Başlıktaki ifadeyi “Laiklik elden gidiyor”tarzında da söylemek mümkün. Türkiye’de iki türlü kullanımına da rastlanır. Genelde bir çevrenin “panik – kaygı sözcüğü”dür, taraftar kitleleri harekete geçirmek için tedavüle sokulur. Çoğu zaman da kitleler harekete geçerse, trajik hadiseler meydana gelir.
“Din elden gidiyor” ifadesi, dindar kitleleri harekete geçirme sloganıdır. Bir süredir dindar muhitlerde “Deizm – Gençlik”kaygıları seslendiriliyor ya da kamuoyuna yansıyan kimi yozlaşma görüntülerine bakılarak Din – Toplum ilişkilerindeki savrulma kaygılı değerlendirmelere yol açıyorsa da ben burada bu ifadeyi başka bir çevreden gelen ve gariptir, dindar muhitleri uyarmayı amaçlayan bir bağlamda yazı konusu yapıyorum.
Sözün sahibi Hakan Çelenk. Halk tv com.tr. genel yayın yönetmeni. Bu sözü de Halk tv’de katıldığı bir tartışma programında söyledi. Basbayağı “kaygı”modunda söyledi. “Din bize lazım” gibi söyledi. “Dindarları uyarıyorum” diye söyledi. “Din bir yere gitmez aslında” da dedi. “Ama insanların dini duyguları aşınıyor yapılan tartışmaların absürtlüğü içinde” gibi cümlelere eklemleyerek söyledi.
Doğru “Din bir yere gitmez” ben de zaman zaman insanları dinden vazgeçirmek için dine - dindara yönelik baskılar karşısında söylerim “Siz bugün baskılarla birilerini vazgeçirseniz bile Kur’an orada duruyor, bir gün birisi gelir, yeniden sayfalarını açar ve Kur’an’la kalbi irtibatını yeniden başlatır” derim.
Burada söylenen başka. Burada “Din adına sergilenen baskılar – söylemler karşısında insanların din ile ilişkisinde ortaya çıkan yaralanma, aşınma, mesafe koyma, hatta uzaklaşma”olaylarından duyulan kaygı söz konusu. Bu sadece dini bir kaygı sebebiyle seslendirilmiyor, din – toplum ilişkisini önemseyen diyelim bir sosyal bilimci, diyelim bir medya mensubu, diyelim bu ülkenin sade vatandaşı, onun içinden kopan bir tepki bu, “Ne olursak olalım, din bize lazım” gibi bir yaklaşımın ürünü.
Farz edin ki solda konumlanmış birisi dindarları “Din elden gidiyor” diye uyarıyor. Sevinçten etekleri zil çalarak değil, basbayağı kaygılanarak. “Farkında mısınız yahu, diyor, dindarlık adına ortaya konan öfke, haksızlık, adaletsizlik, baskılar…. Genç nesilleri dinin uzağına düşürüyor.”
Ne demeli?
Kendimize bakmalı mıyız biraz?
“Bir yerlerde yanlış yapıyor olabilir miyiz?” gibi bir sarsılma yaşamalı mıyız?
“Dünyevileşme”nin insanların dini davranışlarında aşınmalara yol açtığından şikâyet ederiz zaman zaman.
Küresel kültür abanışının tahribatından duyulan kaygıları seslendiririz. “Çocuklarımız, ah çocuklarımız nasıl korunacak bu istila karşısında?” der, dertleniriz.
Ama şu iş başka. Doğrudan bizim hem de “din adına” sergilediğimiz davranışlarımızın “ahlaki sorun” içerdiğini söylüyor insanlar, “Rahman ve Rahim”olduğunu bizim kişiliğimize adeta kazırcasına nakşeden ilahi irade ile aramıza mesafe girdiğini ifade ediyorlar, “merhamet”in bizim dünyamızda nerelere gittiğini sorguluyorlar, “Güç sınavı”nı çok kötü verdiğimizi, nerede ise ilahi yargılamayı kendi elimize geçirdiğimizi ve insanları pervasızca yargılayıp ezdiğimizi söylüyorlar, “Nerede en yüce ahlakla donatılmış Peygamber’in izi” diye soruyorlar.
Kemal Sayar, son günlerin tartışma ortamına bir tweetle katılmış. Bakın ne yazmış:
“Vay içinde çöl büyütene’. Nefret, öfke, düşmanlık büyütene. Vay içinde kocaman bir benlik büyütene. Hırs ve tamahkarlık büyütene. Vay içinde büyüttüğü susuzluktan her gün azar azar ölene.”
Ne demek bu? Ne diyor “dindar camia”dan olduğu bilinen Kemal Sayar şu birkaç kelime ile? Bir süredir Kemal Sayar’ın “Merhamet” çığlıkları attığını biliyorum. Merhamet, merhamet.
Zaman zaman Allah Tealanın Musa ve Harun’a “Firavuna gidin, ona kavl-i leyyin ile söyleyin” dediğini paylaşırız Kur’an referansıyla. “Kavl-i leyyin” “yumuşak söz” anlamına gelir. Neden yaparız bunu? Firavn gibi “Tanrılık iddiası”nda bulunan bir zalime bile tebliğ yapılacağını, üstelik uygun dilin “kavl-i leyyin” olduğunu belirtmek için yaparız. Yani kendi kendimizi “kavl-i leyyin”terbiyesinden geçiririz. Çünkü biliriz ki dilimiz hiç de “kavl-i leyyin” dozunda değildir; haşindir, biçicidir, yargılayıcıdır, üsttencidir, biz her şeyimizle pirü pâkıizdir, ötekileri yargılayacak konumdayızdır vs…
Kendi hayatında dini hassasiyet bulunmayan bir sosyal bilimcinin “Ben çocuğumu bayram namazlarına götürürüm, hiç olmazsa ait olduğu toplumun duyarlılıkları ile barışık yetişsin” dediğini hatırlıyorum.
Mesafe giriyor araya, farkında mıyız, mesafeler derinleşiyor, soldan bile uyarılar geliyor. Her şey iktidar değil, haddini aşan güç zıddına döner. Ümit mi kestik insanlardan ki yargılayıp dışlayıp duruyoruz?