Atasoy Müftüoğlu/İslami Analiz
HAKİKATİ VE ADALETİ ERTELEMEK
Teknoloji kapitalizmi ve dijital teknoloji yapıları, bütün yerellikleri, bütün millilikleri ve kültürleri aşarak, yeni bir sömürgeci evrensellik oluşturuyor. Dünyanın dijital bağlamda sömürgeleştirilmesi, bütün düşüncelerin/fikirlerin/tercihlerin kontrol edilerek, yönlendirilerek, manipüle edilerek, içeriklerinin boşaltılması anlamına geliyor. Gerek yerel bağlamda, gerekse küresel bağlamda, resmi gerçeklik kitlelere duymak istediklerini söylüyor. Yeni dünya sistemi olarak yükselen teknoloji kapitalizmi, zihin dünyamız üzerinde yeni bir tahakküm biçimi oluşturuyor.
Dijital kültürün ulus- devlet sınırlarını, yerli ve milli çerçeveleri aştığı, bütün kültürlerin coğrafyadan bağımsız hale gelerek küreselleştiği bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir dönemde-dünyada, yerli-milli fantezilerle küresel kültür karşısında tutunmanın mümkün olmadığını yaşayarak görüyoruz. İslamın ilk yüzyıllarında, Müslümanlar başka kültürlerle etkileşim, alışveriş içerisine girerek evrenselleşmişlerdi. Bugün de, başka kültürlere eleştirel bir dikkatle nüfuz ederek, İslami anlamda büyük ve kapsayıcı bir dil, bütün İslami ailesini içeren büyük bir kültürün imkanları üzerinde çalışmak gerekiyor.
Dijital teknolojiler yoluyla olsun, hamaset-menkıbe-popülizm yoluyla olsun, sömürgeleştirilen zihinler/kitleler/halklar, hiçbir zaman maruz kaldıkları tahakküm yapılarını/sistemlerini sorgulayamazlar. Etkili İslami bir dönüşüm bugüne yönelik sistematik çözümlemeler/yüzleşmeler/özeleştiriler yoluyla başlatılabilir. Yoğun ve nitelikli bir içerik üreterek, sorulması gereken zor soruları sormaya cesaret ederek, bugün yapılması gereken hesaplaşmalar yaparak çözümlerin, tekrar ve taklit etmeye devam ederek sorunların bir parçası haline gelebiliriz. Değişime kayıtsız kalmak, muhafazakârlıkları/taşralılıkları tahkim etmeye yarar. Değişime kayıtsız kalmak, geleceği engellemeye çalışmak anlamı taşır. Edilgenliği içselleştiren muhafazakarlıklar, gelenekçilikler, hiç’liği içselleştirmiş olular. İslami düşünce/kültür/ ilahiyat hayatının, özgürlükten yoksun, soyut İslami bilincin hiçbir şey ifade etmediğini anlamaları gerekir. Günümüz dünyasında, hangi alana ilişkin olursa olsun, İslami işlevler/yükümlülükler, ya seküler dünya görüşü tarafından ya da gelenekler/örf tarafından tanımlanıyor. Seküler dünya görüşü, İslami anlamda var olma, düşünme, yaşama, İslami bir model/örgütlenme hakkını yok sayıyor.
Popülizm/propaganda yoluyla sömürgeleştirilen ve düşüncesizleştirilen toplumlar, başka toplumlarla ilişki kurmaz, konuşamaz, bu toplumlara hiçbir şey söyleyemez. Düşünmeyen, akletmeyen toplumlar kolaylıkla birörnekleştirilir ve tektipleştirilirler. Düşünmeyen, akletmeyen toplumlar bugün, Türkiye örneğinde de yaşandığı üzere, çıkar/iktidar/makam vb. ihtiyaç duyan, zihinsel/entelektüel/kültürel ihtiyaçları-talepleri-ilgileri-tercihleri-hassasiyetleri olmayan toplumlara dönüştürülebiliyor. Bu toplumlarda zihinsel-kültürel-entelektüel ihtiyaçlar; hamaset, popülizm ve propaganda yoluyla karşılanıyor. Yine bu toplumlarda, bilgi-iletişim ve hakikatin sınırları-işlevleri, resmi gerçeklik tarafından, iktidarlar tarafından belirleniyor. Gerçek bilgi’ye, hakiki gerçekliğe ulaşamayan toplumlar, komplo teorileriyle oyalanıyor. Gerçek bilgi’ye, hakiki gerçekliğe ulaşamayan toplumlar-kültürler, yerel akıllara, yüzeyselliklere, hamaset diline, resmi yalanlara kolaylıkla ikna edilebiliyor, başkalarının düşünceleriyle, referanslarıyla yaşamaya mahkûm edilebiliyor. Gerçek bilgi’ye, hakiki gerçekliğe sahip olmayan, resmi gerçeklikle sınırlandırılan toplumlarda resmi keyfilikler hem tarihi, hem de adaleti, resmi çıkarlar doğrultusunda araçsallaştırabiliyor, tarihi bütünüyle bir propagandaya dönüştürebiliyor.
Günümüz dünyasında/toplumlarında her tür oportünizm özellikle de, politik oportünizm, bütün anlam alanlarını çölleştiriyor. Çıkarların ve araçların dünyası, toplumları anlam ve bilgeliklerin dünyasına yabancılaştırıyor. Hayat ve siyaset tarzına dönüşen oportünizmler sebebiyle bütün anlamlar, ilkeler, bilgelikler, dostluklar ve ahlaki hassasiyetler buharlaşıyor. İslami aidiyet bilinci aşınıyor. Çıkara dayalı bütün birlikteliklerin, dayanışma ve inşa’ların hiç’lik üzerine kurulmuş inşa’lar olduğunu hatırlamak gerekiyor.
Bugün, modern bütün ideolojik/felsefi/entelektüel mutlaklar göreli-tartışılabilir-sorgulanabilir bir gerçekliğe dönüştüğü halde, bizler, Müslümanlar olarak, entelektüel haçlı seferleri karşısında halen yaşamakta bulunduğumuz savunmacı geri çekilmeler sebebiyle, bu mutlaklarla, bu sahte mutlaklarla nihai bir hesaplaşma gerçekleştiremiyor, İslami varoluşumuz, bilincimiz, kimliğimiz, hayat tarzımız, dünya görüşümüzle ilgili bağımsız alanlar açamıyor, bağımsız inşalara yönelmiyoruz. Onurlu hayatların yerini, araçsal-niceliksel hayatlar alıyor. Bu nedenledir ki, bugün, İslam toplumlarında, Türkiye’de de, hamaset dili-söylemi-siyasetiyle gerçeklerin üzeri bütünüyle örtülebiliyor, resmi gerçeklik bütün bir toplumdan, ne pahasına olursa olsun mevcut durumun onaylanmasını-kutsanmasını isteyebiliyor. Mevcut durumu onaylayan toplum-kültür, düşünen zihinleri etkisiz kılabiliyor. Beka söyleminin ve resmi gerçekliğin sınırları içerisine hapsedilen toplumlar bütün ufuklara yabancılaşıyor.
Osmanlı tarihi boyunca ve bugün, toplumlarımız yeni çözümlemeler, yeni başlangıçlar ve yeni yorumlar yapmak yerine, eski çözümlemeleri, yorum ve yaklaşımları şerh etmek suretiyle tüketerek, edilgenliği bir hayat tarzına dönüştürdüler. Toplumlarımız, Osmanlı tarihi boyunca devlet çıkarlarına göre belirlenen bir din’i yaklaşımla, geleneksel-tasavvufi yorum ve referansların, referans çerçevelerinin dışına çıkmayı başaramadılar. Bu nedenle de, kamusal ve evrensel düşünür-mütefekkir-bilge yetiştirme potansiyeli geliştiremediler.
Geçmişin aklıyla/yaklaşımlarıyla/telakkileriyle, şimdi de etkili olabilecek içerik üretemediğimiz için bugün, İslami bütünü-bütünlüğü temsil-tecrübe iradesine, bilincine, ahlakına, sorumluluğuna sahip, evrensel düşünce/kültür/bilgelik/felsefe/siyaset okullarımız, hareketlerimiz yok. Geçmişin aklını ve telakkilerini ölçüsüz bir biçimde yücelttiğimiz için, geçmişin aklını analiz etme ihtiyacı duymuyor, geçmişi gerçek bağlamı içerisinde yorumlamaya çalışmıyoruz. İslam toplumları yüzlerce yıldır, hamaset-menkıbe-popülizm-propaganda yoluyla düşünceden, akletmekten, tefekkür etmekten, etkili sorgulamalar yapmaktan alıkonulduğu için, muaf tutulduğu için, toplumlarımızda konformizm aşılamayacak ölçüde içselleştirilmiştir.
İslam dünyası toplumlarında, karizmatik din’i ve politik otoriter figürlerin vesayeti bir türlü aşılamadığı için, Müslüman halklar tek akıldan ortak akla, yerel akıl’dan evrensel akla ulaşmayı düşünmüyor. Toplumlarımızda şura-müzakere-müşavere-eleştiri, ortak bir sorumluluk bilincine dönüştürülebilmiş olsaydı, İslami uyarılara rağmen karizmatik kişi kültlerinin iradeleri mutlaklaştırılamayacaktı.
Batı’nın, Avrupa’nın; kendi ihtiyaçları doğrultusunda icat ettiği-kurguladığı-kavramsallaştırdığı-kurumsallaştırdığı, daha sonra dokunulmaz kıldığı, değerler-referanslar-paradigmalar, bugün, kendilerine özgü değerleri-referans ve paradigmaları olduğu için, bu değerlere ihtiyaç duymayan İslam toplumlarına dayatılarak, İslam toplumlarının Batılı değerler/referanslar temelinde bir değişim-dönüşüm yaşaması isteniyor. İslam toplumlarında, seküler kesimler, Türkiye örneğinde görülebileceği üzere, zihinsel sömürge durumundan kurtulamadıkları için, kendilerine dayatılan bu değişim-dönüşüm talebine hararetle sahip çıkıyor, savunuyor.
Batılı seküler yorumun ideolojik iktidarı-diktatörlüğü, totaliter modernliği takdis ve tebcil eder, İslam toplumlarını, kültürlerini, bu toplumların dünya görüşlerini modern olmamakla yargılarken, ırkçılık/sömürgecilik/soykırım ve emperyalizm gibi totaliter modernliğin işlediği eşi ve benzeri görülmeyen insanlık suçlarını her nasılsa hiç hatırlamıyor. Totaliter modernlik, İslamın dünyaya yönelik taleplerini, İslamın siyasal tasavvur ve tahayyülünü “Ortaçağ”a dönüş olarak yorumlamak suretiyle tahkir ve tahfif etmeye çalışıyor. Kirli ve masum olmayan ideolojik/ırkçı klişeler Müslümanları ötekileştirmek için kullanılıyor.
Günümüzde, pragmatik popülizmlerin ve pragmatik otoriterliklerin sınırları içerisine kapatılan İslam toplumları ve kültürleri, Batılı seküler yorumun ideolojik ve entelektüel iktidarı karşısında hiçbir şey yapmıyor, hiçbir şey yapamıyor ve hiçbir şey yapma ihtiyacı duymuyor. Burada, pragmatik ve otoriter popülizmlerin entelektüel anlamda, ahlaki anlamda büyük bir hiç’lik sergilediklerini ibretle görmek gerekiyor. Entelektüel anlamda büyük bir çölde mahsur kalan İslam dünyası toplumları-kültürleri, bugün, Türkiye’de de bütün boyutlarıyla müşahede edilebileceği üzere “biz” ve “onlar” söylemini ve karşıtlıklarını derinleştirerek, tahkim ederek, kültürel çatışmaları kışkırtarak, patolojik pervasızlıklar ve keyfilikler gerçekleştiriyor. Bir toplumun, iktidar ihtirasları adına, “biz” ve “onlar” söylemine kapatılması, ilgili toplumlarda hiçbir zaman bir barış ikliminin teneffüs edilemeyeceği anlamına gelir. İslam toplumlarında otoriter dini ve politik figürler, iktidarlarının dünyanın sonu geldiğinde sona ereceğine inanıyor. İslam dünyası toplumları olarak anılan/tanımlanan ülkelerde bugün İslam’ın yerini devlet muhafazakarlığı ya da devlet dindarlığı almış bulunuyor. Bu toplumlarda iktidar ve güç sarhoşluğu içerisinde bulunan politik kadrolar, taraftarları için ayrıcalıklı bir hukuk uygularken, rakipleri için kısıtlayıcı bir hukuk uygulamakta hiçbir sakınca görmüyor.
Entelektüel anlamda büyük bir çölde mahsur kaldığını belirttiğimiz İslam toplumları ve kültürleri, pragmatik popülizmlerle, bayat/köhne/edilgin/güçsüz/işlevsiz/yorgun ve bitkin hamaset/propaganda sözcükleriyle/klişeleriyle içerisinde yaşamakta oldukları büyük çölü aşamazlar. Bugün, Müslümanlar olarak karşı karşıya bulunduğumuz politik gerçeklikle, pragmatik popülizmlerle; İslami anlamlar/ilkeler/değerler/idealler arasında çok büyük uçurumlar olduğunu görmek-anlamak gerekir. Politik gerçeklik ve pragmatik popülizmler; insanları, ahlaki/vicdani/entelektüel dünyaya, anlam ve değer dünyalarına yabancılaştırıyor, insanların ahlaki, vicdani ve entelektüel yeteneklerini bütünüyle yok ediyor. Pragmatik popülizmler ve pragmatik otoriterliklerin yükselişi ve belirleyici hale gelmiş olması, hakikat ve adaletin belirsiz bir geleceğe ertelenmesi anlamına geliyor.
Müslümanlar olarak maruz kaldığımız tarihsel gecikmeler, yenilgiler, aşağılanmışlıkları, tarihi, bir propaganda nesnesi/aracı haline getirerek değil, varoluşsal-eleştirel yüzleşmelerle aşabiliriz. İçerisinde bulunduğumuz dönemde pragmatik ve oportünist iktidar popülizmleri-romantizmleri adına yapılan milliyetçi-devletçi otoriter tercihler sebebiyle, İslami kimlik ve kişiliğimiz istikrarsızlıklarla malul hale geliyor. Bu maluliyet sebebiyle İslami kimlik ve kişiliklerimiz hiçbir şekilde İslami bütünü yansıtmıyor.