Zeytin Dalı Harekâtı aleyhinde bildiri yayımlayan çevreleri eleştiren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan soruyor:
“Terör örgütüne beş bin TIR silah verilirken savaşa hayır demek hiç mi akıllarına gelmedi? Terör örgütü, öğretmenleri okul önlerinde, anneleri sokak ortasında, babaları evlatların gözü önünde, polisleri uyudukları yataklarında, kaymakamımızı masasının altına koydukları bomba ile odasında, Yasin Börüleri kıstırdıkları binada, binlerce masumu en savunmasız hallerinde katlederken, bunlardan tek bir ses duydunuz mu?”
Yerli yerinde sorular bunlar.
Erdoğan’ın “Bunlar savaşa hayır diyerek aslında zulme evet diyorlar” tesbiti de yerli yerinde.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) yetkililerini “3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu uyarınca” göz altına alma kararı ise öyle değil.
***
TTB’nin bildirisinde, "Biz hekimler uyarıyoruz: Savaş, doğada ve insanda tahribat yapan, toplumsal yaşamı tehdit eden, insan eliyle yaratılan bir halk sağlığı sorunudur” deniyor.
Ne yapalım şimdi?
Bu argümana istinaden terörle mücadelenin gereğini mi yadsıyalım?
Ben bunu okuyunca gülüp geçmiştim.
Devletin daha hassas davranmasını anlarım ama Terörle Mücadele Kanunu’na muhalefet iddiasıyla 11 TTB yetkilisini göz altına almak aşırı bir tepki.
Ortada şiddet yok, şiddete davet de yok; öyleyse söze karşı sözle yetinilmeliydi.
***
80 milyon nüfuslu kocaman bir ülkeyiz.
Fikir ayrılıklarına, ne kadar keskin olursa olsun, tahammül etmeyi öğrenmeliyiz.
Herkesten evvel devlet öğrenmeli.
Daha serinkanlı bir demokrasiye ihtiyacımız var.
Tabii ki hararetli tartışmalarımız olacak, söz planında kavga da edeceğiz, birimiz alabildiğine saçmalayarak diğerimizi çileden de çıkaracak; şiddet -ve hakaret- söz konusu değil ise, ne olursa olsun, fikir ayrılığı cezai takibat konusu yapılmamalı.
İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir meselede Terörle Mücadele Kanunu’na müracaat yersizdir vesselam.