Dilipak: Bir Doların iki Yüzü: Yazı ve Tura

Abdurrahman Dilipak'ın Yeni Akit Gazetesinde Yayımlanan "Bir doların iki yüzü: Yazı ve tura" başlıklı yazısını iktibas ediyoruz.

Yazı mı, tura mı? Bir paranın iki yüzünden biri yazı, diğeri tura, yani tuğra!

Bugün ise BÇG ve FETÖ’den söz edeceğim. Bunlar aynı paranın yani doların iki yüzü gibidir. Bakmayın düşman kardeşler olduklarına, aynı cehennemin iki yüzü gibidirler. Kaynakları da, hedefleri de aynı, sadece yöntemleri de aynı. “Arzı hürmet ettikleri locaları” bir onların.

Geçen gün Ali İhsan Karahasanoğlu FETÖ’cüler ve FETÖ karşıtı ulusalcılar nasıl buluşuyor!” diye bir makale kaleme aldı. O yazıda şöyle diyordu; “FETÖ’ye karşıyız.. FETÖ’nün zihniyetine karşıyız. FETÖ’nün mantığına karşıyız.. FETÖ’nün, sadece kendisini ön plana çıkartan anlayışına karşıyız.. Aynı zamanda.. FETÖ karşıtı olanlar içinde.. Ulusalcılara da.. Aynı gerekçelerle karşıyız..”

Para’da “Yazı”, paranın rakamsal değerinin yazılı olduğu yüzü, “tura/tuğra” ise parada devletin armasının/logo’sunun olduğu yüzü ifade eder. Bunlar gece/gündüz, ying-yang gibidir, birbirinin zıddı gibi gözükse de, onun tamamlayıcısıdır. ABD’nin yaptığı/yapmaya çalıştığı kendi karşıtını da örgütlemektir..

Bu anlamda FETÖ neyse, BÇG de odur aslında. Bunlar kendi aralarında çatışsalar da, aynı yere hizmet ederler. Soğuk savaş da böyle bir şeydi. Sağ-sol kavgası da böyle bir şeydi. Türk-Kürt çatışması da böyle bir şey. “Böl, çatıştır ve yönet”, anlayış bu.

SSCB dağıldığında, NATO tehlikenin rengini “kızıl”dan “yeşil”e çevirdi. BÇG “İslam’a karşı sopa”, FETÖ “İslam’a karşı havuç” politikasının koç başı.. BÇG’liler bizi koyun yerine koyup, ellerindeki sopa ile arkamızdan sırtımıza vurarak bizi Amerikan mezbahasına götürmeye çalışıyor, FETÖ ise, takke-cübbe ile önümüze geçip, yine bizi koyun yerine koyup, elinde bir tutam yeşil otla, bismillah diyerek yine aynı Amerikan mezbahasına götürmeye çalışıyor.

Bizim önümüze koydukları iki tercih var: Havuç mu, sopa mı?

Sonra “beyaz efendiler” karar verdiler: Radikal İslam’a karşı sopa, ılımlı İslam’a karşı havuç. Bu anlamda BÇG ya da DAEŞ’i kim örgütledi ise FETÖ ya da PYD, hangisi ise onu örgütleyen şeytani yapı aynı yapı!

Bunun sağcısı-solcusu, milliyetçisi, İslamcısı, liberali yok. Kendilerinden yana olanlar ya da kendilerine karşı olanlar var. Bunların ilkeleri yok, çıkarları var.

Brezinski İslam’a karşı sopayı savunuyor ve İslam’a karşı “topyekûn savaş”dan söz ediyor. İslam’ın ılımlısı, radikali olmaz. “İslam ‘İslam’dır ve tehlikedir”, onlara göre. Fuller’e göre, Müslümanlar iktidar, kadın ve servetle tanışınca radikalliklerini kaybediyorlar. İktidar ve servete ulaşmak için birbirleri ile rekabet ediyorlar ve hatta çatışıyorlar.. Onun için de İslamcıları kazanmak gerek. Bunun yolu da Ilımlı İslam’ı desteklemekten geçiyor. Ama bu politika radikallerin, şahinlerin, İslam’a karşı topyekûn savaşı savunanların işine gelmiyor. Aralarındaki kavganın sebebi bu.

Her ikisi de ABD’nin bölgedeki siyasi kahyaları. Ama BÇG’liler, FETÖ’cülerin iktidara ortak olmasını istemiyorlar. Kendilerinin alanlarının daraltılmasından rahatsızlar. Yani aralarındaki çatışmanın temelinde “ABD’nin çiftliği”ndeki kahyaların kendi aralarındaki kavgadır. ABD’nin gözüne girmeye çalışan Amerika’nın “siyasi metres”lerinin, “siyasi fahişe”lerin kendi aralarındaki “gözde” olmak için giriştikleri “kıskançlık”ları sonucu ortaya çıkan kavgalarıdır.

ABD bundan da yararlanmak istedi. “Radikal İslam’a karşı, işbirliğine yanaşmayanlara karşı sopa, işbirliğine gönüllü olanlara havuç uzatmayı denedi. Yani ikisine de destek verdi, her ikisini de kullandı, icabında harcadı.

ABD’nin dostu yok, vefası da. Bunun İngiliz’i, İsrail’i, Vatikan’ı, Alman’ı fark etmez. Bu işler böyledir.

Bugün, BÇG’lilerin bir kısmı bazı gerçeklerin farkına varıp bu işten uzaklaştılar. Bir kısmı inatlarını sürdürüyor. Bir kısmı ise yarın saf değiştirip karşı tarafa geçerlerse şaşmamak gerek. Birileri güç nerede ise oradadır. Birileri için her şey bir “rol”dür. BÇG’liler 28 Şubat’ta bir yandan “irtica ile mücadele” ederken, öte yandan tarikat örgütlemediler mi? Kalkancı tarikatı neyin nesi idi!. Bunların bazıları için sağ da sol da bir rol. FETÖ ile PKK’yı, DAEŞ’i buluşturan güç böyle bir güçtür işte. Dün savaşanlar, bugün el ele tutuşabilirler. “Derin gerçek” böyle bir şey.

Biliyorsunuz şu günlerde Ankara’da 28 Şubat davası görülüyor. Savcı mütalaasını sundu, sanıklar son savunmalarını yapıyorlar. Bu dava iddianame ile sınırlı bir dava. Davanın iddianamesini hazırlayan savcılarsa FETÖ’cü. Onun için de iddianameyi çok sınırlı tutmuşlar. Dış bağlantıları, STK, Media, iş dünyası ile ilgili uzantıları yok.

Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, geçen gün davanın bu son merhalesi ile ilgili yaptığı açıklamada; “28 Şubat darbesinin hazırlanmasında, gerekçelendirilmesinde, tabana yayılmasında ve toplumsal meşruiyet oluşturulmaya çalışılmasında en önemli işleri ısmarlanmış masabaşı haberleriyle dönemin apoletli medyası görmüştür” dedi. Evet sahi, o brifingli işadamları, gazeteciler, akademisyenler, STK’lar neredeler!.

Her şeye rağmen bu davanın açılmış olması önemli. Tabii dönemin içişleri bakanının ve o dönemdeki iktidar partisi RP’nin devamı olan SP’nin davaya müdahil olmaması, Kazan’ın “Kahraman ordumuzla hiçbir ihtilafımız yoktu” mealindeki sözleri de bu dava sürecinin akıllarda kalan en talihsiz açıklamaları. 28 Şubat’ta mağdur olduğunu söyleyen birçok kişi de bu davaya müdahil olmadı. Davayı yakından takip eden, müdahil olan kardeşlerimden Allah razı olsun.

Evet, dava iddianamesini hazırlayan savcının FETÖ’cü olduğunu ve iddianameyi Batı Çalışma Grubu ve darbenin askeri kanadıyla sınırlı tuttuğunu ifade eden Yalçın, «Bilinçli olarak sanık kürsüsünden kaçırılan ve 28 Şubat darbesinin sivil ayağını oluşturan bütün kesimler mutlaka ama mutlaka yargılanmalıdır. Yalan haberlerle irtica söylemini gerekçelendirerek enformasyon sağlayan, darbeci medya organları ve bunların patronları doğrudan askerlerden aldıkları talimatlarla iş yapmanın yanında sürekli olarak askeri darbeye teşvik ve tahrik kısmını üstlenmişlerdir. Erol Özkasnak’ın Genelkurmay Basın Yayın Halkla İlişkiler Başkanlığı’na gönderdiği yazıda isimleri geçen medya mensupları ile cuntacılardan ödül alan gazetecilerin cunta ile ilişkileri mutlaka araştırılmalı ve dava konusu edilmelidir” dedi. Bu taleplerin karşılığını bulacağı belki yeni davaların da açılması gerek.

Eğer ABD teröre destek vermekten yargılanacaksa, darbelere destek vermekle suçlanacaksa, buna mutlaka, sanıkların ölümleri sebebi ile tamamlanamayan 12 Eylül ve 28 Şubat ile ilgili iddialar da eklenmelidir.

28 Şubat davasında mahkemenin vereceği karar, bundan sonraki darbe davaları için de yol ve yön gösterici olacaktır. Selâm ve dua ile..

 

Medya-Makale Haberleri

Abdurrahman Dilipak: Pizza sever misiniz?
Abdurrahman Dilipak: Siyonistler suçüstü oldu!
Abdurrahman Dilipak: Kurbağa haşlaması sever misiniz?
Abdurrahman Dilipak: Bize yalan Söylediler
Mücahit Gültekin: Suriye Tartışmaları, "Kökü Dışarıda Olmak" Söylemi ve Politik Hafıza Üzerine