!.. Ama görünen o ki; bedeninde “babasının” değil de; “Suna Kan’ın kanı” dolaşmaktadır!..

Öyle olmasa;

“Sadri Alışık Ödül Töreni”nde, “yılın en iyi kadın sanatçısına ödülünü vermek üzere” sahneye çıktığında; “Rumelihisarı sahnesine mescit yapmak isteyenlere izin vermeyelim” gibi, “skandal bir çağrı”da bulunmazdı!..

Kaldı ki, bu çağrıda bulunmakla, ne kadar “zırcahil” olduğunu da ortaya koymuş oldu!.. Çünkü o mescit; şu an zaten “yapılıyor” ve inşaat da “bitmek” üzere!.. “Ramazan ayı”na yetişmese bile, inşallah “bayram”a yetişecek!..

Kaldı ki, Danıştay da karar verdi: “Orası, konser sahnesi olarak kullanılamaz!”

Bütün bunlara rağmen o konuşmayı yapıyor.. Belli ki, “zihniyetini kusmak” istemiş!..

Dahası, o mescit;

Hisarın içinde yer aldığından Hisar Camii, hisara Boğazkesen Kalesi dendiği için Kale Camii, Fatih Sultan Mehmet Han yaptırdığı için de Fatih Sultan Mehmet Mescidi diye adlandırılmış ve hepsi de değişik vesilelerle kullanılarak yaşatılmıştı... Fakat o en çok, Sultan II. Mehmet’e “Fatihler babası” manasına gelen “Ebu’l Feth” sıfatı verildiği, camiyi de o yaptırıp vakfettiği için, Ebu’l Feth Camii adıyla anılmıştı.

“400 yıl” boyunca da “cami” olarak kullanılmış, “ecdat düşmanları” tarafından sadece “48 yıl” sahne(!) olarak kullanılmış!..

Hani, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan; bunlar ve bunları destekleyen gazeteciler(!) için, “köksüz, cibiliyetsiz” dedi ya; bunların, gerçekten de “kök”leri yok, “cibiliyet”lerinde bir bozukluk var!..

Dün “dağ”dan gelenler, bugün “bağ”dakileri kovmaya çalışıyor!..

Siz kimsiniz be!.. Kimin bağından, kimi kovuyorsunuz?!?..

DALLASVARİ İLİŞKİLER!

Bunların;

“Ahlâk, namus” gibi kavramlar da umurlarında değil!.. Hani; “kimin elinin, kimin cebinde” olduğu bilinmeyen ve Türkiye’de “1980’li yıllar”da gösterilen “Dallas” dizisi vardı ya, Ceyar, her gece bir başka kadınla yatağa girerdi ya; Defne Halman’ın da, işte o 1980’li yıllarda, tam “Dallasvari ilişkiler” yaşadığı iddia ediliyor...

Kim mi iddia ediyor?..

Buyrun, okuyun:

Füsun Önal, 1980’li yıllarda yaşadığı ilişkileri “Hayatımdan Sayfalar” adlı kitapta anlatmış ve “Atilla Özdemiroğlu ile evli” olduğu dönemde “aldatıldığını”, bu yüzden de “Tarık Akan’la büyük aşk(!) yaşadıklarını” itiraf etmişti!..

Füsun Önal; 1980’li yılların sonunda sergilenen Evita müzikalinde oynuyordu. Peron rolünü oynayan Suat Arıkan’la yakınlaşan Önal, kitabında; aynı oyundaki Neco’nun ise Defne Halman’la birlikte olduğunu iddia ediyor. 

İşte Önal’ın kaleminden bu ilişkinin hikâyesi: “Che rolünde oynayan Neco o sıralarda, yönetmenimiz Ken’in asistanı olan Şehir Tiyatrosu oyuncularından Defne Halman’la flört ediyordu ama Oya ile evliydi. Defne de kocası tiyatrocu Yalçın Dümer’den yeni ayrılmıştı. Neco ile Defne birbirlerinden çok etkilenmişlerdi.” 

Gördünüz değil mi; kimin, kiminle ne yaşadığı belli değil!..

Bunlara “Sanatçı” diyorlar!..

Bunların “Sanatçı” olarak anıldığı bir Türkiye’de “Gezi kalkışması” da olur, “mescid düşmanlığı” ve “sapıklara destek” de!..

BU MU TOPLUMA DUYARLILIK?

Bilmem, hatırlar mısınız;

23 Haziran 2013’te, Taksim Meydanı’nda “LGBT’liler” yani, “Lezbiyen, Gay, Biseksüel ve Transseksüeller” bir yürüyüş yapmıştı.

Sloganlar atıyorlardı:

“Alışın, sokaklardan gitmiyoruz!”

“Translar artık susmayacak!”

“Sevişe sevişe kazanacağız!”

“Gezi Kalkışması” esnasında, “flaması en önde olan gruplar”dan biri olan LGBT’lilerin 23 Mayıs 2013 tarihli yürüyüşünde, Defne Halman da, en ön saflardaydı!..

İşte bu Defne Halman, şimdi diyor ki; “Sanatçılar, yaşadığı topluma duyarlı olmakla mükelleftir!”

Hangi topluma duyarlılık acaba?..

Ya da, nasıl bir duyarlılık.

“Dallasvari ilişkiler yaşamak” mıdır, topluma duyarlılık?..

“Mescid istememek”, ya da “LGBT yürüyüşü”nde, en ön safta yer almak mıdır topluma duyarlılık?..

Toplum nerede, bunlar nerede?..

Tamam, bunlarla “ayrı dünyaların insanıyız” ama, burası Türkiye ve toplum onlardan çok farklı bir “duyarlılık” içinde!..

Bu toplum; “kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan Dallasvari ilişkiler”e karşıdır... Bu toplum; “cami ve mescid düşmanları”na da karşıdır!..

Defne Halman, “topluma duyarlı olmak”tan söz ederken, acaba “hangi toplum”dan bahsediyor?..

Kastettiği “İsrail toplumu” ise, çok iyi bilmelidir ki, bu ilişkilere, orada da hayat hakkı yok!..

Bunu hatırlatmak istedim!..

SAHNEDEKİ KUCAKLAŞMA!

Defne Halman’ın, “O mescide karşı çıkalım” çağrısında bulunduğu ödül töreninde, “ödül alanlar” arasında Levent Üzümcü de vardı... Levent Üzümcü’ye; Şehir Tiyatroları’nda oynadığı “Bir Yaz Gecesi Rüyası” rolünden dolayı ödül verilmişti... 

Üzümcü; “Tam da Şehir Tiyatroları’ndan ihracımın düşünüldüğü günlerde böyle bir ödül gelmesinin ayrı bir anlamı var” deyince!...

Salondan Levent Üzümcü’ye destek alkışları yükselmiş... O esnada; seyirciler arasında yer alan İstanbul Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu yerinden fırlamış ve sahneye çıkmış!.. Mikrofonu kapıp bir konuşma yapacağını düşünmüş çoğu kişi. Ama Yazıcıoğlu; sadece Levent Üzümcü’ye sıkı sıkı sarılmakla yetinmiş...

Erhan Yazıcıoğlu daha sonra yeniden gelmiş sahneye. Işık Yenersu’ya Onur Ödülü vermek için mikrofon başına geçtiğinde, kısa bir konuşma yapmış ve “Bu salondaki genç tiyatrocu arkadaşlarım umutlarını hiç yitirmediklerini söylediler. Benim de her zaman umudum var. O umut olduğu sürece mücadele etmeye devam edeceğim” demiş...

Daha sonra da, görüşlerini soran Radikal’den Yekta Kopan’a demiş ki;

“Aslında 27 Mart’ta ekibimle birlikte bırakmayı düşünmüştük. Ama özellikle tiyatro içinden gelen destek ve kararlılık bu düşüncemizi değiştirmemize neden oldu. Düşünsenize, genç tiyatrocu arkadaşlarım, ‘Kadro da istemiyoruz, yeter ki devam edelim’ diye karşıma dikildiler. Her an herkesin, ast-üst ilişkisi yaşamadan istediği konuda konuşabildiği bir ortam oluşturduk... Bunun sürmesini istiyorum. Ekibim de benimle aynı görüşte, onlara çok güveniyorum. Temel sorun verilen sözlerin tutulmaması. Özellikle Belediye Meclisi’nin kararlarında ya da işleyişinde bize yönelik ciddi sorunlar yaşıyoruz. Bu sorunların aşılacağı, verilen sözlerin tutulacağı konusundaki umudum sürüyor. (...) Lafı uzatmadan şunu söyleyeyim; nefesim yettiğince, gücüm yettiğince Şehir Tiyatroları’nın güçlü yarınları için mücadele etmeye devam edeceğim.”

KİM BU LEVENT ÜZÜMCÜ?

Erhan Yazıcıoğlu bunları söylemiş de, “sahneye fırlayıp, boynuna sıkı sıkı sarıldığı Levent Üzümcü” kimdir?..

Levent Üzümcü; “2013 Sosyalist Enternasyonal İstanbul Toplantısı”nda yaptığı konuşmada; “Hükümet’i beğenmediğini” açık açık söyleyen ve “Türkiye’yi yerden yere vuran” bir tiyatrocudur!.

Ama, ne “yâr”dan vazgeçiyor,

Ne de “ser”den!..

Kadir Topbaş’ın Belediye Başkanı, Abdurrahman Şen’in de Kültür Daire Başkanı olduğu Şehir Tiyatrosu’ndan “yemlenmeye” devam ediyor!..

Hem Hükümet’e saldırıyor,

Hem Belediye’den nemalanıyor!..

YAZICIOĞLU’NUN MARİFETLERİ!

Gelelim, onu “boynuna sımsıkı sarılarak” kutlayan Erhan Yazıcıoğlu’na...

Onun hakkında, daha önce çok yazdım... “Yeni bilgiler” geldi, onları da aktarayım da, Yazıcıoğlu’nu iyi tanıyın!..

Erhan Yazıcıoğlu; göreve geldikten sonra, 18 Ağustos 2014’de çalışanlarla toplantı
yaptı. Toplantıda, dönemin Müdürü Salih Efiloğlu ile önünü ardını
düşünmeden; ödenmeyen teşvik ikramiyelerini ödeyeceğine, kadroları
yapacağına, sansür yaptırmayacağına
 dair sözler verdi. Belediye’den
bir tepki gelmese
 de sansür yaptı, teşvikler onaylanmadı, kadrolar
alınamadı.

Cibali Karakolu oyununa müdahale eden Yazıcıoğlu, teşvik ve kadro konusuna yöneldi. Kulislere gidilerek, Belediye ve zihniyeti suçlandı. Kültür İşleri Daire Başkanı Abdurrahman Şen için, “Kore’den başka bir şey konuşmuyor. Yat kalk Kore” gibi cümleler kurdu... 

Ardından, “Toptan istifa edeceğiz” dendi. 

27 Mart 2014 (Dünya Tiyatro Günü) Harbiye Muhsin Ertuğrul Fuayesi’nde kahvaltılı kutlamada çalışanlar, saat 13.00’e kadar bekletildi.

Sonra nedeni bilinmez vazgeçildi. Büyük ihtimal, çarkı değiştiremeyecekleri kararına varıp, Belediye hizmetlerinden nasıl yararlanırız, kendimizi nasıl öne çıkarırız derdine düşüldü. 

Sezon başındaki söz vermeler, sezon sonunda da sürdürülür oldu.

Ama, bu arada; Yönetim Kurulu’ndaki Meclis Üyesi Bülent Katkat ayrıldı,yerine bir başkası geldi. Zaten Bülent Katkat bu gidişattan memnun değildi. Eski müdür Salih Efiloğlu Basın ve Halkla İlişkiler Daire
Başkanı yapıldı. Şu an turneler, yönetilecek oyunlar ve kayrılacak kişiler konusunda çalışma yapılıyor. Teknik gruplar, oyuncular tehditle, cezayla karışık susturulmaya çalışılıyor. Sürgünler yapılıyor. Amaç korkuya dayalı bir gün daha görevde kalmak. 

Temmuz 2014’te yapılan odasını şimdi tekrardan yıktırıp düzenliyor.

Büyük kızını, suflörlükten kurtarıp oyuncu yaptı. Küçük kızını da, yönetmeliğe uygun olmaksızın Dış İlişkiler’egetirdi. Hem de, işe alınışının hemen ardından!..

Üstelik, yakın bir akrabasını da, “grafiker” olarak işe aldırdı. Oysa; tiyatro basım ve grafik işlerini ihaleye verdiği şirkete yaptırıyor, o zaman bu kız neden işe alındı, ya da ilgili şirkete daha az mı para ödeniyor?

Unutmadan; bu 3 kız Mayıs sonundaki Almanya-Frankfurt turnesine götürülüyor. Ciddi bir harcırahla ve bugüne kadar hiçbir grafiker turneye
gitmemişken... 

Haydi Yazıcıoğlu istedi, peki; Yönetim Kurulu, Müdür, Daire Başkanı, İBB Genel Sekreter Yardımcısı bu duruma niye “dur” demiyor?..

ARABADA MİNİ BAR VAR MI?

Yakın zamanda Twitter’a düşen bir başka iddia da; kızının; evinin pencere
demirlerini tiyatro atölyesinde yaptırdığı 
konusu... Teknik sorumlular “Hayır” dese de, Erhan Yazıcıoğlu’nun diretmesi ve tehditkar konuşması sonucu, işin yapılıp yapılmadığının araştırılması lazım.

Bu arada; tiyatrodan maaş alıp sahneye çıkmayan kırkı aşkın kişinin kimler olduğu da sorgulanmalı.

Tartışmalı karavan arabasında “mini bar” ve benzeri şeyler var mı? 

Araba nerelerde sabahlıyor?

Setlerde olunduğu zaman makam şoförü fazla mesai alıyor mu? 

Uzun gördüğü Cibali Karakolu’nu sansürleyen Erhan Yazıcıoğlu, “3 saat 20 dakika” kadar süren Engin Alkan’ın sahnelediği Şekerpare’ye neden
karışmıyor? 

Nedeni, geçen yıl verdiği sözler olmasın?

NEREDESİN EY ŞUUR?

Görüyorsunuz ya;

Nereden çıktık, nerelere geldik?..

Hele söyleyin, yazıda adı geçen kişiler, birer “sanatçı” mıdır, “toplumdan kopuk ve üstelik Hükümet düşmanı köksüzler” mi?..

Bunları yazmaya, “maske”lerini indirmeye ve gerçek yüzlerini “deşifre” etmeye devam edeceğim.  

Ama, son sözüm “bizimkiler”e:

Neredesin o eski ruh,

Neredesin o eski şuur?.. 

 *********************************************************************

Partilerin alacağı(!) oy, yüzde 220’yi buluyor!

“Muhalefetin iddiaları”na kanacak “keriz”ler var mıdır, bilmiyorum ama; o vaatler yerine getirilse; herkes “zengin” olur, hiç çalışmadan para kazanır ve “köşeyi döner!”

Onlar “köşeyi döner” de, “uçuşa geçen Türkiye” de, herhalde yere çakılır ve tekrar “IMF kapıları”na döner!..

Muhalefetin “atmasyon”larına gelince... Her biri, öyle “rakam”lar söylüyor ki; “taksimatı”, herhalde “yüz” üzerinden değil de, “bin” üzerinden filan yapmamız gerekecek!.. 

Çünkü, rakamlar “yüzdelik dilim”in çok çok üzerinde!..

Gelin, “alacakları”(!) oylara bir bakalım:

Haydar Baş: Yüzde 36

Kılıçdaroğlu: Yüzde 35

Doğu Perinçek: Yüzde 35

Emine Ülker: Yüzde 10

Masum Türker: Yüzde 10

Devlet Bahçeli: Yüzde 20

Mustafa Kamalak: Yüzde 15

Selahattin Demirtaş: Yüzde 10

Ne etti?.. 

“Alacaklarını söyledikleri oy”ların toplamı, “Yüzde 171” ediyor, iyi mi?..

Buna, bir de; “AK Parti’nin alacağı, en az yüzde 45” oyu eklerseniz, eder “Yüzde 216.”

Bakın, daha “Diğerleri”ni saymadım... Onlara da “yüzde 4” versek, eder “yüzde 220!”

Gelin de, çıkın bu hesabın içinden!..

yeniakit