Neydi o proje?
Ülkenin kangrenleşmiş bir sorunu vardı. Terörle iç içe geçmiş “Kürt sorunu.” İster dağda ister şehirde can alıyordu. Asker can veriyordu, dağda militanlar ölüyordu. Her ölen, ülkede bir anne ile bağlantılıydı. Analar ağlıyordu. Anaların ağlamaması için terörün (dolayısıyla terörle mücadelede can kayıplarının) sona ermesi gerekiyordu. Bu arada da “sorun” olarak nitelenen konular halledilecekti.
7 bölge için 7 ayrı grup oluşturuldu. Gruplarda her çevreden soruna kafa yormuş insan vardı. Gruplar alanda çalıştı, insanlarla ilişkiler kurdu, Başbakan ile uzun buluşmalar gerçekleşti. O buluşmalarda her şey -en uç olanlar dahil- konuşuldu. Devlet – toplum ilişkisinde çok canlı bir iletişim zemini oluştu. Her grup kendi bölgesi için rapor yazdı, devlete sundu.
Yanlışlık neredeydi? O zaman çok yazdım: Devletin “çözüm süreci” hatırına (!) teröre göz yummasıydı. Kürt sorununun çözümü ile terörün sonlandırılması arasında kademelenme ilişkisi kurulmasıydı. Dolayısıyla terör örgütüne Kürt sorununun çözümünde pay ayrılmasıydı.
Sonuç olarak yöntem yanlış değildi, devletin uygulamaları dağınıktı.
Bugün:
Salgınla mücadele bağlamında tıp adamlarından bir bilim kurulu oluşturuldu. Toplum, o bela ile mücadelenin bilim kurulunun değerlendirmeleri çerçevesinde yürütüldüğünü görüyor ve bu işin iyi gittiği inancına ulaşıyor. Siyasi irade ile bilim kurulu arasında sağlıklı bir ilişki var. “Emin ellerdeyiz” duygusu, topluma güven veriyor. Onun için de toplum hayatına ilişkin kısıtlamalar genel destek görüyor.
Virüsle ilgili bilim kurulunun kapsayıcılık niteliği itibariyle Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi bünyesinde oluşturulan “Politika kurulu”nu ikinci plana düşürdüğü de gözleniyor. Belli ki politika kurulu böylesine bir salgınla mücadele için yeterli olmadı.
Burada bilim kurulunu öne geçiren nitelik ne, diye bakıldığında, hem toplumun her kesimine güven vermek amacını güden “çok seslilik”, hem de siyasi iradeden bağımsızlık üzerinde durulabilir. Çünkü salgınla mücadele hem tıbbi bilgi açılımlarını zaruri kılıyor hem de siyasi – ekonomik değerlendirmeleri. Tam da bu noktada çok seslilik ve bağımsızlık önem kazanıyor.
Başka alanlar:
Bugün yaşanan olağanüstü şartlar sebebiyle başka alanlarda da bilim kurullarının oluşturulmasına ihtiyaç olduğu söylenebilir.
Bunlardan birisi hukuk - yargı alanıdır. Öteden beri Türkiye’nin en sancılı alanıdır hukuk – yargı. Ak Parti iktidarları da nerede ise kurulduğu günden bu yana yargı alanında problemlerle iç içedir. “Kumpaslı” günler, 17-25 Aralık günleri, Gezi davaları, 15 Temmuz sonrası operasyonları… Siyasi yargılamalar… Ve bugün cezaevleri kapasite üstü dolduğu için acil hale gelen infaz düzenlemesi tartışmaları… Yargılayanlar sancılı, yargılananlar sancılı, devlet – toplum ilişkileri sancılı. Devletin en yüksek yargı oranı ile ilk derece mahkemeleri arasında adeta savaş var. Bu durumda düzenlemeler karşısında insanların yüreği nasıl durulacak? Nasıl olacak da ceza karşısında “parmak acımayacak?” Şu anda sağlıklı oluşturulmuş bir bilim kurulunun en acil olduğu alandır bana göre yargı alanı.
Benzeri bir bilim kurulu ekonomi için oluşturulabilir. Belli ki virüs salgını, sağlık alanındaki tahribatın benzerini ekonomi alanında oluşturacak. Ve belli ki bu tahribattan herkes farklı boyutta etkilenecek. Bir şey daha belli ki, bu alandaki farklılaşma salgınla mücadelenin tıbbi boyutunu da olumsuz etkileme potansiyeli taşıyor. Problemlerin, tedbirlerin, öngörülerin ele alındığı bir bilim – siyaset zeminini oluşturmak, siyasi iradenin de ufkunu açacaktır. Bence acildir ekonomi alanındaki bir bilim kurulu. Şu anda bunu medya yapmaya çalışıyor ama onun bölük – pörçük olması son derece tabii. Görüşlerin bir havuzda toplanması bilim kurulu ile sağlanacak olan şey. Evet, acildir.
Bir bilim kurulunun tarım alanında oluşturulması düşünülebilir.
Bir bilim kurulunun dış politika alanında, birisinin hala “Kürt sorunu” alanında, birisinin Din – Toplum – Devlet ilişkileri alanında…
Bunlar, daha müzakereci bir siyaset üslubunun gelişmesine zemin hazırlayacaktır, diye düşünüyorum.