Danıştaya yönelik saldırının 3. yılında "Danıştay'a Yapılan Saldırının Yıldönümü ve Yargı Şehidi Mustafa Yücel Özbilgin'i Anma Günü" dolayısıyla Danıştay'da tören düzenlendi.
Törene, saldırıda hayatını kaybeden Danıştay 2. Dairesi Üyesi Mustafa Yücel Özbilgin'in eşi Sema Özbilgin, oğulları Gökhan ve Serkan Özbilgin ile Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, Yargıtay Başkanvekili İhsan Akçin, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok, Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mustafa Kökçam, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay'ın bazı üyeleri ile Danıştay mensupları katıldı.
Saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı'nın okunmasının ardından Özbilgin'i anlatan ve fotoğraflarından oluşan sinevizyon gösterisi sunuldu.
Sinevizyon gösterisis sırasında Özbilgin'in eşi Sema Özbilgin, Danıştay Başkanı Mustafa Birden ve bazı Danıştay mensuplarının gözyaşlarını tutamadıkları görüldü.
Sinevizyon gösterisinin ardından Danıştay 5. Dairesi Başkanı Salih Er, yaptığı konuşmada, "türban konusunda aldığı kararla şeriatçı basının baş hedefi durumuna gelen" Danıştay 2. Dairesi'ne 17 Mayıs 2006 günü yapılan saldırının herkesi derin bir acı ve kedere boğduğunu söyledi.
Hayatını kaybeden Özbilgin ve saldırıya uğrayan Mustafa Birden, Kamuran Erbuğa, Ayfer Özdemir, Ayla Günenç ve Ahmet Çobanoğlu ile beraber o gün aynı binaya girdiklerini ve Danıştay ailesinin o gün yeni bir güne başladığını ifade eden Er, "Cumhuriyet'in yargıçları birbirlerine 'günaydın' deyip yerlerini aldılar, çaylarını içiyorlardı, belki siz de gördünüz, dosyaları tartışıyor, karar veriyorlardı. Saatlerin 09.51'i gösterdiği anda karanlık bir adam devletin egemenlik alanında kurşunlarını hak ve adalete, hukukun üstünlüğüne sıkmaya başladı. Mustafa'lar oradaydı, Kamuran, Ayfer, Ayla, Ahmet oradaydı. Ayrılık Mustafa'nın masanın üzerinde dirseğini dayadığı yerdeydi. Sizler orada yoktunuz. Ben de yoktum. Danıştay saldırıya uğramıştı ve Mustafa'nın gözleri dumanlı dağ gölleri gibi kapandı ağır ağır..." dedi.
"Neden Danıştay? sorusu..."
Er, Danıştayın 141. yıllık bir kuruluş olduğunu, bir kurumun 141 yıl yaşabilmesinin toplumunu gereksinimlerini karşılamasıyla olanaklı olduğunu, Danıştay'ın temel hak ve özgürlüklerin korunması, savunma hakkı, hak arama özgürlüğü, sosyal güvenlik hakları, memur güvencesi, eşitlik konularında verdiği kararlarla tanındığını anlattı.
Hukukun üstünlüğü inancının yerleşmesindeki, hukuk devletinin gelişip güçlendirilmesindeki çabaları ve katkıları sonucu toplumda kazandığı saygınlığıyla Danıştay'ın tanındığını belirten Er, "Danıştay'ı Anayasa'nın 2. maddesinde anlatımını bulan Cumhuriyet'in niteliklerine sahip çıkmadaki kararlılığı ile tanıyorsunuz. 'Neden Danıştay?' sorusuna yanıt arıyorsunuz. Yanıtı belirttiğim çerçevenin içinde saklıdır. Türkiye'de türban sorunu yokken bu konuyu kaşıya kaşıya günümüze taşıyanlar, bu saldırı karşısında bugün de düşünmelidirler. Düşünerek ya da düşünmeden edilen sözlerin, kurulan tümcelerin, sonunun nereye vardığını görerek bir kez daha düşünmelidirler. Yargı mensupları yerine ulemayı koyanlar, onlara danışarak hareket edenler, bulundukları makamın ağırlığını, sorumluluğunu duymaktan uzak olanlar bugün yeniden düşünmelidirler. Öte yandan, katilin geçmişi söylemleri üzerinden sonuca varmayı yeterli görenler bilgi kirliliği ve yönlendirmeler karşısında düşünce pencerelerini biraz daha aralamalıdırlar" diye konuştu.
"Toplumda sarsılan, siyasal emeller doğrultusunda korku salınarak yönlendirilmek, eritilmek istenen adalet duygusunun mutlak gerçek yerini alacağına inandığını" dile getiren Er, herkesin de buna inanması gerektiğini söyledi.
"Ülkemin Başbakanı..."
Er konuşmasını şöyle tamamladı:
"Dün bir düş gördüm. Ülkemin Başbakanı Danıştay'a sahip çıkıyor, türban kararından sonra 'Bunlar bu gidişle evin içine de karışacaklar', 'Efendi bu senin işin değil, Diyanet'in işi', 'Yasamada, yürütmede bazı adımları atarız ama yargıdaki adımı bizim atmamız mümkün değil. Açık konuşuyorum, Danıştay'da bir çok engelle karşı karşıyayız' diyenleri hukukun üstünlüğünü tanımaya çağırıyordu. Ülkemin Başbakanı, yargı kararlarına saygı duymayı herkesin içine sindirmesi gerektiğini söylüyor, Can Dündar'ın dediği gibi 'saldırganlığa zemin hazırlamamak için Başbakan nasıl konuşmalı'nın dersini veriyordu.
Ülkemin savcıları, insan onuruna sahip çıkıyorlar, soruşturmaların gizliliği konusunda büyük duyarlılık gösteriyorlardı. Sabahın erken saatlerinde evlerinin arandığı, anlatımların yandaş basına aktarıldığı, devlete yıllarca hizmet etmiş kişilerin göz altına alınma sürecinde örselenmiş ruhların bırakıldığı, ceplerinde kalbi kırık ömürler ve tansiyon hapıyla dolaşmaların yaratıldığı dönemleri kınıyorlardı.
Geleceğin Türkiyesi soruşturmasının savcısı, insan onurunu güvence altına alan bütün kuralların, insan hakları kapsamında olduğunun dersini veriyordu. Dün bir düş gördüm. Namusun yalnızca kadınlarda bulunması gereken bir değer olmadığı, kadınlarımızın, genç kızlarımızın töre cinayetlerine kurban gitmediği, Güldünya'nın, Şemse'nin, nicelerinin adının soğuk mezar taşlarına yazılmadığı, pervasız esintili sabahlarda çocukların örselenmediği, ırk, renk, etnik köken, uyruk, din, cinsiyet ya da cinsel yönelim ayrımının olmadığı, etnik ve kimlik baskının yapılmadığı, yaşı bir gecede büyütülüp idam edilen gençlerin bulunmadığı, 'asmayalım da besleyelim mi' diyenlerin devlet büyüğü muamelesi görmediği, borsanın, doların, silah, ilaç sanayinin emperyal güçlerin egemen olmadığı, özelleştirme adı altında rant transferlerinin yapılmadığı, Cumhuriyet'in özellikle son yıllarda elden çıkarılan kazanımlarının gerçek sahiplerine, halka döndürüldüğü, korku tünelinden özgürlüğün aydınlığa çıkan, sorunlarını demokratik parlamenter rejim içinde çözün, hukukun üstünlüğüne inanan bir Türkiye gördüm.
Bu düş Obama'nın düşü değil, bizim düşümüz. Ulaşmak uzun soluklu olsa da bu düşün gerçekleşeceğine ben inanıyorum. Biliyorum ki, sizler de inanıyorsunuz. Bu inancımızı bir kez daha paylaşmak üzere Anıtkabir'e, Mustafa Kemal'e gidelim."
Salih Er'in, konuşması, salonda uzun süre alkışlandı.