Ahmet Hoca, yanlış kurulan cumhuriyetin tashihi meyanında yıllardır konuştuğumuz ve tartıştığımız, formüle etmeye ve kavramsallaştırmaya çalıştığımız ne varsa, hepsini bir kuyumcu titizliği ile işleyip yerli yerine oturtuyor ve muhkem bir yapı halinde önümüze koyuyor.
İnsan onuruna dayanan yeni cumhuriyeti, Yeni Türkiye’yi takdim ediyor.
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu, Aziz Hocamız, Çarşamba günü Ankara Arena’daki Seçim Beyannamesi ve Milletvekili Aday Tanıtım Toplantısı’nda okuduğu 100 maddelik Yeni Türkiye Sözleşme’siyle, “Hoca” sıfatını yerden göğe kadar hak ettiğini bir kere daha ve her zamankinden ziyade ortaya koydu.
Cumhuriyeti kuran kadronun ıskaladığı veya sevimsiz bulup üstünü örttüğü bütün hakikatlerin resm-i geçidi var Yeni Türkiye Sözleşmesi’nde. Etnisiteyse etnisite, mezhepse mezhep, neyse ne; baş göz üstüne.
Onuncu Yıl Marşı’nda “Türküz, Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi” denir; insanın siyasî nizama kurban olmasından bahsedilir. Yeni Türkiye Sözleşmesi’nde ise insanın hizmetinde olan, insan onuruna siperlik eden bir siyasî nizamın çerçevesi çiziliyor.
Mütemadiyen “insan” diyor Ahmet Hoca, mütemadiyen “onur” diyor; insanı kendine kurban eden devletin, insan onurunu kıran bir kült olarak cumhuriyetin sonunu müjdeliyor. Yanlış kurulan cumhuriyetin tashihi meyanında yıllardır konuştuğumuz ve tartıştığımız, formüle etmeye ve kavramsallaştırmaya çalıştığımız ne varsa, hepsini bir kuyumcu titizliği ile işleyip yerli yerine oturtuyor ve muhkem bir yapı halinde önümüze koyuyor. İnsan onuruna dayanan yeni cumhuriyeti, Yeni Türkiye’yi takdim ediyor.
Yeni Türkiye’de eşitlik, Fransız İhtilali’nden devşirilip faşizmle yoğrulan ve manası tersine çevrilen ‘formalite’ bir slogan değil, yaradılış hakikatiyle mütenasip sahici bir hal. Herkese tek tip elbise giydirilmek suretiyle sağlanmıyor eşitlik; elbiseye değil içindeki insana bakılarak ve insanların ayrı ayrı hususiyetleri RESMEN TANINARAK sağlanıyor.
Mezopotamyalılar, Orta Asya’dan gelenler, Kafkas yahut Balkan göçmenleri, Müslümanlar ve Hıristiyanlar ve Yahudiler, Sünniler ve Aleviler ve Şiiler, Ortodokslar ve Katolikler ve Protestanlar, inananlar ve inanmayanlar tarihsel süreçlerin neticesinde burada bu şekilde bir toplum oluşturduk; ırkdaş değiliz, maneviyata bakışımız da bir değil, öyleyse nedir bizi beraberce bir toplum kılan? Hasbelkader aynı toprak parçası üzerinde buluşmuş olmamız mı? Buz gibi bir rasyonaliteden mi ibaret, aramızdaki vatandaşlık hukuku? Değil. Ötesi var. Sıcak ve derin bir bağ. “Tarihdaşlık” diyor Ahmet Hoca; sadece mekân planında değil zaman planında da bir hemşehrilik.
Türkiye her şeyden evvel bir İslam ülkesidir, evet. Ve tam da İslam ülkesi olduğu için, Müslümanların kahir ekseriyeti teşkil ettiği bir ülke olduğu için, âlemlerin –dikkat buyurun: bütün âlemlerin- rabbi Allah Teala’ya ve O’nun âlemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamber Efendimiz aleyhissalatuvesellama iman edenlerin idarede bulunduğu bir ülke olduğu için herkesin ve her şeyin hukukunun kayıtsız şartsız teslim edildiği bir ülke olmaya mecburdur.
Efendimiz, Medine Sözleşmesi’ni imzalayan Yahudilerin Müslümanlarla beraber bir “ümmet” (toplum) oluşturduğunu ilan etmişti. Biz, aramızda dağlar kadar fark olanlarla bile –onların farklılığını tanıyarak ve onları öylece kabul ederek- toplum oluşturmayı bidayetten beri biliriz. Ahmet Hoca’nın kaleme aldığı Yeni Türkiye Sözleşmesi, bu tecrübenin ihyasını ifade ediyor.
İnsan, insan, insan! Onur, onur, onur!
Diriliş Postası’nın dünkü nüshasında Yeni Türkiye Sözleşmesi’nin tamamını neşrettik. Huruf küçüktü, belki okuyamamışsınızdır. Aşağıda, metnin ana çerçeve mahiyetindeki ilk 22 maddesini tekrar dikkatinize sunuyoruz.
1-Her siyasal düşünce ve düzen, insana hitap etmek ve belli bir mekana ve zamana dayanmak zorundadır. İnsana hitap etmeyen ve zaman ve mekânın gereklerini gözetmeyen hiçbir siyasal düzen kalıcı olamaz.
2-Yeni Türkiye, Cumhuriyetimizin 100. yılına yürürken insana, zamana ve mekâna hakkıyla hitap eden kapsayıcı bir yenilenmenin ve süreklilik içinde yeniden inşa sürecinin eseri olacaktır.
3-Yüz yıl önce Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı’nın acıları üzerinde onurlu bir İstiklal Savaşı vererek Cumhuriyetimizi kuran neslin torunları olarak bizler bu onurlu savaş sonunda özgürleştirilen vatanımızın asli sahipleriyiz.
4-Etnik, dini, mezhebi ve bölgesel zenginliğimiz, kadim ortak geçmişimizin güzel yansımalarıdır ve vatanımızın asli sahipleri ve devletimizin eşit vatandaşları olduğumuz gerçeğinin en güçlü dayanaklarıdır.
5-Yüz yıl önce kadim coğrafyamızın her bir köşesinden, Anadolu’dan, Rumeli’den, Orta Doğu’dan, Kafkasya’dan gelerek sömürgeciliğe karşı omuz omuza mücadele eden dedelerimiz için de, onları Orta Asya’dan Hind’e, Güneydoğu Asya’dan Afrika içlerine kadar ellerindeki dar imkânlarla ve dualarla destekleyen mazlum milletler için de İstiklal Savaşımız, sadece bir milletin var olma savaşı değil, bütün bir insanlık onuru için verilen kutsal bir mücadele idi.
6-Bugün de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en temel ilkesi insan onurunun korunmasıdır.
7-Bu ilkeyi, Şeyh Edebali’nin kadim siyasal bilincimizin ve devlet ahlakımızın temelini dokuyan ‘insanı yaşat ki devlet yaşasın’ ilkesinin çağdaş siyaset dilindeki karşılığı olarak görüyor ve gelenek ile çağdaşlığı bu çerçevede bir zıtlık içinde değil, ayrılmaz bir bütünlük içinde değerlendiriyoruz.
8-İnsan onuruna yakışır bir kültürel ve ekonomik gelişmişlik seviyesine sahip olmak ‘insanı yaşatmak’ idealinin ayrılmaz unsurudur ve devletin asli sorumluluğu vatandaşlarının onurlu bir hayat sürmelerine zemin oluşturacak siyasi, kültürel ve ekonomik şartları sağlamaktır.
9-İnsan onuru siyasi, ekonomik ve kültürel düzenimizin de, dış politikamızın da temelini teşkil etmektedir.
10-İnsan onurunu zedeleyen hiçbir uygulama ve politika meşru görülemez ve gösterilemez.
11-İnsan onuru ile taçlandırılan Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı kimliği taşıyan hiç kimse hiç bir makam ve güç sahibi tarafından tahkir edilemez; inancı, rengi, cinsiyeti, dili, ırkı, siyasi düşüncesi, felsefi anlayışı ve hayat tarzı sebebiyle ayrımcılığa maruz bırakılamaz, herhangi bir şekilde nefret söylemine muhatap kılınamaz.
12-Devletler ve milletler ancak ve ancak onları oluşturan bireylerin aidiyet bilinciyle tarih içindeki varlıklarını sürdürebilirler.
13-Vatandaşların ülkelerine duydukları aidiyet bilinci ve hiçbir vatandaşı veya vatandaş grubunu dışlamayan ve ötekileştirmeyen içselleştirici bir siyaset anlayışı, devletlerin bekasının en temel garantisidir.
14-Ülkeleri aidiyet bilinci kurar ve ayakta tutar; ekonomik, siyasi ve askeri güç ise yükseltir ve tahkim eder.
15-İnsan onuru ilkesinin anayasal ve siyasal düzenimizdeki dayanakları aidiyet bilincimizi oluşturan ortak tarihdaşlık ve hak, hukuk ve adalete dayalı eşit vatandaşlıktır.
16-Ortak tarihdaşlık ortak kadim geçmişimizi ve geleceğe dönük ortak kader bilincimizi yansıtmaktadır.
17-Yüzyıllardır Anadolu’da gerçekleştirdiğimiz ortak medeniyet birikimi, bu medeniyet birikimi üzerinde yükselen Selçuklu ve Osmanlı düzenleri, yüz yıllık Cumhuriyet kazanımları ve yarım asrı geçen demokrasi tecrübesine dayanarak son 12 yıllık toparlanma döneminden sonra tam bir özgüven içinde 21. yüzyılın yükselen güçleri arasına girmeye hazırlanıyoruz.
18-Bu çerçevede dinamik tarihi akış içinde hedefimiz, bütün unsurlarıyla milletimizi tarihin nesnesi değil öznesi; millet iradesine dayanan devletimizi de tarihi akışın edilgen takipçisi değil, öncüsü kılmaktır.
19-Eşit vatandaşlık ilkesi ise çağdaş siyasal meşruiyetin temelidir ve bu temel hiçbir surette ve hiçbir gerekçe ile zayıflatılamaz, göz ardı edilemez.
20-Bu temel üzerinde Cumhuriyetimizin 100. yılına yürürken önceliğimiz ülkemizin katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü, demokratik ve sivil bir anayasa ile yönetilmesini sağlamaktır.
21-Özgürlük, eşitlik ve adalet değerleri üzerine inşa edilecek yeni anayasal düzenimizin en temel ilkesi, ahlaki referansı ve ruhu insan onuru olacaktır.
22-İnsan onuru ancak ve ancak insanın tercih ve irade gücünü yansıtan özgürlükler ile hayat bulabileceğinden, yeni anayasal düzenimizin odağında insan hak ve özgürlükleri yer alacaktır.