Ben o yazıda AK Parti'nin kendisine toplumda geniş karşılık bulan bir format oluşturduğunu, bu formatı geliştirmesi gerektiğini, zaman içinde CHP'de, MHP'de, BDP'de bile karşılık bulabileceğini, en azından bu partilere oy veren vatandaşların ikinci partisi olmayı hedeflemesini, buna mukabil "CHP'leşmemesi"ni, "MHP'leşmemesi"ni, "BDP'leşmemesi"ni yazmış, ilave olarak, "liberalleşmeme", hatta "Sünnileşmeme" uyarısını yapmıştım. Gülay Hanım, yazıma "AK Parti daha çok liberalleşmeli, öylece daha kucaklayıcı olur" diyerek itiraz etti.
Kim değer dayatmasından yana?
Cumartesi günkü yazısına başlık olarak da "Değer dayatması parçalayıcıdır" başlığını koymuş.
Bir kere ben "Değer dayatması" diye bir şeyden bahsetmiş değilim. AK Parti de "değer dayatarak" yüzde 53'lere çıkıyor olamaz. "Değer dayatmak"la, toplumun geniş kesimleriyle "ortak değer"de buluşmak birbirinden farklıdır. Zaman içinde toplumun diğer kesimleriyle değer yakınlığı içine girmek de mümkündür. Siz değişirsiniz, toplum değişir ve değer yargıları birbirine yakınlaşabilir.
Benim yaklaşımım, özgürlüklerin keyfi biçimde kısıtlanması gibi bir noktada da değildir. Ben "Doğrunun göreceliği" gibi temel bir yaklaşıma itiraz ediyorum. Bu yaklaşıma göre doğrunun en atomize çerçevede göreceleşmesi mümkündür ve onun içinden de toplum çıkmaz. Bütün tarih boyunca toplumlar şu veya bu şekilde oluşmuş, liberal teori de, "Doğrunun göreceliği" tezini buna göre rötuşlamak zorunda kalmıştır.
Bugün de, sanırım en uç liberale göre bile, toplumların, insanlığın ortak doğruları ve ortak yanlışları vardır. Bu ortak doğrular-yanlışlara göre bir özgürlük çerçevesi de çıkacaktır. Belki ayrışma, bu özgürlük çerçevesinin boyutlarında ortaya çıkmaktadır.
Her şeyi yazar mısın?
Necip Fazıl'ın, Bir Adam Yaratmak oyununda, medya özgürlüğü konusunda ilginç bir tartışmaya yer verilir. Bir medya patronu ile oyunun kahramanı arasında "Her şeyi yazıp yazamama" konusunda bir tartışma çıkar. Medya patronu "Ben her şeyi yazarım" der. Oyunun kahramanı, "Sen her şeyi yazar mısın" diye sürdürür konuşmasını, "Evet yazarım" deyince, salondaki perdeyi aralar ve "İşte eşin" der, "Benim metresimdir, hadi onu da yaz!" Diyorum ki, mutlak özgürlükçülük diye bir şey yok. Liberalleşme kendi sınırlarını çizmek zorunda onun için ve o sınır her liberal için var. Türkiye'ye baktığımızda, garip bir biçimde, neredeyse en dogmatik ısrarcılığın içinde, en kibirli rollerde bir kesim liberali görmek neyin nesidir?
Azı da çoğu da gerekebilir
Gülay Hanım benim, diyelim "CHP'leşmemeli" sözümden, "azı karar çoğu zarar" dediğim sonucunu çıkarmış ve bunu eleştiriyor. Ben "CHP'leşmemeli" derken, CHP'nin, MHP'nin, BDP'nin külliyen yanlış olduğu gibi bir noktadan yola çıkıyor, o yüzden de "Azı bize yeter" diyor değilim, "liberalleşmemeli" derken de liberalizmin bütün boyutlarında yanlış içinde olduğunu söylemiyorum. Hele "Sünnileşmemeli" derken, Sünniliği mahkum etmek gibi bir düşünce aklımdan geçmez. AK Parti formatı belki CHP, MHP, BDP dahil tüm siyasi renklerden izler taşıyor olmasıyla özgündür, onda bir ölçüde liberalliğin boyutları da vardır, Sünni toplum kesimlerinin duyarlılıklarını da önemsiyorlardır. "CHP'leşmek" CHP'ye benzemektir ve o, zaten CHP'de temsil edilmektedir. CHP'leşmiş bir AK Parti'ye ihtiyaç yoktur.
AK Parti liberal olmayı tercih etmedi
AK Parti formatı, sanırım yola çıkarken "liberal bir parti" olup olmamayı da tartışmıştır. "Olmama"yı tercih etmiştir çünkü Türkiye'de liberal bir partinin toplumsal karşılığının binde kaç olduğunu örneklerle görmüştür. Binde kaçtı acaba? Ve acaba, toplumun yüzde 99.5'i "değer dayatması" mazohizmine mi müpteladır?
Özgürlük iyidir, güzeldir, genişlemelidir ama gene de karşımıza bir "insani sınır" çıkacaktır. Belki biz, liberal, demokrat, Müslüman, Hristiyan, ateist hepimiz, "İyi ki değerlerin göreceli olmadığı bir nokta var" diyeceğiz.
Yazacaklarım bitmedi ama sütunum bitti, kısmetse ve sıcak gündemden fırsat buldukça devam ederiz.
bugün