İnsanın olmazsa olmazı başlığın ilk ikisidir: Din ve ahlak.
Din ve ahlak işin özüdür aslında. Ahlak fıtratta gömülüdür. Vahiy yüklenir. Ötekiler bunun sonucunda ortaya çıkan estetik, incelikle ilgili.
“Kültür”, “Eğitim” gibi sabıkalı bir kavram. Aslında “Kültür”, tarım ve hayvancılıkla ilgili. Kültür ırkı “mantar” ya da “at” yetiştirirsiniz. İnsan “Bostan” ya da “Ekin” değil mi, onun kültürü olsun.
Eğitim de öyle. Neden “Maarif” değil de “Eğitim”. Konu sadece kelime farkı değil.
“Medeniyet denilen maskara mahluk”tan söz eder Akif, medeniyet dediğiniz şey “Şehirli” olmak anlamına gelir. İngilizcesi “Civilization”. Yani Sivilleşme’ye, yani siyasal olmayana onlar “Medeniyet” diyorlar. Kadın ve erkek gibi bir şey sivil ve siyasal olmak. Laik olmak da mesela Ruhban olmamayı ifade eder, ama maalesef her şeyi birbirine karıştırıyoruz.
Mesela din ile inanç her zaman aynı anlama gelmez. Mesela Hristiyanlık bir Religio’dur. İnsanlar bir şekilde Tanrılarına şükran sunmak için bir takım ritüeller, seremoniler, ikonalar üretirler. Din, yaratanın yaratılana vahyettiği yaşama biçimidir. Ve tek din vardır, o da Hz. Adem’den bugüne kadar devam edip gelen dindir.
Ahlak da, moral ya da etik değil, yaratanın yaratılış gayesine, fıtrata uygun yaşama anlamına gelen bir kelimedir. Medeni bir insan cehenneme gidebilir, avamdan biri, Bedevi biri cennete gidebilir.
“Hadara” kendine has hayat tarzı olan, kendini belli bir yerde konumlandıran, Bedevi olmayan anlamına geliyor. Bedevi, göçer, çölde yaşayan gibi anlamlara geliyor. Köylü yerine, özellikle tarımla uğraşanlara “Fellah” deniyor. “Ahali”, aynı yerde oturuyor / bulunuyor olmaktan başka ortak bir yanları olmayan insan topluluğuna deniyor.
Bizi biz yapan ve bizi diğerlerinden farklı kılan alamet-i farikamız olan özelliklerimizle kendimizi tanımlarız çoğu kez, bunu din, dil, gelenek, ırkla ilişkilendirerek yaparız.
İnsan doğduğu ana baba yanında içinde doğduğu zamanın, mekânın, toplumun çocuğudur. Ve biz insanız. O çevre şartları içinde imtihan oluruz. Şehirde çok medeni bir ortamda yaşayıp, bunları kullanan, üreten biri olup cehenneme gitmek, bunlardan her anlamda mahrum olup cennete gitmek mümkün. Her şey, imkana göre anlam ve değer kazanacaktır, rızaya göre de bunun ahiret hayatına bir karşılığı olacaktır.
Sanat ve medeniyet, zaman ve mekan içinde şekil ve anlam kazanır. Tarihten ve gelenekten gelen imkânlar, yerleşik düzen, gelecek tasavvuru, zenginlik, barış ortamı ile ilgilidir. Bu anlamda edebiyat, güzel söz ve hikmet maliyeti düşük olsa da yeri geldiğinde riski büyük işlerdir.
Göçer toplumu ile medeni topluluk arasındaki en belirgin özellik, mimari, musiki, edebiyat ve sanattan önce, dini, etnik, ideolojik, politik, felsefi ve vicdani kanaat farklılıklarına sahip, akışkan ve değişken düşünce ve davranışa sahip insanları, farklılıklarına rağmen barış içinde ve bir arada tutan bir HUKUK düzeni ve ADALET mekanizması kurmuş olmaları ile ilişkilidir. Bir arada olma ve birlikte çalışma, ihtilaflarının çözümünde ahlak ve hukuka dayalı, geleneğe dayalı çözümler üretme kabiliyet, imkân ve performansına sahip bir topluluk oluşturmaları ile ilgili olsa gerek. Daha iyiye, güzele, doğruya ulaşma çabası ile hayatı estetize etme, ortak bir gelecek üretme hayali ve sorumluluğuna sahip olmakla ilgili bir irade ve şuur, idrake sahip olmakla ilgili bir kavram olsa gerek medeniyet. Medeniyet inşa etmek için medeniyet inşa edilmez. Bu hayat tarzının meyvesi olarak o ortamda, o iklimde medeniyet hayat bulur.
Bizim inancımız gereği, “iki günü birbirine eş olan aldanmıştır” anlayışına sahip biri, geçmişle övünerek, onu kopyalayıp tekrarlamayı kendisi ile gaye olarak gören kalabalıklarla medeniyet inşa etmiş olmaz. Medeniyeti tüketmiş, harcamış olabilir. Bu anlamda medeniyet canlı bir organizma gibi doğar, büyür ve ölür. Uzun ömürlü olabilmesi için sürekli kendini yenilemesi gerekir. Onun beslenmesi, büyütülmesi gerekir.
Bu “Eğitim belası”ndan ve “Kültür belası”ndan yakamızı kurtarmadan medeniyet sadece maskara bir mahluk, oyun ve eğlence merkezli bir yaşam tarzı olarak kalacaktır. Yalanı estetize eden reklam malzemesine dönüşecektir.
Bizde medeniyet deyince, bilim, teknoloji, sanat ve zenginlik, ihtişam anlaşılır. Medine pek akla gelmez. Medine aslında mal, can, namus, akıl-inanç, nesil emniyetinin güvenle olduğu bir adalet, barış hürriyet ve saadet yurdunda, farklı insanları erdem temelinde birlikte yaşama iradesini ifade eder. Mesela İbn Haldun’a göre Umran veya Hadara kelimesi ile ifade edilir bu durum. Mesela “Devlet” “Mülk” yani malik olunulan şeydir! Şehirli, köylü, göçer, bedevi aslında farklı içtimai topluluklardır. Batıda sivil tanımı, devlet dışı bir organizasyon olarak Gramschi (1981-1937) sistematize etti.
Gökleri biraz daha gerilerde 1789 Fransız devrimi öncesi gelişmelerle ilişkilendirilebilir. Batı medeniyeti denilen şey, aslında sömürü mirası üzerine yükselen bir modeldir. Zenginler ve devlet, kilise soylularının, yüksek sosyetenin “life stile” yaşama biçimidir.
Ümran bayındırlık, mamur (imar edilmiş) bir şehri ve refahtan çok saadeti ifade eder. Haz, gösteriş ve lüksten öte bir dinginliği, iki günü birbirine eş olmadan ilerlemeyi ifade eder.. Bir ülkenin ve toplumun gelişmişlik seviyesi için de aynı kelime kullanılır.
Mesela bizde “hars”, “kültür”e karşılık gelir, yine aynı şekilde “tarla sürme”, ekin ekme, tarım, ziraat anlamlarına gelir. Bu kelime örf, adet, gelenek, anane kelimeleri ile benzer anlam taşır.
Kamalist jargonda medeniyet, “Asrilik” yeni dilde çağdaşlık, çağdaşlık ise irticanın aksi yani geçmişi unutup yeni bir yol tutmak şeklinde anlaşılır. “Garp medeniyetine girmek ve Türk harsını kuvvetlendirmek, Türkçülüğün ikiz çocuklarıdır” der O. Seyfi Orhon. Bu anlamda Türkçülük Garp Medeniyetine girmenin eş anlamıdır. Bu anlamda Medeniyet=Uygarlık bilim, sanat, teknoloji, refah, ekonomi, eğitim, imar ile birlikte bir anlam ve değer kazanır.
Genel olarak kültür tarımla ilgili olarak “Uygun biyolojik şart ve ortamda belirli bir mikrop türünü üretme” şeklinde anlaşılır.. Siyaset, nasıl “at eğitmeden” mülhem bir kavramsa, bir tarım tekniği insan ve insan topluluklarına uygulandığında şöyle bir anlam kazanmaktadır: Bir kişi ya da topluluğa ait düşünce ve eserleri ve ona renk veren anlayış, zevk ile onun davranışlarının bütününü. Tarihten gelen bir geleneğe dönüşen toplumsal gelişme süreci içinde yer alan maddi ve manevi değerlerinin bütününü ifade eder. Bu değer manevi bir miras olarak nesilden nesle aktarılarak bir kimlik, kişilik, şahsiyet oluşturur.
Bir medeniyet kendini ancak kendi kavram ve kurumları ile ifade edebilir. Ödünç kavramlarla medeniyet inşa edilmez. Kuşkusuz medeniyetlerarası etkileşim olacaktır ama bu özüne yabancılaşma şeklinde olamaz. Müslüman medeniyetinin karakteri ‘su’dur, Asya toprak, Avrupa ateş, Amerika hava. Selam ve dua ile.