Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun; "Bugün Batı paradigması ve altında yatan aydınlanma felsefesinin söyleyebileceği her şeyi söylediği bir noktaya ulaşmış durumdayız" gibi can alıcı tespitiyle Fransız sosyolog Alain Touraine'in "Batı'da toplum öldü, tam bir boşluk içindeyiz" diyerek Türkiye'yi adeta bir kurtarıcı gibi göstermesi arasında nasıl bir bağ var?
Yazının girişine elbette dikkat çekmesi için bu cümleleri aldım. Ama devamında çok daha esaslı cümleleri, tespitleri aktarmak istiyorum. Gündelik tartışmalar arasına serpiştirilen "eksen kayması", "güç kayması", "ekonomik kriz ve Batı'nın çöküşü", "küresel belirsizlik" gibi ifadelere konu olan tartışmanın bütününü görebilmek ya da "Türkiye nereye gidiyor" sorusunun esas cevabını bulabilme yolunda bu sözler elbette çok şey anlatıyor.
Ancak ekonomik krizin niteliğini çok az ekonomistin anlayabildiği gibi, varolan küresel siyasi belirsizliğin boyutunu da çok az siyasetçi kavrayabiliyor. Ya da; çıkar dengesi böyle olmasını dayatıyor. Böyle olduğu için de, ne Türkiye'de ne de Batı'da "esaslı bir tartışma" izleme imkanı bulamıyoruz. Bu yüzden, aslında dünyanın nasıl bir değişim geçirdiğini kavramakta ciddi olarak zorlanıyoruz.. Önce Davutoğlu'nun sözlerine bakalım: (Turkish Review dergisindeki söyleşiyle ilgili haberden.)
"Bugün Batı paradigması ve altında yatan aydınlanma felsefesinin söyleyebileceği her şeyi söylediği bir noktaya ulaşmış durumdayız" diyen Davutoğlu; Avrupa Birliği'nin (AB) Türkiye'nin üyeliği ile kadim medeniyetlerle etkileşime geçerek, kendi medeniyetinin ön kabullerini sorgulayacağını, bunun da çok doğurgan bir entelektüel atmosfere imkan sağlayacağını söylüyor.
Batı medeniyetinin mutlak üstünlüğü sağladığı yönündeki tezlerin bir illüzyon olduğunu belirterek, "Aynı illüzyonu, Osmanlılar sistemlerini 'devlet-i ebed müddet' olarak belirlediğinde biz de yaşadık" diyor ve ekliyor: "Osmanlılar, mükemmel devlete ulaştıklarını, bundan sonra sonsuza kadar hüküm süreceklerini düşündüler. Bu tabii ki, dinamizmin sonu demekti. Bu, tıpkı Fukuyama'nın iddia ettiği şey: 'İdeolojilerin meydan okuması sona erdi. İnsanoğlu mükemmel sistem olan liberalizme erişti..."
Davutoğlu; "Türkiye, ihtiyaç duyulan entelektüel sıçramaya en eşsiz katkıyı sağlayacak potansiyele sahip. Gelecek on yıllarda, Türkiye'den büyük bir felsefi üretim beklemeliyiz" derken, kriz içindeki Batı'ya yol gösteriyor ve AB'nin Türkiye ile Batı'nın kadim medeniyetlerle ilişkiye geçebileceğini, kendini yenileyebileceğini, çöküşü bu şekilde durdurabileceğini söylüyor.
Bir medeniyetin kendini çevresel unsurlara kapattığında çökeceğini, bunun Avrupa için de geçerli olduğunu ifade eden Davutoğlu; "Ya Müslümanlar, Hindular ve diğer kadim medeniyetlerin katkılarıyla daha yüksek bir medeniyete çevrilecek, ya da çökmeye başlayacak. Bu, tarihin sonu demek değil ama Avrupa egemenliğinin sonu olacak" diyor.
Davutoğlu bu sözlerle; hem küresel bunalımdan çıkış yolu, hem AB için bir gelecek perspektifi hem de Türkiye-AB ilişkileri için yeni bir ortaklık temeli öneriyor.
Benzer yaklaşımı ve tespitleri Alain Touraine'in Kürşad Oğuz'la yaptığı ve Habertürk'te yayınlanan (1 Kasım 2010) söyleşisinde de görüyoruz. O da, Batı'nın bir çıkmaza girdiğini, tükendiğini, söyleyecek sözü kalmadığını, artık Avrupa diye bir yer kalmadığını söylüyor ve Türkiye ile Batı arasında bir ortaklıktan söz ediyor.
"Bush-El Kaide dünyası"na karşı bu ortaklığı öneren Touraine; "Ben Türkiye ile özel ve özellikli bir ilişkiyi savunuyorsam bu her şeyden önce Avrupa'yı düşündüğüm içindir. Çünkü ben Avrupa'nın varolmasını istiyorum. Avrupa aynı zamanda eğer Türkiye'yle birlikte bir şeyler yapabileceğini düşünürse varolabilir. Yoksa 20-30 yıl sonra Avrupalılar Avrupa'yı hiç umursamayacaklar..." diyor ve ekliyor: "Benim esas ilgilendiğim, pek o kadar Türkiye'nin Avrupa'ya girmesi değil, çünkü Avrupa ve Avrupalı dedikleri şey zaten artık neredeyse kalmadı.."
Ona göre; "Batı-Doğu diye bir yapılanmaya değil, karar alma merkezlerinin çoğulculuğuna ihtiyacınız var. Avrupa'nın ABD karşısında; Hindistan'ın, Kore'nin, Türkiye'nin de Çin karşısında özerk olması gerekir. Şimdilik dünya çapında yaşanan problem; Avrupa'nın giderek güç kaybetmesi, zayıflaması..."
"Avrupalılar Avrupalı olmaktan bıkmış durumda..." diyen Touraine; artık Avrupa'nın hiçbir şeyi kalmadığını söylerken, belki de acı içinde çözümün ipuçlarını göstermeye çalışıyor. Türkiye-AB ilişkilerini çözüm yolunda bir umut olarak görüyor. Ama en önemlisi, Avrupa'nın artık kendi başına hiçbir şey üretemediğini, tıkandığını, kilitlendiğini haykırıyor. Bu yüzden de "Avrupa'yı Türkiye kurtaracağını" rahatlıkla söyleyebiliyor.
Her iki bakışı birlikte okuyalım: İşte o zaman dünyanın nasıl bir kriz içinde olduğunu, süreç böyle giderse krizin neden çözülemeyeceğini, ekonomik krizin bize anlatılan gibi olmadığını ve hiçbir çözüm üretilemediğini, Batı'nın sahip olduğu ekonomik ve siyasi iktidarı paylaşmaktan başka seçeneği kalmadığını, paylaşmayı reddetmeye devam ederse kendi çöküşünü hazırlayacağını, gücüne elinden kayıp gideceğini, bugünkü durgunluğun gerilemeye döneceğini anlayacağız.
İşte o zaman; Türkiye'nin ne yapmaya çalıştığını kavrayacağız...
yeni şafak