"Darbe Anayasası"na darbe vurmaya yoksanız..
Anayasa Mahk. eski başkanlarından Mustafa Bumin, "görülmekte olan bir dâva için kanun çıkarmak, yasama yetkisi açısından mümkün olsa bile, etik olmaz.." diyor, genel hatlarıyla..
'Böyle bir değişiklik yapılması halinde Anayasa Mahkemesi"nin bunu, Anayasa"nın değiştirilemez maddelerinde düzenlenen "hukuk devleti" ilkesine aykırı bulup ibtal etme yetkisinin bulunduğunu" da ekleyerek.. Bumin, 1999"da Fazîlet Partisi"nin kapatılması dâvası görüşülürken, anayasanın değiştirilmek istenmesini engellediğini de söylüyor..
Yargıtay eski başkanı Sâmi Selçuk ise, 1982 Anayasası"nın süngüucu dayatmasıyla, ikrah ve cebr / zor kullanılarak kabul ettirildiğini, bu açıdan o anayasanın "keenlemyekûn" (bütünüyle yok) ve, "mutlak butlan"la bâtıl sayılması gerektiğini yıllarca önce söyledikten sonra.. Geçen hafta da, "mahkemelerin "Türk Milleti adına..." diye hüküm vermesinin büyük bir yalan olduğunu, 50 yılı aşan yargıçlık hayatında hüküm verirken, milletin bu hükme ne diyeceğini asla düşünmediğini, bu yalanın artık terkedilmesi gerektiğini" söylüyordu..
Bu iki beyan arasındaki tezad, ülkemizdeki hukuk mücadelesinin genel çerçevesini gösteriyor.
27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi"nden sonra oluşturulan Anayasa Mahkemesi, zoraki kurulan düzeni ayakta tutmak için kurulmuştu.. Nitekim, o dönemin başbakanı İsmet İnönü, "Daha önce çekilen sıkıntıların, bir Anayasa Mahkemesi"nin olmayışından kaynaklandığını; önceki anayasaya göre, milletin temsilcilerinden oluşan Meclis"in kararlarının anayasaya aykırılığının düşünülemeyeceği görüşünün hâkim olduğunu, arızanın sistemden kaynaklandığını, ama, kabağın Menderes"in başında patladığını" belirtmişti. Daha ilginç ve hattâ traji-komik olanı ise, 27 Mayıs darbecilerinin, Menderes iktidarını, "anayasayı ihlal" suçlamasıyla yargılatırken, yaptıkları ilk işin, o 1924 Anayasası"nı (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu"nu) ilga etmek, yürürlükten kaldırmak olmasıydı.. Ve millet kan ağlarken, Adnan Menderes ve iki Bakan"ı, "Türk Milleti adına.." diye dârağacı"na çekilip öldürülüyorlardı..
Bu açıdan, Anayasa Mahkemesi Başk. Hâşim Kılıç"ın, bu yüksek mahkemenin tesisinin 46. yıldönümü dolayısiyle evvelki gün yaptığı konuşma ilginçti..
Hâşim Kılıç"ın mütedeyyin bir insan olduğu görüşü etrafında yapılan yorumlar biliniyor.. O bir bakıma, Mareşal Fevzi Çakmak"a benziyor.. O da, mütedeyyin olarak sunulurdu kitlelere.. Ama, birtakım "ilkeler ve devrimler" adına yapılan bütün zorbalıkların, bütün totaliter uygulamaların "bekçibaşı"lığını mükemmel şekilde yapmıştı, "asker"in siyaset"e karışmaması gerektiği" prensibine sıkı sıkıya bağlı kalmak sûretiyle..
Şimdi, Kılıç da, "yargı"nın mutlak tarafsızlığı" prensibine dayanarak, bir "hukuk devleti" tablosu çizmeye çalışıyordu, konuşmasında.. Ama, bizzat Anayasa Mahkemesi"nin nasıl bir "tarafsız yargı kurumu" olduğunun çarpıcı örnekleri ap-açık ortada..
Nitekim, 11 kişilik Anayasa Mahk. asil üyelerinden 2 veya 3 kişinin Kılıç"a yakın ve geride kalan (2"si Askerî Yargıtay"dan gönderilen) 7-8 kişinin nasıl bir değerler dünyasına aid oldukları, son "AK Parti kapatma dâvası"nın kabulünde de ortaya bir daha çıktı..
AK Parti"nin kapatılmasıyla ilgili olarak açılan son dâvanın iddianâmesi Kılıç ve ona yakın olanların katılımıyla, oybirliğiyle kabul edilebilirken; Cumhurbaşkanı"nı da iddianâme içine almak konusunda, 7 kişilik bir grubun blok halinde beklenen ısrarı, durumu anlatmaya yeter..
Gerçi, Kılıç"ın evvelki günkü konuşmasında dile getirdiği görüşler genel çerçevesiyle kulağa hoş geliyor.. Ama, o güzel beyanlar, başında bulunduğu en üst yargı kurumundaki despotik tavırlı Sezer mührünü yansıtmaktan kurtarmaya yetmiyor..
Dahası, Kılıç, yargının "bağımsız" ve "mutlak tarafsız" olmasını da istiyordu, ama, hele Anayasa Mahk. üyelerinin, kendilerini seçen C. Başkanlarına göre hattâ bir cebheleşme içinde oldukları ve bu üyelerin de robot olmayıp, insan olarak, sosyal hadiselerde kendi hassasiyet ve eğilimlerini nasıl yansıttıkları ortada iken, bu temenni bir hoş/boş hayâl ve "utopia" ötesinde bir mâna ifade ediyor mu?
Bu arada hatırlayalım ki, bu "yüksek mahkeme"nin Sezer, Bumin ve Tuğcu gibi eski başkanları, "yargı"nın "görevini yansız ve bağımsız biçimde yerine getirmesini" savunurken, bu yansızlığın asla, "ilke ve devrimler" karşısında da yansızlık anlamına gelemeyeceğini" vurguluyorlardı.. Bu, yani "hukuk"un, o sözkonusu "ilke ve devrimlere göre şekillenmesi" mecburiyetiydi.. Bu "ilke ve devrimler"in ne mânaya geldikleri ve objektif hukuk ölçülerine göre sınırlarının nerede başlayıp, nerede biteceği ayrı bir mes"ele; asıl konu, 70 yıl öncelerde hayattan çekilmiş bir siyasî liderin adına üretilen bu gibi ölçülerin asla değiştirilemez ve mutlaka itaat edilmesi gerektiği gibi despotik tavrın, adâlet ve hukuk için de temel ölçü olarak alınması..
Modern dünyada, böyle bir ilkelliğin hukuk ölçüsü olarak sunulmasının başka örneği yoktur..
Bu durumda, "hukukun üstünlüğü" konusu ile ilgili olarak, Kılıç"ın yargı için sözünü ettiği "mutlak tarafsızlık" talebinin yerinin nerede olduğunu kim, nasıl belirleyecek? Kılıç, yargı için, "mutlak tarafsızlık"tan maksadın, "tabiî hukuk kuralları" olduğunu net olarak ortaya koyamadıkça, ve o "tabiî hukuk kuralları"nın hâkim kılınması için gereken düzenlemelerin yapılmasına zemin hazırlayamadıkça, başında bulunduğu bu "en üst yargı kurumu"nun nereye ve kimlere hizmet edeceği açıktır.. Yani, bu acaib sistemde, bir kurumun başı olmak da yetmiyor.. Hem baş ve başkan oluyorlar, hem de onun yönlendirilmesinde etkili olamıyorlar.. Yani, ayakların başı yönetmeye kalkışması garabeti..
Gönül isterdi ki, Kılıç bu çarpıklığı da dile getirsin ve ayrıca, Anayasa Mahkemesi"nin kararlarına karşı itiraz edilebilecek daha üst mercilerin oluşturulması veya kararlarının oybirliğiyle alınması gibi çözüm yollarının bulunmasını ve askerîye de dâhil, hiçbir devlet uygulamasının yargı kontrolü dışında kalmaması gerekliliğini dile getirsindi..
Gerçek şu ki, ülke yeni ve modern bir anayasaya kesinlikle ve hızlıca kavuşturulmalıdır.. Darbe anayasalarına darbe vurulacak bir irade beyanı fiilî olarak ortaya konulamadıkça, bu çarpıklıklar milletimizi çarpmaya ve geleceğimizi çarpıtmaya da devam edecek ve birilerinin tasallut ve vesâyetinden kurtulmak mümkün olamayacaktır..
*Onur Öymen bey, neredesiniz?
Amerikan medyasında, başörtüsünü, türbanı, faşistlerin üniformalarına benzeten sözleri söylediğinize dair iddiaları inkâr ettiniz.. Ama, siz yalanlasanız bile, yıllardır söylemekte olduklarınızın farklı olmadığını kendiniz de biliyordunuz.. Ve sonra, yalanladığınız o Amerika"lı, sizin ses bandlarınızı yayınladı.. Oradaki sözlerinizin tevil edilebilecek bir tarafı yoktu.. O yalanlamaları da yalanlayınız, haydi..
Ondan sonra, sizden bir haber alamadık.. Siz ki, TC"ye yıllarca B. Elçi olarak "hizmet"ler vermiş birisisiniz.. Sağlığınızı merak ediyoruz, neredesiniz? Eğer, utancınızdan susuyorsanız; o utanç duygusu bile bir ni"mettir.
vakit