Uluslararası ilişkilerin önemli teorilerinden biri kollektif güvenliktir. Buna göre aynı gruba dahil olan ülkeler birimiz hepimiz hepimiz birimiz için der ve çatışma noktalarında gerekli alana destek kaydırırlar. Bir elin nesi var, iki elin sesi var üzerinden düşünürler. Birçok elin birçok sesi olacağı gerçeğiyle de tabanlarını genişletmenin gayreti içine girerler. Maksat ortak idealler çerçevesinde toplanmak olduğu kadar gerekli görüldüğü yer ve zamanda birbirinin yardımına koşmaktır da.
Uluslararası kültürün bir diğer uygulaması iktidar ilişkileri üzerinden yürütülen kas oyunlarıdır. Güç kilo, litre, metre gibi ölçekler aracılığıyla değil de bir sporcunun kaslarını çalıştırması misali, güç kaslarının kasılması, gevşetilmesi ile kendini gösterir, ülkeler arası siyasette. Bu şu anlama gelir, gücü hem görür hem de göremezsiniz. Sporcunun elindeki ağırlıkları indirip, kaldırmasıyla pazularını müşahade edersiniz ama kalkıp da size bir yumruk atsa ne denli acıtacağını bilemezsiniz, yumruğu atmadığı sürece, sadece korku ile yetinmeniz gerekir. Egzersizi, çelimsiz biriyseniz, içinize endişe salmakta kafidir. Uluslararası siyasette de olan, ülkelerin birbirlerine kaslarını gösterip, gerisini karşı tarafın hayal gücüne bırakmalarıdır. Kendisinin çok güçlü olduğu kanısını yayabilen ülkeler, kendi güçlerinin ötesinde karşının tahayyül kabiliyeti ile doğru orantılı olarak artan ve eksilen güçlere sahiptirler. Aslanın kükreyişinden ne denli vahşi parçalamalara sebep olabileceğini tahmin edebilmek gibi…
Güç gösterimlerinin başvurulduğu zamanın en etkin aracı havuç ve sopa tabir edilen ceza ve mükafat yöntemidir. Sopa cezayı, (tavşanın durumunda) havuç da mükafatı sembolize eder. İkisi de birçok form ve formatta olabilir tabii. Sopanın ucunu gören bir ülke ya yiyeceği dayağın hazırlığına ya da vereceği karşılığa odaklanır. Mükafat ise tatlı olduğu kadar da bir paketin parçası olarak gelir. Yani kimse kimseye durduk yerde, içinden geldiği için yardımda bulunmaz, muhakkak surette karşılığında bir beklenti içine girer. Bu durumda bir “kâr/zarar” analizi yapmak gerekir. Kârlı durumda, risk alınır, fedakarlık yoluna girilir ve umulur ki sonuç itibariyle kârlı bir kapanış olur. Geleceği hiçbir yaratılmış bilemez, sadece tahminlerde bulunur.
Son hafta gelişen İran-Suudi Arabistan krizine biraz da bu yönden bakalım. Türkiye Rusya krizinin rolünü çalarcasına hızlı gelişen Sünni-Şii çatışmasında, taraflar taraftar topluyorlar. Suudi destekçilerle, Farsi destekçiler gitgide alevlenen ateşin odunlarını teşkil ediyor. Ortalıkta mezhep çatışmaları diye tanımlanan ve dine mal edilmeye çalışılan bu kriz, reel siyasetin tam ortasından bir sayfayı okuyor. Din bir maske, binanın yüzünü temsil eden sıva boya olabilir, ama içine girdiğinizde, derine indiğinizde pragmatist siyasetin aktörleri ile yüz yüze kalırsınız.
İran’ın taraftarları belli. Suudiler de Bahreyn, Cibuti, Sudan, Kuveyt ve Katar’ın açık desteğini aldı. Türkiye itidal çağrısında bulundu. Rusya arabulucu oluruma getirdi, Fransa ve Almanya’nın yuvarlak lafları dışında Avrupa’da bir kıpırdanma yok. Amerika deseniz, başka havalara bakınmakta. Tıpkı alışık olduğu gibi.
Olan krizin hangi tarafında olursa olsun ümmetin çocuklarına olacak.
yeniakit