Fransa’da, Charles de Gaulle (22 Kasım 1890-9 Kasım 1970) dolar karşılığı altın isteyince; ABD, solu sokağa döktü. Hani şu bizimkilerin 68 Kuşağı diye övündükleri olay. Fransa’da patlayan sokak gösterileri. Gençler “Özgürlük istiyor”du görünürde, oysa, ABD emperyalizminin bir oyunu idi yaşananlar.
Kasım 1958’de yapılan seçimlerinde de Gaulle’ün partisi oyların çoğunluğunu aldı. 1959’da başkanlığa aday oldu ve parlamentonun % 78’inin kabul oyuyla başkan seçildi. İlk önce Cezayir’den geri çekilme kararı aldı. “Savaşı kazanabiliriz ama bu durum uluslararası itibarımız açısından ağır bir yenilgi olur” diye düşünüyordu. Bu durum Fransız milliyetçilerini öfkelendirdi. Hatta aşırı sağcı “Organisation Armée Secrète” örgütü de Gaulle’e ölüm çağrısı yaptı. İlk ayaklanma sömürgeci, sağcı faşistlerden geldi. Gerilim daha da arttı, Fransız ordusundaki bazı generaller askerî darbe yaparak Cezayir’de kalmaya çalışsalar da başarısız oldular. Biz bu süreçte İsrail’i ilk tanıyan ve Cezayir halkının direnişini terör hareketi olarak tanıyan bir ülke idik ve Cezayir’in bağımsızlığını en son tanıyanlardan olduk! Mart 1962’de Fransa ile Ulusal Kurtuluş Cephesi arasında ateşkes anlaşması yapıldı ve yapılan referandum sonucu Cezayirli kardeşlerimizin tamamına yakını kabul oyu verdi ve Cezayir Fransa’dan ayrılarak bağımsız oldu.
ABD, İngiltere ile birlikte Almanya’nın işgalcisi idi. Napolyon’dan sonra Fransa, Almanya ile yollarını ayırmıştı. Ama de Gaulle, Almanya ile ticari ve siyasi ilişkilerini geliştirmekten yana idi. Bunun için Avrupa Ekonomik Topluluğu projesine destek verdi ve uzun bir süre sonra Almanya’yı ziyaret eden ilk Fransız Cumhurbaşkanı oldu. De Gaulle’e göre “İngiltere, ABD ve eski sömürgeleri ile çok sıkı ekonomik ilişkiler içindeydi ve AET’ye girmesi birliğin geleceği açısından sakıncalıydı.” De Gaulle Avrupa’nın lideri olmak istiyordu. Ona göre “İngiltere Avrupa›da etkin olmak isteyen ABD›nin ‘Truva atı’ idi.” Fransa1963 ve 1967’de 2 kez İngiltere’nin AET’ye giriş başvurusunu veto etti. İngiltere AET’ye ancak de Gaulle öldükten sonra girebildi ve sonunda da ilk ayrılan ülke oldu. De Gaulle’e kadar Fransa, İsrail’in 1. derece hamisi ve çok yakın bir müttefikiydi. 6 Gün Savaşında Fransa ilk kez İsrail’i kınadı ve bunu Fransa’nın ihaneti olarak gören İsrail, ABD’ye yaklaştı.
Fransa de Gaulle döneminde, Rusya’ya karşı, ABD dışında, batı da ilk nükleer güç oldu. De Gaulle ordusuna Cezayir’den geri çekildikten sonra ayrıca bir meydan okuma sağlayacak bir başarı armağan etmek istiyordu. Ve ilk nükleer denemesini 1960’ta Cezayir çöllerinde gerçekleştirdi. Ardından 1965’te Fransa ilk uydusunu fırlattı. Fransa uzay yarışında ABD ve Sovyetler’den sonra 3. devlet oldu. Ardından 1968’de ise ABD’den bağımsız ilk hidrojen bombasını patlattı.
1968 olayları işte böyle bir ortamda ortaya çıktı. Hükümet sert ve muhafazakar olmakla eleştiriliyordu. Radyo ve Tv devlet tekelinde idi ve tek taraflı yayınlar yapıyordu. Mayıs 1968’de ABD ve muhalefetin kışkırttığı üniversite gençliği sokağa döküldü. Üniversite ve lise öğrencileri ile işçiler polisle çatıştı, birçok kişi yaralandı. Daha sonra parlamentoyu feshetti ve yeni seçimler yapıldı. Yine kazandı. De Gaulle’ün partisi ve müttefikleri parlamentodaki 487 koltuktan 358’ini elde etti.
Aslında de Gaulle’ün sonunu hazırlayan adım, doların karşılığı hazinede altın olmadığını görmesinin ardından Almanya ve Rusya ile temas kurup ABD’yi suçüstü yapmak istemesiydi. İngiltere de bu süreçte ABD’nin yanında yer alarak, AB’ye girişine engel olmak isteyen de Gaulle’den kurtulmak istiyordu. İsrail de Fransa’nın cezalandırılmasından yana idi. 68 olayları; ABD, İngiltere ve Fransa’nın ortak kumpası idi. Dolar’ın rezerv para olarak dünyanın başına bela edilmesine giden yol, 68 Kuşağının bu 3 çete tarafından, de Gaulle’ün köşeye sıkıştırılması için kullanılması ile mümkün oldu. Bretton Woods böyle bir süreçte mümkün oldu. Fransa bu dönemde Rusya’ya yakınlığını sürdürüp daha sol bir çizgiye kaysa da, bugün aynı sistem, bu kez İngiltere üzerinden, Macron’un sağcı politikaları ile belli bir çizgiye çekilmek istenirken, öte yandan yine ABD tarafından sokak gösterileri ile terbiye edilmeye çalışılıyor. De Gaulle son günlerinde, yerel yönetimlerin yetki alanını genişletmek için Fransız senatosunun yetkilerini sınırlandırmak istiyordu. Referanduma gitti. Kaybetti. Bunun üzerine devlet başkanlığından istifa etti. Yorulmuştu. Evine çekildi. 1970’te, 80. yaş gününe hazırlanırken evinde “iskambil falı açarken” öldü. Birçok politikacının aksine öldüğünde yoksul sayılabilecek durumdaydı ve ölümünden sonra ailesi evini satmak zorunda kaldı. Ev, bir vakıf tarafından müzeye çevrildi. Doğru ve yanlışları vardı. Ama çileli ve kendi dünyasında dürüst bir hayat yaşadı.
Tarih övgü ya da sövgü kitabı olmamalı. İnsanlar geçmiş milletlerin tarihinden ders almalı.
De Gaulle’de ilgimi çeken bir yanı da onun aynı zamanda bir “Marfan” olması idi. Ben de Marfan’dım. Mesela Abraham Lincoln de bir “Marfan sendromu hastası” idi ve risk olarak aynı genetik özelliklere sahiptik.
Fransa sadece “monşer”lerden ibaret değil. Sadece laikler yok Fransa’da. Hatta Fransa’nın bir eyaleti olan, Alsace-Lorraine (Başkenti Strazburg) laiklikle değil, Vatikan’la yapılan kontrat kuralları ile yönetilir. Gustave le Bon ya da Victor Hugo İslam’ı tanımaya çalışan muhteşem insanlardır. Napolyon’u da daha yakından tanımak gerek. Evet savaştık ve yendik. Sadece 1789 Fransız devrimini yapan, Rönesans ve Sanayi Devrimini doğuran, vahşi sömürge politikaları ile Masonik yapıları ile tanıdığımız bir Fransa yok. Her ülkede olduğu gibi Fransa’da da her çeşit insan var. Ve hayat devam ediyor. Garp cephesinde yeni bir durum yok. Emperyal hesaplaşmalar devam ediyor. Selâm ve dua ile.