Bir hadis rivayetinde, ‘Harb hiledir..’ denildiği bildirilir. Bu sözün mantığını anlayabilirsiniz.
Çünkü düşmanınızı bertaraf etmek istiyorsunuz ve o da sizi..
Ama, bu harb ve hileyi, Müslümanlar birbirlerine karşı da sergileyebileceklerini sandılar.
Sanki, Müslümanların birbirleriyle savaşı caizmişçesine.. Ve de Müslümanın bir savaş hukuku ve savaş ahlâkı yokmuşçasına..
***
Ne yazık ki, sadece bugün değil, dünlerde de, hattâ Hz. Ali - Muaviye İhtilafı’ndan bu yana, Müslümanlar da birbirlerine korkunç hileleri caiz görüp uygulamışlardır.
Halbuki, Hz. Ali’nin, düşmanını- hasmını öldüreceği sırada, hasmının onun yüzüne tükürmesi üzerine; ‘İşin içine nefsim karıştı..’ diye öldürmekten vazgeçmesi örneği ne kadar düşündürücüdür..
***
Nitekim, miladî -1995’lerde, Bosna’da silahsız- savunmasız Müslüman kitleler, Sırb çeteleri tarafından en ahlâksızca ve de en barbarca usûllerle yüzbinler halinde katledilirken.. Kendileri de tıpkı Sırb çeteleri gibi hiçbir sınır, ölçü olmaksızın karşılık vermek için Büyük Müslüman bilge Aliya İzzet Begoviç’den izin istemeleri üzerine, onlara, ‘Onlar bizim savaşta düşmanlarımızdır, öğretmenlerimiz değil..’ şeklindeki sözü Müslümanların ne kadar yüksek bir savaş ahlâkına sahib olduklarını gösterir.
Ama, bizim bugünümüze baktığımızda.. Utanılacak bir tabloyla karşı karşıyayız.
***
Doğrudur, bugünlerde çok yaralı, acılı; kırgın, hınçlı ve hışımlıyız. Ama, tam da bunun için, kendimizi daha bir kontrol etmeli değil miyiz? Ama görüyoruz ki, meydanlarda kitleleri coşturmak için konuşanların sözleri, genelde, Pennsylvania Şeyhi’nin laflarından farklı değil.. ‘Acımayana acımayacaksın..’ gibi laflarla ‘terbiye’ edilen kitlelerden nasıl adâletli bir tepki beklenebilir. Pennsylvania Şeyhi’nin halüsinasyon, hezeyan ve kandırmalarından farkımız olmayacak mı?
***
O kişi ki, Müslümanlar arasındaki insanî ilişkileri sadece son yıllarda değil, onyıllar öncesinden beri zehirledi. Bağlılarına, hele de çalıştıkları resmî kurumlarda, kendilerini yıllarca, gizemli bir noktada tutmalarını emrederken; son yıllarda işler ters gitmeye başlayınca, bu kez de, ‘Devlet içindeki konumunuzu korumak için, gerekirse, ‘Bana hakaret ediniz. Bizi aldattı..’ deyiniz.. Sorumluluğunuz olmayacak!’ demedi mi; ‘Harb hiledir..’ mantığına göre? Ve de ‘taqıyye, İranlıların işidir..’ diye diye, ‘taqıyye’nin daniskasını yaparak..
***
Aynı sakîm anlayışın etkisi şu son darbe hıyanetinden sonra ortaya çıkan müstekreh tabloda da görüldü. Tamamı 300 kadar olan bütün generallerden, son darbe hıyanetine karıştıkları iddiasıyla tutuklanan 120 kadarının ve yüzlerce- binlerce subayların son âna kadar, başlarındaki komutanları, ‘işaret verilir verilmez saldırıp etkisiz hale getirdikleri’ne dair ve yenilgiden sonra, ‘Bir hata yaptık..’ şeklindeki i’tirafları ya da o hıyanetlere muhatab olan Gen. Kurmay Başkanı ve diğer yüksek dereceli komutanların anlattıkları.. Hele de, ortada ikili oynadığı anlaşılan kocaman bir orgeneralin, A. Öztük’ün halleri..
***
Kenarından geçilecek basit hadiselerden midir? Anlaşılıyor ki, savaş ve hile taktiklerini bunlar birbirlerine ve başlarındaki kanunî yöneticilere karşı geliştirmişler.
İnsan utanmaktan da öte, öylesi alçaklık karşısında, ‘Bunlar mı halkımızın hayatını, haysiyetini, namus ve şerefini ve ülkesini koruyacaktı? Ülkemizin kudretli savunma gücü, bunların mı elindeydi? Bir savaş olsa, bunlar mı kurtaracaktı halkımızı ve ülkeyi?’ demekten kendisini alamıyor.
Hele Cumhurbaşkanı’nın yâverliğine kadar gelecek şekilde itimad telkın etmiş birinin ve de C. Başkanlığı Muhafız Alayı’nın ihaneti!
Bu kadar zehirlenmiş ve ahlâkî hiçbir temeli olmayan ilişkiler ağı içinde bulunan bu savunma gücüne ne kadar güvenilebilir? Ve ‘Yeniçeri Hastalığı’nın tedavisi için iş bu fiilî yeniçerilik’e karşı nasıl bir tavır geliştirilmelidir? Ordu düşmanlığı veya Ordu seviciliğine düşmeden..
stargazete