Ama belli ki bir şeyler yapmak istiyor. Demirtaş’ın yargı ile ilgili meselesi ayrı konu, ama “Türkiye siyaseti” adına yapmak istedikleri üzerinde konuşulmaya değer.
En son gelen mesajı “Eşiyle birlikte bir sabah Meral Akşener’in kapısını çalmak ve “kahvaltıya geldik” demek. Bu mesajın ilk planda Millet İttifakı’ndaki “HDP ile iş birliği” problemini aşmaya yönelik anlam içerdiği düşünülecektir. Çünkü HDP ile birlikteliğe en büyük rezerv İyi Parti’den geliyor. Onun da MHP ile kesişen taban hassasiyeti ile yakın ilgisi var. Tabii ki, HDP’nin Kandil ile bağlantısı karşısındaki duyarlılığın da.
Ancak Demirtaş’ın mesajını başka boyutta da ele almak mümkün. Şöyle ki: Demirtaş uzun süredir cezaevinde ve Türkiye’nin, Kürt sorununun nereye doğru evrildiğini yeni baştan değerlendirmiş olabilir. Neler yapıldı, ne yanlıştı, ne doğruydu, kendi payına düşenlere bugün nasıl bakıyor? Bütün bunları yeniden gözden geçirmiş olması son derece tabii. “Türkiyelileşmek” ifadesi ona aitti ve “oradan nasıl uzaklaşıldı?” sorusunun cevabı konusunda da imal-i fikr etmiş olması normaldir. Bütün bunlardan hareketle, insani planda temaslarla açılım aradığını düşünmek daha gerçekçi olabilir.
Vaktiyle bunu Tayyip Bey ile de yapmak istemiş, ama ona göre “Tayyip Bey hep ketum davranmış.”
Meral Akşener Demirtaş’ın mesajına meâlen “Doğu – Güneydoğu’da kişiler kan davalı bile olsa, böyle bir talep karşısında kapılarını açar, ikramlarını yapar, uğurlarlar, sonra kan davası devam eder” yolunda bir cevapla karşılık verdi.
Bu cevaptan İyi Parti ile Demirtaş çizgisinin bir anlamda “kan davalı” olduğu gibi bir anlam çıktığı için Akşener’in zımnen teklife soğuk baktığı sonucuna varıldı.
Acaba öyle mi? Bence sürece bir soru ile bakmak daha sağlıklı.
İktidar cenahı süreci iki ittifak kamplaşması çerçevesinde okuduğu için ondan, ne Demirtaş’a iyi niyet atfetmesi ne de Meral Akşener’den “Neden olmasın, memleketin selameti söz konusu ise her şeyi yeni baştan değerlendiririz” gibi bir karşılık beklenmesi akla gelmiyor. Beklenen “Demirtaş’ın günahları”nı hatırlamak, Akşener’den gelmesi arzulanan kanlı bıçaklı açıklamaları öne çıkarmak olabilir.
Ama bir sorun var. Bir boyutunda “terör” olan, ama terör boyutunu bile o “Sorun”un ürettiği, Türkiye’yi avucunun içine alıp yıllardır kavuran bir hadise…
“Sorun”u Ak Parti biliyor. Çözüm aradı. Çözüm süreci akamete uğradı. Şu an “bir şekilde” iktidarı paylaştığı MHP’den farklıydı çözümü. Şu an, daha çok MHP dilinde bir yaklaşım sergileniyor. “Güvenlikçi çözüm” deniyor buna.
Ama çözülmüyor sorun. İktidarın hem Ak Parti hem MHP kanadının, buna Perinçek çizgisi de dahil, HDP’yi “terör örgütünün Meclis’teki uzantısı” olarak görmesi, sorunun ta kendisi. 6 küsur milyon oy demek bu, seçmenin yüzde 1112’si demek… Aileleriyle birlikte şu kadar milyon insan demek. Zaman zaman Meclis’i yöneten, Hazine’den pay alan, Meclis kürsüsünden görüşlerini savunan, kapatmak isteyip kapatamadığınız bir siyasi parti…. Sorun bu değilse başka ne?
Kapatamıyorsunuz, çünkü kapatmak başka sorunların kapısını aralıyor. Bu partiye oy veren 6 küsur milyon insanı “terör destekçisi” olarak suçlayamıyorsunuz, çünkü gerektiğinde onlardan sizi desteklemesini istiyorsunuz, sorun bu değilse başka ne?
Gün geliyor Öcalan’a bile “meşruiyet zırhı” giydiriyorsunuz, ama Selahattin Demirtaş “Bir kahvaltıda buluşsak da insan insana meselelerimizi konuşsak” dediğinde başka bir siyasi proje ile bağlantılı olduğu için bütün günah dosyasını ortaya dökmeye kalkışıyorsunuz.
Hani ne denir, en azından Öcalan’a tanıdığınız alan kadar bir pencere açsanız…
Ne olur ki.
Daha önce de yazdım, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Demirtaş bir kahvaltıda buluşsa, Kılıçdaroğlu ile, Babacan ile, Davutoğlu ile, Gül ile, Akşener ile, Karamollaoğlu ile… Ne kaybeder Türkiye? Eşler olsa… Belki çocuklar olsa… Ne kaybederiz?
Amerika ile Çin pinpon maçında buluşuyor.
Meral Hanım siyasetin en yumuşak yüzü. En anaç. En merhamete yakın. Gelecek Partisi ve DEVA HDP’ye yönelik daha “meşruiyetçi” tavırlar sergiliyor. Doğru olan bu. Demirtaş’ı ve eşini misafir etmekte bir kayıp yok. O fotoğrafı düşünüyorum da, bir şehit eksik olsa ne kaybederiz, diyorum. Davutoğlu da görüşsün Demirtaş ile. Belki de herkes “Nerede koptu süreç, ne yaptık biz?” diye kendine bakacak. 2013 yılında yollara düşerek diyorduk, hala “Analar ağlamasın” diyoruz. Çünkü analar hala ağlıyor.