Amerika'nın demokrasi ile geliştirdiği obsesif kompalsif bozukluktan söz ediyor; kendi hedeflerine ulaşmakta kullanmak üzere bir şekilde işgal ve müdahaleyi meşrulaştırmasından bahsediyorduk.
Serbest piyasa ekonomisinin de bu prosedürün en önemli mihenk taşı olduğunu ifade etmiştik. Amerika demokrasiyi dünya sistemi için tek geçerli yönetim biçimi olarak lanse ederken, asıl işaret ettiğiyse kendi liderliğindeki bu ekonomik yapılanmanın sürdürülebilirliğinin sağlanmasıdır. Marks kapitalizmin bu denli uzun süre ayakta kalacağını görememiş ona daha kısa bir ömür biçmiştir. Onun dediği tam olarak doğru çıkmasa da, Marks'ı eleştirenlerin tezi de doğruluğunu kaybetmiştir. 2000'li yılların ilk yarısında ABD'de başgösteren ekonomik krizi ülkenin paradan sorumlu kişisi yani Federal Rezerv'in başkanı Greenspan bile önceden kestirememiş, durumun kapitalizmin çöküşüne bir alamet olabileceğinin itirafını vermişti. Bu çerçeve içinde Çin nereye oturuyor? Amerika'nın demokrasi ile obsesyonunu göz önüne alacak olursak Çin ezeli ve azılı düşmanı olması gerekir. Böyle midir... elbetteki hayır. ABD, Çin'deki başka Uygur ekseninde gelişen insan hakları ihlalleri olmak üzere bir çok alandaki "haklar" krizi ile alakalı olarak son derece dikkatli bir dil kullanır. Bir taraftan ABD Dış İşleri Bakanlığı Çin'deki hak ihlallerinden söz eder ve kırmızı alarm oluşturur, ama Beyaz Saray yönetimi her zaman dikkatle seçilmiş sözcüklerle diplomasi örgüsünü örer.
Çin komünisttir... en azından siyaset bilimciler olarak ona örnek olarak veriyoruz. Komünizm demokrasinin antidotudur; öyleyse Amerika'nın en ezeli düşmanı olması da işten değildir. İyi de reel politikte, bu iki ülke nasıl olur da aynı baskete düşüverirler?... Komünist Çin aynı zamanda kapitalisttir de ondan... Çin ABD'nin demokrasi paketini altüst eden bir yapılanma içindedir ve ABD'nin elinden bu paketteki en önemli elemanı yani demokrasinin katılımcı çoğulcu seçim sistemini alıverir. Amerika'nın hazırladığı ve tekelinde tuttuğu, dilediği maddeyi ekleyip dilediği maddeyi çıkardığı, muhatabının kim olduğuna göre listede değişiklikler yapabildiği durumuna son verir. Çünkü Çin, hem komünizmde ısrarlıdır, kimseyi kale almaz tavırlarıyla bir başına liderliğe soyunur, diğer taraftan da serbest piyasa ekonomisinin içine yavaş yavaş nüfuz eder. Sonuç itibariyle de demokrasi paketinin ABD için en önemli maddesi olan kapitalist düzenin sürdürebilirliğini biricilikten arındırır. Sonra da başta Amerika olmak üzere dünya ekonomisinin bütün aktörlerini kendi pazarına davet etmeyi başarır. Yani ortak olur, yani ABD dahil bütün aktörleri kendine dayanır hale getirir. Bugün Amerika demek Çin demektir.
Açıklayayım: Çin ürünlerini çıkartın Amerika'dan, yerinde koskocaman bir boşluk bulursunuz. Yerle bir olmuş, bir metruk kaybolmuş şehir misali. ABD Çin bağımlıdır, onsuz var olamaz. Bunun içindir ki Obama gibi devlet liderleri, insan hakları aktivistleri, dövizleri ellerinde Çin aleyhinde slogan atarken 'dikkatli' bir dili tercih etmek zorundadır. Bağımlılık her uyuşturucu madde örneğinde olduğu gibi gitgide artan bir olgudur; unutmayalım. Islah edilmesi de zaman geçtikçe güçleşir. Dünya ekonomisinin Çin bağımlılığı, işte böyle bir durum arzediyor.
Şimdi Çin, yeni bir açık sulara kulaç atmaya hazırlanıyor. Helal gıda pazarı! Bu konu bizi de yakından ilgilendiriyor. Zira Çinliler Türkiye'yi muhtemel pazarları arasında sayıyor. Fizibilite çalışmalarına çoktan başlamışlar.
yeniakit