Aabdurrahman Dilipak'ın yayımlanan 31 2019 Mart tarihli yazısını iktibas ediyoruz:
Din kültürü, oksitosin ve ahlâk
Tamam, içerek öğreneceğiz, subliminal yoldan ezberleyeceğiz, beynimizin back-up’ı alınacak. Şimdi buna bir yenisi daha eklendi: Oksitosin. Ne kadar oksitosin o kadar ahlak. Sıkı durum, BİAT GENİ’ni bulmuş birileri. Kleptomani yani hırsızlık aslında bir hormonal dengesizlik. Yakında “dindarlık hormonu” da bulunur. Alın size yeni bir haber: Kanada’nın McGill Üni’den araştırmacılar yüksek testosteron (erkeklik hormonu) seviyesine sahip erkeklerin daha az dindar olduğunu tesbit etmişler. Adamlar sıkı çalışmış. Şeytan fazla mesai yapıyor olsa gerek şu sıralar!
Buyurun bu çalışma da bizden: Ümit Horozcu 2010’da Tecrübî Araştırmalar Işığında Dindarlık ve Maneviyat ile Ruhsal ve Bedensel Sağlık Arasındaki İlişki, başlıklı bu makalede ülkemizde ve dünyada yapılmış araştırmalar ışığında dindarlık ve maneviyatın ruh ve beden sağlığı üzerindeki etkilerinin gösterilmesi bir makale yazmış. Aslında dikkatli olarak bizde bu konularda doğru düzgün yeni çalışmalara ihtiyaç var. Meydanı boş bırakmışız. Bu araştırmada dindarlık ve sağlık arasında pozitif bir ilişkinin varlığına dikkat çekilmiş. Bu çalışmaya göre “dindarlık ve maneviyatın ruh ve beden sağlığını olumlu yönde etkilediği anlaşılmaktadır.” “Ruh sağlığı”nın bir şekilde bedensel sağlıkla ilgili olduğuna vurgu yapılıyor. Burada, bana göre “Ruh sağlığı” tanımı doğru değil. Ruh hasta olmaz. Sözkonusu olan akıl, nefs ya da psikolojik açıdan sağlık durumu olsa gerek!
Sizce kan grubu olarak “AB Grubu” mu, “0” grubu insanlar mı daha dindar! Etçiller mi daha dindar otçullar mı? Mesela daha dindar olmak için bir diyet var mı? Tabii, aşağıda göreceğiniz gibi, bu çalışmalarda “din” dedikleri sadece “İslam” değil. “Ahlak” da bildiğiniz “ahlak” değil aslında. Budizm de bir din, “ineğe” hatta “Şeytana tapma” da bir din!? “Kemalizm” de birileri için o kategoriye girebilir mesela. “Şamanizm” de. Bu durumda “ideolojik” kimselerle ilgili de genler, hormonlar olmalı. Bu hesaba göre burçların da bu işte etkisi olmalı. Bu anlayışın sonucuna göre, elbette gelenek, sosyo politik, sosyo ekonomik, sosyo psikolojik etkiler de olmalı. Hatta futbol takımı ya da siyasi parti tercihi de, gen ve hormonların yönlendirmesi ile şekillenmiş olabilir bu durumda.
“Bakalım bu seçimde, hangi genetik grub kazanacak” diye düşünmemiz gerekiyor şimdi, bilimsel olarak. Mediada birileri “Cern”deki deneyimi “Tanrı Parçacığı bulundu” diye vermişti. Şimdi birileri “Bilim adına” “Tanrı geni” diye tanımlıyor “Oksitosin”i.
“Yeryüzü tanrısı” olma iddiasındaki, bize ”İlahlık” taslayan birileri, endüstriyel “gıda normları”, daha doğrusu “Gıda Kodeksi”ni, su’yu yeniden tanımlayarak bizi dindar, seküler yapmak için, tarım-hayvancılık ve gıda sanayiini kullanarak sağlık üzerinden bizi “kendilerine kul yapma” gayretine girebilir. Zaten “Modern eğitim”, bu anlamda toplumlara Rablik dayatmasıdır. “Kültür” ve “spor” dedikleri şey de öyle. “Tarih algısı”, “gelecek tasavvuru”nu da değiştirince her şeyi yapabileceklerini sanıyorlar. Media, Müzik, Sinemadan öte siyaset ve STK da kontrollerinde. Tabii sermaye de. Dolayısı ile iş dünyası da kontrollerinde.
Almanya’da Federal Meclis’teki Birlik Partisi başkanı Ralph Brinkhaus, 6 Mart 2019’da “birkaç yıl içinde bir ‘İslam kültürü’ ile yetişmiş CDU Şansölyesi hayal edebiliriz” dedi.. Protestan Haber Ajansında fikrini anlattı. CDU Grup Başkanı 2030’da Müslüman Şansölye olabileceğini söylüyor. Euro İslam’ın “Hristiyan Kültürü”ne çok yabancı bir tarafı olmayacaktır. FETÖ zaten bu hayalin ürünü idi. “Kültür Mantarı” gibi bir “Kültür Müslümanı” burada sözkonusu olan. “Kültür mantarı” derken “istediğiniz boy, renk, lezzet, mineral ve vitamine sahip, geni ile oynanmış bir mantar yetiştiriciliği”nden söz ediyoruz. “Din kültürü” ya da “Kültür milliyetçiliği” dedikleri işte böyle bir şey. Onun için “Kültürel kimlik”in oluşmasında öncelik dil ve eğitime veriliyor. “Aydınlanma” adına da dünya algısı değiştiriliyor, “Yaratılış”ın yerini “türeyiş”, “varoluş” alıyor. “Spor”la fiziki yapınız formatlanıyor. Bizde okullarda okutulan dersin adı “Din Kültürü ve Ahlak”. “Din” onlar için bir “Kültür”. “Ahlak” ise dinden bağımsız, etik ve moral değerlerden oluşuyor.
Gaziantep Üni. Tıp Fakültesi Biyokimya Profesörü Dr. Necat Yılmaz, “Mutluluk Hormonu” olarak bilinen Serotonin’in kalp hastalığı bulunan kişilerde normal insanların 2 misli oranda idrar yolu ile atıldığını tesbit etmiş. Peki burada söz edilen “Mutluluk” bizdeki “Saadet”in karşılığı yoksa “Keyif” ve “Haz” ile mi ilgili. Mesela “Çile”yi nereye koyacağız. Serotonin içeren portakal, domates, süt, hindi eti ve çikolata gibi yiyecekleri daha çok tüketerek daha “mesut” olabilir miyiz!
Tabii doğru beslenelim. Serotonin dengesini koruyalım da! Tamam “evlilik, dindarlık, evcil hayvan sahipliği gibi sosyal bağlantı biçimlerinin kalp hastalığı riskini azaltıyordur.” Ama burada “hangi din” sorusunun bir cevabı var mı? Ya da o “hangi evlilik”. Eşcinsel evliliği buna dahil mi mesela. Sakın bu işin sonunda din vijdanlardan sonra bir de, gen ve hormonlara, toplumsal planda mabetlere hapsedilmeye kalkışılmasın da. Karamsarlık tedavisinde def-i mazarrat için Serotonin tedavisi ya da beslenme diyeti neden olmasın. Ama peki bir sonraki adım! Birileri Darwin ve Freud’a rahmet okutmaya hazırlanıyor sanki!
“Oksitosinin, vücudumuzun manevi inanışları destekleyen yollardan biri olduğunu belirledik” diyor ABD’deki Duke Üniversitesi’nde bir grub akademisyen hazırladıkları makalede. Ve ekliyorlar, “daha çok seks yapan erkeklerde oksitosin isimli hormonun daha çok salgılanması nedeniyle Tanrı inancı ve maneviyatta bir yükselme görülüyor. Bu hormon, beyindeki hipotolamus bölgesinde salgılanarak manevi duyguları düzenleyen lobun daha işlevsel olmasını sağlıyor.” Bu durum gayrimeşru ilişkileri de kapsıyor mu aceba! Ya da o nasıl bir dini yönelimi ifade ediyor?
Bakın, başka araştırmalar da var. Haber şöyle: “Dindarlara bir de kötü haberim var: Düşük zeka riski. Dindarlık, düşük zeka ile ilişkilendirildi Frontiers in Psychology’de yayınlanan bir araştırmada, dindarlığın, düşük zekâlılıkla ilişkisi tesbit edildi.” Demek ki, aslında dine karşı bir din daha “zeki”lerin dini! Bu “akademik çalışmalar” sonuçta “din” temelli çalışmaların nereden beslenip, hedeflerinin ne olduğunu açıkça göstermiyor mu? Bunlara göre, eşcinseller evlilerden daha mutlu, neşeli, ve başarılı. “Din” bireyi hayallerini ve fantezilerini test etme ve tatmin konusunda engelliyor. Korkutuyor, caydırıyor ve bastırıyor! “Dindar insanların IQ testlerinde neden genelde düşük skorlar elde edildiğini” açıklamak için Belçika’daki Liège University ve Almanya’daki Saarland University’den araştırmacılar, 63.000’den fazla insanı online ortamda; planlama, akıl yürütme, ilişkilendirme, dikkat ve işler bellek ölçümleri yapan 12 bilişsel görev setini içeren 30 dakikalık bir teste tabi tutmuşlar. Ölçeklerde katılımcılar ayrıca dini inançlarını, agnostik ya da ateist olup olmadıklarını da belirtmişler. Ateistler, yaş ve eğitim gibi demografik faktörleri kontrol ettikten sonra bile dindar katılımcılardan daha iyi performans gösterdikleri görülmüş(!). Agnostiklerin ise bütün görevlerde ateistler ile inançlılar arasında bir yerde bulunmuşlar. Ancak, herhangi bir dini inanca sahip katılımcıların, akıl yürütme ve ilişkilendirme yapabilmeyi gerektiren bütün görevlerde çok daha kötü sonuçlar elde ettiği “bilimsel” olarak tesbit edilmiş!? Prof. Rowthorn ayrıca, Dindarlık, Doğurganlık ve Genler“ arasındaki ilişkiye dikkat çekerek, geliştirmiş olduğu bu model dindarlığa sebeb olan geninin, gen havuzunda çok hızlı bir şekilde artarak dominant duruma geçeceğini, dolayısı ile dindar nüfusun aşırı bir şekilde artacağını gösteriyor. “Dindarlık geni”nin, birçok seküler ve ateistlerde de çekinik olarak bulunabileceğini söylüyor. Bu çalışma “Proceedings of the The Royal Society B” dergisinde yayınlamış. Şimdi merak ettim işte, AK Parti ve CHP’liler aceba hangi burçtan, hangi baskın gene, kan grubuna ve hormonal dengeye sahip! Bakalım bu durum sandığa nasıl yansıyacak! Oxford Üniversitesinden evrim biyoloğu Prof Dawkins, yeryüzünde bulunan yüzlerce dinin, generasyondan generasyona ebeveynler aracılığı ile aktarılan kültürel bir olgu (Mem) olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Dine yönelim genlerin kontrolünde!”Dawkins’e göre, “evrimsel süreç”te, üremeyi belirleyen genler ile inancı belirleyen genler arasında karşılıklı bir etkileşim sözkonsu. Ve işte altın vuruş! BİAT GENİ! Tarikatçılık ve düşünsel bağımlılık, “Bilinmezliğin oluşturduğu korkunun, genler tarafından üretilen hormonlar ile bastırılarak, beyin biyokimyasının değişmesine ve kişinin biat etmesine sebeb olur“ diyor Dawkins. Astrobiyolog Carl Sagen’da, Tanrının kapısını çalan bilim“ adlı kitabında “BİAT ETME HORMONU”na fantazi bir isim bile bulmuş ve bu hormona, “Theopin” adını koymuş. Theo: Tanrı, Pin: Hormon! FETÖ’cüleri hapishaneden alıp, hastahaneye kaldırıp tedavi edelim madem öyle! Selâm ve dua ile.