Dernekler, Modern Avrupa’nın toplumu yönetime belirli oranda katmak ve halkın muhalefetine belirli ölçüler içinde izin vermek ve aynı zamanda onları kontrol altında tutmak için ortaya attıkları sivil toplum kuruluşlarıdır. Yani, küçük birer siyasal parti. Partilerle dernekler arasında resmî yönden benzeyen yönler vardır. Ama, İslâmî ölçülere tümüyle uyulmaya çalışılan, tevhidî ilkelere riâyet edip tavizsiz biçimde çalışmalar yapan dernekleri bu genel ölçüler içinde değerlendirmek insafsızlık olur. Biri şerre, diğeri hayra hizmet eden iki farklı yapıyı aynı kategoride ele almak doğru değildir. Biri tümüyle insanlar arasında Allah’ın indirmediği hükümlerle hükmetmek üzere kurulan tâğutî kurumdur, puthane hükmündedir. Diğeri belirli oranda camilere, hatta asr-ı saâdet mescidine benzeyebilir ve o mescidlerin fonksiyonlarını icrâ edebilir. Müslümanlar tarafından İslâmî ölçüler içinde faaliyet yapmak üzere kurulan dernek, İslâmî eğitim ve kültürel çalışmalar yönüyle hizmeti öne çıkaran resmî sayılması doğru olmayan bir kuruluştur. Birini tümüyle reddetmek gerekir; bu akaid meselesidir; tâğutu red kapsamına girer. Diğeri, sadece metod olarak Rabbânî metoda uygun olup olmadığı tartışılabilecek, en ağır ithamla tâğutlardan izin alınarak, onların müsaadesiyle açılan teşkilatlar olsa da, onları reddetmenin imanla bağlantılı olduğu ileri sürülemeyecek bir mekân ve metoddur.
Dernek ve vakıflar belirli oranda mescidlere benzeyebilir ve mescidlerin fonksiyonlarını icrâ edebilir. Meclise ve parti binalarına ziyaret için bile gitmenin şer’an mahzurları sözkonusudur. Ama dernek ve vakıflarda İslâmî dersler verilebilir, konferans ve seminerlere konuşmacı ve dinleyici olarak katılmanın hiçbir şer’î sakıncası olmaz. Dernek ve vakıflar, Asr-ı saadetteki mescide benzediği oranda makbul, parti veya tağutî kurumlara benzediği ve sivil toplum kuruluşu olduğu oranda dışlanması ve suçlanması gereken yapılardır.
Câmilerin üstlenmesi gereken bazı icraatlarını farklı şekilde, derneklerin üstlendiğine şahit oluyoruz. Nice dernek, günümüz camilerinden daha özgür şekilde ve daha kapsamlı olarak dine hizmet içeren faaliyetlere mekân ve imkân sağlamaktadır. Dernekler, camilerden daha özgürdür, daha sivildir, daha fonksiyoneldir. Asr-ı saâdetteki cami fonksiyonunu icrâ edebilecek bazı fırsatlara sahiptir. Bugün camilerde şeriatten, tevhidden, şirkten, çağdaş putlardan, devletin İslâm dışı uygulamalarından bahsetmek, tâğutlara tavır almak mümkün değilken, bu tür faaliyetler rahatlıkla bazı derneklerde icrâ edilebilmektedir. Yapılabileceklerin tam olarak derneklerde de yapıldığını iddia etmek mümkün değildir. Derneklerin büyüdükçe, üyelerini de merkeze doğru çekmesi, sağcılaştırıp muhafazakârlaştırması görmezlikten gelinemez. 28 Şubat sonrasında nice savrulmalar, kaymalar ve saf değiştirmelerde derneklerin suçu inkâr edilemez. Derneklerde yapılması gerekenlerin tümü yapılmıyorsa, bu mekânlar Mescid-i Nebevî’nin çok fonksiyonlu ibadet ve hizmet alanı haline getirilmiyorsa; bu, bugünkü derneklerin değil, dernekleri yönetenlerin ve yöneticileri de sevk ve idare eden hoca ve kanaat önderlerinin suçudur. Bir iş, ne kadar namaza benziyorsa o kadar ibâdet yönü ağır bastığı gibi; mescidlere benzediği oranında kurumlar, dernek ve teşkilatlar hayır ve ibadet kurumu olacak, Allah’ın râzı olduğu mekânlar haline gelecektir.
Sistemin tâğutî anayasal kuralları içerisinde hareket etmeyen, çok sayıda değilse bile, hayli dernek olduğunu söyleyebiliriz. Sistemin izni ile açılmak elbette bir züldür, Müslüman dâvâ adamlarının izzet ve onurlarına terstir. Ama, hilful fudul da böyleydi. Günümüzde bir ticarethane açmak isteyen bir kimse, ehliyet veya pasaport almak isteyen bir kimse de sistemin izni olmadan bunları yapamaz; bu böyledir diye, bu işlerin küfür ve şirk olduğu, hatta kesin haram kategorisine girdiği anlamına gelmez.
İdeal olan; dernek ve vakıf çalışmalarını, sistem içi faaliyetleri tasvip etmemek, ev çalışmalarını öne çıkarmaktır. Dernek ve vakıfların durumu da gözden geçirilmelidir. Dine hizmet iddia ve amacıyla ortaya çıkan İslâmî eğitime ve İslâm kültürüne katkı hedefindeki kurumlar giderek bu araçların amaçlaşması ve motor olmak yerine fren görevi üstlenmeye başlaması riskine karşı çok uyanık olmalıdırlar.
Tevhidî duruşun özünde, kaynağı vahiy olmayan tüm yapılanmalardan berî olma olgusu yatar. Tanımayıp reddetmesi gerektiği (2/Bakara 256) güçlerden yardım dilenmek, daha baştan mücadeleyi kaybetmek ve zillet yolunu seçmektir. Burada Hz. Yusuf ile ilgili tartışmalara işaret etmek yerinde olur. Bağımsızlık bütün peygamberlerin karakteri olduğu gibi Hz. Yusuf’un da karakteridir. Hz. Yusuf tam bağımsız bir iktidar yetkisi devralmıştır (12/Yusuf, 54, 57). Hz. Yusuf’un iktidarı devralışı, şartlı ya da tavizleşme temelinde olmamıştır. Ne kralın ilke ve inkılâplarına uyacağına dair söz vermiş, ne de kralın kanunlarıyla hükmetmiştir.
Yüce Peygamber’in hareketinin temel karakteristik vasfı da bağımsızlıktır. Yüce Peygamber, oligarşik Mekke yönetiminin bir parçası olmayı hiç düşünmemiş; adı Dâru’l Erkam olan bağımsız bir kurum kurmuştur. Yüce Peygamber’e sunulan dünyevî câzip tekliflerin geri çevrilmesi de, O’nun bağımsız olma vasfının bir ürünü olarak algılanmalıdır. Mücadele ettiği Mekke câhiliyesi veya onun kurumlarıyla güç edinme ya da mevki kazanma istek ve arzusu, Yüce Peygamber’in örnek yolunda asla görülmez. İşte en önemli Peygamberî Sünnet de budur. Kendi varlığını başkalarının güdümünde arayanlar, hiçbir şekilde başarılı olamazlar.
Bu tip legal görünümlerin bir diğer handikapı da, ümmet oluşturma bilincini ihyâ etmekten ziyade, gruplaşma güdüsünü harekete geçirmekte, bütünleyici ve kuşatıcı olmaktan öte; parçacılığa daha fazla güç katmaya prim vermektedir. Her dernek, kendi üyeleriyle ve imkânlarıyla övünmekte, ümmet ve vahdet yerine, kendi derneğinin büyümesini önceliklemektedir. Vahdetin de daha çok kendi derneklerine katılmakla gerçekleşeceğini boş yere beklemektedir.
Fanatik bir dernekçi olmak kadar, içeriğine ve faaliyetlerine bakmadan tümden ve tümüyle dernek düşmanı olmak da aşırılıktır. Tavizsiz çalışma yapılan dernek faaliyeti ise (azîmet değilse bile ruhsat anlamında) orta yol olarak görülebilir. Kalemder’i İslâm’a tavizsiz hizmet edilen yer olduğu müddetçe sahiplenmeyi ve (Allah korusun) “Dırar Mescidi” gibi zararlı hale dönüşürse kapısına kilit vurmayı üzerimize borç biliyoruz.
Bir dernek, her şeyiyle "kendinden muharrik", kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi yağıyla kavrulabilen bir uygulama içinde olmalıdır. Dernekler, inanç, dâvâ, amaç, yönetim, davranış ve finans konularında sivil ve kendi kendine yeter, ayağını yorganından fazla uzatmayan konumda olmalıdır. Ancak bu bağımsızlığı sürdürebilen örgüt, varlık amacına sâdık kalabilir. Doğru hedeflerine doğru araçlarla gidenler ancak İlâhî rızâya ulaşma anlamında neticeye ulaşabilir. Vazgeçilmesi gerektiğinde Allah için terk edilemeyen bir araç, artık araç olmaktan çıkmış, amaçlaşmış ve bir puta dönüşmüş olur. Huzur yuvası ve ilim-irfan merkezi olması gereken dernek, fitne yuvası haline gelip etrafını da ifsad ederse, düzeltilmesi bütün ilgili mü’minlerin görevidir. Eğer düzelemeyecek kadar fitne batağı olmuş ise, o batağı kurutmak, onu yok ederek zararsız ve etkisiz hale getirmek, öncelikle bir zamanlar bahçe olan o bataklığın sahiplerine ve bahçıvanlarına düşer.
Peygamberimiz, mümkün ki içinde gayr-ı meşru şeylerin de olduğu panayır çadırlarına girer, orada hakkı tebliğ ederdi. Bugünkü dernekleri en kötü bir konuma koysak cahiliyye panayırlarının çadırlarına benzetebiliriz. Orada Peygamberimiz insanlara tevhidi, İslâm’ı anlatmakta bir sakınca görmediyse, biz de dernek ve vakıflarda İslâm’ı anlatmakta bir sakınca görmeyiz.
Hz. Yusuf’un arzın hazineleri üzerinde yöneticilik istediği melik’in o zaman Müslümanlığı kabul edip etmediğini tam ve kesin olarak bilmiyoruz. Medine döneminde: l
Peygamber efendimizde (sav) bu teşkilata iştirak edenler arasında idi. Hatta, Peygamber efendimize (sav) sonraki bir tarihte, Medine döneminde bu teşkilattan bahsettiklerinde bu antlaşma hakkında şöyle demiştir: "Âbdullah b. Cud'an'ın evinde yapılan And'da ben de bulundum. Bence o and kırmızı tüylü bir deve sürüsüne malik olmaktan daha sevgilidir(…) Ben ona İslâm devrinde bile çağrılsam icabet ederdim" (Ahmed b. Hanbel, I,190, 193)
Biz derneği, ayağımızdaki ayakkabı gibi görüyoruz. Ayakkabı, ayağı pislenmekten, dış etkenlerin zararından koruyan bir kılıftır. Ayağına giymek yerine, onu başa geçirenler, her şeyden önce gülünç olurlar. Daha rahat yürümek için ayağa giyilen ayakkabı, eğer dar gelir, ayağımızı sıkarsa kaldırıp atarız. Gerekirse bizi menzile daha çabuk ulaştıracaksa yalınayak yürümeyi tercih ederiz. Hiçbir muvahhid için dernekler, Allah için feda edilemez, putlaştırılıp kapatılamaz mekânlar değildir. Eğer derneğin müslümanca faaliyetine kısıtlamalar getirilirse, dinimizden tâviz vermemize dernek bizi mecbur tutarsa, o zaman düzenin kapatmasını beklemeyip Müslümanlar olarak, dernek faaliyeti yürüten bizler kapısına kilit vurmaktan çekinmeyiz. Ama yolumuza bizi daha rahat götürecek olan ayağımıza uygun ayakkabımızı, gereksiz yere çıkartmayı da düşünmeyiz.
Yazının bundan sonrası Kaya Işkın’ın sitesinde üstadı gibi ateşli saldırılar halinde yazılar yazan Nurettin Özdemir’le ilgilidir. Işkın ve Nurettin’in dışındaki okuyucularımı pek ilgilendirmemektedir. Diğer okuyucular okuyup da zaman kaybetmeseler daha iyi olur.
Nurettin Özdemir: “her türlü kolaylığı sağladıkları ve davet ettikleri vakıf-dernek parti gibi yolllar, meseleye vakıf' olan müslümanların kolayca farkedebilecekleri batıl bir yoldur Burada güdülen amaç tağutların insanları kendi kontrolleri altına almaları,buna göre bir strateji geliştirmeleridir ve saltanatlarını korumalarıdır.” diyor. Genel olarak ve çoğu dernekler açısından doğru kabul edilse bile, istisnaları görmezden gelmesi, bu genel doğrunun doğruluğunu tartışmalı hale getiriyor.
Nurettin yine şöyle diyor: “Şunu unutmayalım ki tağutların müsadesiyle açılan kapılar Müslümanların hayrına değildir ve cennete açılmazlar.” Hılfu’l-Fudul de tağutların müsaadesiyle açılan bir kapı idi. Allah dilerse ölüden diriyi çıkartır. Firavunlar (farkında olmasa da) bazen Musa’ları yetiştirir. Hepimiz düzenin okullarında okuduk (düzen farkında olmadan marangoz hataları imalinde bulunmuş oldu). “Kâfirlerin izin verdikleri, kaide ve kuralını belirledikleri mücadele sahalarında yapılanlar insanı cennete götürmez.” Tağutların mücadele sahasından biri de vakıf ve derneklerdir. Hiçbir vakıf ve dernek mevcut anayasaya aykırı kurulamaz.” Bir kimse şöyle bir cümle de kurabilir: “Hiçbir ticarethane ve işyeri mevcut anayasaya aykırı açılamaz.” Bir işyeri veya bakkal, manav, hırdavatçı gibi bir işyeri de tağuttan izin alınarak açıldığına göre, dernekler için kullanılan cümleyi şöyle değiştirmek nasıl olur: “Şunu unutmayalım ki, tağutların müsaadesiyle açılan kapılar, yani bakkal, manav, hırdavatçı Müslümanların hayrına değildir ve cennete açılmazlar.” Bu ifade doğru değilse, benzer illetle illetli dernek ve vakıflar için de doğru değildir. Yine şöyle diyor: “İslami endişelerle vakıf kuranlar bile açık açık ne amaçlarını nede sisteme karşı olan tavırlarını ve duruşlarını vakıf kurarken müracaat ettikleri tağutlara söylememektedirler, bir nevi yalan söylemektedirler.” Hayır! Dur orada. Sen demek ki, Müslümanların vakıf tüzüklerini veya dernek tüzüklerini okumamışsın. İstiyorsan vakıf ve dernek tüzüklerinden birkaç örnek gönderebilirim. Bu ifaden doğru değil. Tanımıyorsun, araştırmadan da cesaretle yanlış hüküm veriyorsun. Yalan söylediklerini söylemen doğru değil. “Yani kurdukları vakfın anayasaya uygun olduğunu sistemin sahiplerine söylerken faaliyet olarak kısmen anayasaya aykırı hareket etmektedirler”Bunlar arkadaşlarımızın kurduğu dernek için ve hassasiyet gösteren Müslümanlar için zandan ibarettir, doğru değildir. “bu mücadele zeminlerinden bazılarında hak söylemde bulunan kişilerde vardır.Sistem elbette bu hak söylemlerde bulunanlardan haberdardır” Sanki senden ve Işkın’dan haberdar değil? Cep telefonları ile, facebook gibi sosyal medya ile dernekten daha fazla kendilerini düzenin ve düzenbazların takip edecekleri ortam içinde her taraf dernekten farksız bir alan değil mi? “Dernek çalışmaları küfür, tâğutlardan izin alınıyor…” Peki arkadaşım, facebookun dernekten ne farkı var, söyler misin bana? Sistem, hem de global sistem sanal alemdekilerden haberdar değil mi? Ve facebook’a kaydolmak için de tâğutlardan izin almıyor musun? Hem de uluslararası tâğutlardan? Facebooku yöneten uluslararası casusluk teşkilatından, İslam düşmanlarından? Ne iş yapıyorsan, onu söyle; tağutlarla ilişkisini söyleyeyim. İddialarında biraz gerçekçi ol. Alim, şu olmaz, bu küfürdür demekten öte, çıkış yolu gösteren kişidir. Yukarıda bazı örnekler verdim. O örnekler üzerinde yeniden değerlendir, tüm dernekleri küfür gibi itham etmenin vebalinden kurtul. Nurettin devam ediyor: “bazen bunlara suni bir düşmanlık göstererek insanların o kişi etrafında kenetlenmelerini teşvik eder.nede olsa yapılanlar gözünün önünde cereyan etmekte ve istediği an müdahele etme imkanına sahip olmaktadır.” Bu ifadelerini senin ve Işkın’ın facebook faaliyetleri için söylese bir kimse; veya “sen hem böyle söylüyorsun, hem facebookta aynen bu suçladığın durum senin için de sözkonusu” dese ne cevap verebilirsin. İkrah meselesi de yok. Biri,gönüllü dernek açıyor, onunla İslami davet ve tebliğ çalışması yapıyor; diğeri de facebookta sayfa açıyor onunla davet ve tebliğini yapıyor; ikisi de gönüllü ve isteyerek çalışmalar. Ne farkı var aralarında, diyebilir. Cahil cesur olur diye bir atasözü vardır. Öyle büyük hükümler, büyük içtihatlardan sakınmak gerekiyor. Her insanın haddini bilmesi çok önemlidir. Unutmayalım, her söylediğimizden, özellikle her fetva gibi din hakkında verdiğimiz hükümden hepimiz sorumluyuz. Bir söz bizi cennete götürdüğü gibi, başka bir söz de cehenneme götürebilir. Yine diyorsun ki: “Tağutların denetiminde olduğu yerlerde insanların hidayet bulmaları mümkün değildir” Tağutların denetiminrde olmayan yer mi var arkadaş, faceden telefona. Telefon dinlenmelerini de mi hesaba katmıyorsun? Sen böyle diyorsun ama Peygamberimiz öyle demiyor: "Muhakkak ki Allah bu İslâm Dîni'ni (dilerse) elbette fâcir (fâsık) kişi ile de te'yîd edip kuvvetlendirir." (Buharî, Cihad, 182; Müslim, İman, 178) Fâsık ve fâcirler kimlerdir?: Yani fâcir ve fâsıklar dinin bazı hükümlerini gereksiz ve geçersiz gören inkârcılardır (2/Bakara, 99); Fâsıklar, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerdir (Mâide, 47); Putlara meyledenlerdir (Mâide, 25); Fasıklar, kâfirleri dost kabul edenlerdir (Mâide, 81); Peygamberlere eziyet ve hıyanet edenlerdir (Saff, 5).
Ahmed Kalkan olarak bana çatmak için dernek konusunun Nurettin Özdemir tarafından açıldığını yazılarının işaretiyle anlıyorum. Bu konuda da arkadaş araştırmadan zanlarıyla hüküm veriyor olmalı. Ben bugüne kadar hiçbir dernek kurmadım, kurulmasında öncülük yapmadım. Hiçbir dernekte resmi görev almadım. Evet, tam elli yıllık geçmişi olan İslâmî çalışmamda hiçbir dernek ve benzeri kuruluşta hiçbir resmi görev almadım. Az önceki satırlarımda da görüleceği gibi, Nebevî usule daha uygun olan ev çalışmalarını tercih ederim. Ama ev çalışmaları toplumu sürükleyememektedir. Ev çalışmalarını daha nebevî usul olarak gördüm ve öyle tavsiyelerde bulundum. Ama tekfirci olmadığım için ve objektif bakmaya çalıştığımdan, şartlar mecbur ediyorsa Müslümanlar olarak bazı ilkelere ve şartlara riayet etmek kaydıyla dernek ve vakıf açabileceklerini söyledim. Derneklerde seminer vermekten, oralarda insanlara tebliğ etmekten hiçbir zaman kaçınmadım. Kiliseye davet etseler, orada da gider Kur’anî hakikatleri ve tevhidi anlatırım. derneklerden Benim şahsımdan bahsetmek için çalışma yaptığım dernek çalışmasını suçlamaya kalkıyorsan, güvenlik işinde çalışan ağabeylerini veya kendi işin ne ise o işi de adaletle değerlendir. Hangisi, tağutî yapının dayatmalarından tümüyle arınmış? Bu, senin benim suçumla ilgili değil, düzenle ilgili bir suç. Biz düzeni olanca şirki ve isyanı ile eleştirir ve İslâmî değişim ve dönüşüm için dernekte veya evlerde ciddi gayretlerde bulunursak, mümkün bu düzenin hepimize dayattığı birçok yanlışın keffaretini ödemiş oluruz. Kaya ağabeyine de sana da tavsiyem: Müslümanlarla, özellikle zaten çok az sayıda kalmış muvahhid mü’minlerle uğraşmayın. Açıkça İslam düşmanlığı yapan insanlar, açıkça düzeni savunan, dini tahrif etmeye gayret edenlerle uğraşın. Bu, size de mü’minlere de hayırlı bir şey kazandırmaz. Ve zanlarla hüküm vermeyin. Bir sözü veya haberi araştırmadan birine yükleyip iftira atan duruma düşmeyin. Kur’an bizden fiilî ve kavlî olarak şöyle dua etmemizi istiyor: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin! (Haşr, 10). Allah selamet versin.