Akif’in dediği gibi, “Hak namına haksızlığa ölsem tapamam”. “Hak namına” bazı şeyler söylemem gerekiyor. Hep vurguladığım gibi, Hakk’ın hatırı, halk’ın hatırından alî’dir zira! “Kibriti gözünüze çok yaklaştırırsanız, arkasında bir ormanı kaybedersiniz.” Öfkeyle kalkarsanız zararla oturursunuz. Aşk ve öfkemizin aklımızı zail etmemesi gerek. Laf ile başkalarına nizam verirken kendimize de bakmamız gerek, aynı hata bizde varken başkalarını eleştiriyorsak, vay halimize! Bakın kitaba bakalım ne diyor bu konuda! Şu siyasi polemiği aileye, bir derneğe, şirkete, odaya, kooperatife uygulayın nasıl bir tablo çıkar ortaya. Zaten yeteri kadar sinir bozucu olaylar yaşanırken bir de bu siyasi polemikler insanların ufkunu karartıyor. Kime güveneceksiniz. Bu siyaset bezirganlarına mı, bu Media şaklabanlarına mı? Hepsi kötü örnek. Sağı da solu da fesat peşinde. Milleti “uysal koyun” yerine koyuyorlar. Koyun can derdinde kasap et-oy derdinde. Burası bir Müslüman ülke değil mi? Bakın bakalım çevrenize, bu işlerin bırakın Fıkhını, Akaid yok. Sözün “Kelami” bir derinliği var mı? Ne ibadet’te, ne muamelat’da iyi bir noktada değiliz. Dini kavram ve kurumları hoyratça kullanıyor, tüketiyor, yıpratıyoruz. Siyaset yapalım derken Müslümanın itibarına zarar vermeye başladık. Her şey metalaşıyor, siyasi malzemeye dönüştürülüyor. Alın size İmamoğlu, alın size Kaftancıoğlu. Kader, rızık, ecel, din günü, Kitap kimin umurunda. Kur’an okumaları “törensel” bir anlam kazandı sanki. Sahi CHP’li Kaftancıoğlu, bir dine inanmadığı halde neden dua eder gibi görünür. Bir ehli kitabı anlarım. Belki bir Agnostik de, Deist de dua edebilir, ama dini “hurafe” olarak gören biri, mahalle baskısı ile mi yoksa, siyasi bir oportünizm sonucu mu dua eder gibi görünür. İnanmadığı halde inanıyormuş gibi görünene biz “Münafık” deriz ki, bu inkar etmekten daha eşeddir. Müslüman bir ülkede, Müslüman çoğunluğu yönetme iddiasındaki insanların hali pür melali ortada! Çağdaşlık bu mu? Sağcıların dindarlığını da yaz bir köşeye. Sağı-solu, ne fark ediyor ki, al birini vur ötekine. Farkı fark edemiyorsunuz bazan söylem ve eylemleriyle. Birileri için “din”, din değil, bir gelenek. Miras alınan bir aidiyet duygusu. Yoksa dinin günlük hayatlarındaki karşılığı “Çalıkuşu romanı” kadar bile değil. Bir kez olsun Kur’an-ı Kerim okumamışlar. Namaz da kılmazlar, şarap da içerler. Ameli geç, iman konusunda sorgulasanız, aslında öyle bir bilgileri, düşünceleri, kabulleri de, redleri de yok. Din adeta bir vijdan sorunu onlar için. Herkes Makyavelist oldu. Gayeye giden her yol meşrudur. “Bir kavme olan düşmanlığının” bile seni sevk etmemesi gereken durumlar yaşamıyor muyuz. Hani insanları Hakk’a çağıracaktık. Adil olacaktık. Namaz, oruç, kurban da giderek ruhunu kaybediyor sanki. İş, “vay o namaz kılanların haline ki” noktasına geliyor. Herkesin derdi başkasının günahları. Hep başkasının Şeytanını taşlıyoruz, kendi Şeytanımızı dizimizin dibinden ayırmıyoruz. Rakiplerimiz hakkında her şey mübah. Kendi günahlarımız sır kalmalı. Anlayış bu! Ahlak desen sıfır. Yalan, iftira, dedikodu, gıybet ne desen var. Bunun Safevi’cilerin Takıyyesi’nden ne farkı var. Bakın “Batılın tasviri saf zihinleri idlal eder”. Bu olup bitenleri yaşayan gençlerden ne bekleyebilirsiniz ki! 15 Temmuz’dan daha uzun sürekli bir şok, bir travma, bir erozyon yaşıyor toplum ve bunu hep birlikte yapıyoruz. Bindiğimiz gemiye zarar veriyoruz. Tarihte ne kadar çirkinlik, ihmal, masiyet varsa, sonuçlarından ibret almamış olmalıyız ki, tarihi adeta kutsarken, o hataları da kutsuyor, onların üstüne tüy dikiyoruz. Ama tarihteki güzellikler, vefa, sabır, çileden söz eden yok. Zafer sarhoşluğu ve hamaset destanları ile kendimizi kandırıyoruz. Tarih övgü ya da sövgü kitabı değildir. Tarih bir tecrübeler birikimi ve toplumun ortak hafızasıdır. Ama artık o da magazin konusu. Bugünün siyaseti için bir algı operasyonunun ucuz bir malzemesi oldu. “Muhteşem Süleyman”da saray sosyetesinin ihtişamı yanında “saray entrikaları” ile aslında zihin haritamız altüst edildi. Ne hamaset, ne zem! Yaşasın hakikat. Her zaman iyiler ve kötüler var. Bazan roller değişir. Sonra pişmanlık gelir, ardından bağışlanma. Bu dün böyle idi, bugün de böyle, yarın da böyle olacak. Sahi, ne zaman “Taife giden peygamber gibi” olacağız. Ayağımıza taş atacaklar, yolumuza diken dökecekler, arkamızdan küfredecekler. Yusuf kardeşlerini affettiği gibi affedici olamayacak mıyız. Firavuna bile güzel söz ve hikmetle hakkı tebliğ edeceğimiz günlerden hâlâ çok mu uzağız. “Başkalarına öğütleyip durduğumuz bir sözü niye kendi nefsimize anlatamayız” ki! Bakın, biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek. Rasyonalist, determinist, pragmatik olduk. Zaten demokratız değil mi? Reel politik denen bir şey var değil mi? “Ulusal çıkarlarımız” her şeyin önünde ve üstünde değil mi! Sağı ile solu ile siyaset, Media, bilim dünyasına bakın, kapitalizmin amentüsünden, itiraz ettiğimiz ne kaldı geriye! Evet evet, CHP’liler bizi laikleştiremedi ama, bu arada bizimkiler de bizi farkında olmadan sekülerleştirdi sanki. Her şey birbirine karıştı. Din siyasetin malzemesi oldu sanki. CHP’liler bile hidayete erdi. CHP’lilere tavsiye, 1954 yılı Cumhuriyet gazetesinin “Fetih ekleri”ni bulsunlar. Orda “türbe ziyaret adabı” var, bir okusunlar. Bir ilmihal, bir namaz hocası da lazım. Mesela zemzemi 3 yudumda, yüzünüzü kıbleye dönüp, ayakta içeceksiniz. Gelenek böyle. Şimdiden cep telefonunuza bir kıble bul programı indirin, ücretsiz! Madem bu işe soyundunuz. Cenaze namazını birçok kişi öğrendi ama, bayram namazı konusunda yeteri kadar bilgili değiller. Bayram namazı hutbesi namazdan sonra okunur ve hutbe namazın bir parçasıdır. Hemen camiden çıkmayacaksınız. Bu saatten sonra cami mektebine, Kur’an kursuna gidecek haliniz yok. Okuyarak öğreneceksiniz. İnternette de bunları bulabilirsiniz. Aslında CHP’liler din konusunda bir karar verseler. Kendileri de rahat eder, biz de. Kaftancıoğlu çizgisi mi, İmamoğlu çizgisi mi asıl! Burada “takıyye” yapan kim? Evet. Bugünlük de bu kadar. Selâm ve dua ile.