Son yüzyılın ürettiği batı kaynaklı siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler bilgisinin en çok konu ettiği alanların başında gelir din terörü. Orta çağlarda veya 15, 16, 17. yüzyıllarda gördüğümüz din endeksli savaşlar ise bunun dışındadır. Din devleti de din terörü ile aynı kategoride incelenen bir çalışma alanı olmuştur.
İçinde bulunduğumuz milenyumda ise küresel anlamda din ve çatışma dendiğinde liste başı edilen İslam olmuştur. Evet, 1989’da soğuk savaşın resmen sona ermesi İslam’ın küresel gündeme oturmasında en önemli etken olmuştur ve bunun altyapısı on sene önce 1979’da gelen İran devrimi ile hazırlanmıştır ancak 11 Eylül 2001 saldırıları, İslam ve Müslümanların uluslararası ajandada birinci madde haline gelmesinde meşrulaştırıcı olarak tellakki edilmiştir.
Bir taraftan İslam ve demokrasinin birbirine uyumluluğu sorgulanırken diğer taraftan da Müslüman toplumların dinlerinden yani İslamiyetten kaynaklanan bir davranış sistemi ile şiddet yanlısı oldukları tezinin verileri oluşturuldu. Tek kaynaklı bilgiler üretildi, kişisel gözlemler değişmez gerçekler gibi paketlendi, sunuldu. Münferit bu bilgiler birbirlerine referans yapılarak meşruiyetlerini artırdı. Daha çok referans yapılması, daha doğru oldukları mantıksal düşünce dizisini de besledi. Kaşlar kaldırıldı, “aaaaa canım, bilmem kim söylemiş ve yazmışsa, mutlaka doğrudur”a getirildi. Koca koca adamlar, batının en “saygın” akademik ortamlarında, mesnedsiz, bilimsel verilere dayanmayan düşüncelerini, evet, sadece şahsi düşüncelerini, yazdılar, yayımladılar. Sonuç itibariyle İslam ve terör, İslam devleti ve şiddet gibi kavramların bir araya geldiği paradigmalar üretildi.
Bu arada kimse, mesela İsrail din devleti ve şiddet üzerine kafa yormadı. Çok ilginçtir, Batı akademiyasında İsrail dünyanın en mükemmel demokrasisi olarak kabul görür. Ne tuhaf değil mi! “Din” ise hiçbir referansı hak etmez İsrailciler tarafından. Yani İsrail’in bir din devleti olduğu fikri akıllara dahi düşürülmez. Bu fikirden köşe bucak kaçıldığı gibi, dikkatler Filistinlilere çekilerek onların İslam’a dayandırılan “şiddet yanlılığı” incelemeye alınır ki, kimse İsrail’in din devletliliğini görmesin, fark etmesin, hatırlamasın.
Bütün bu alavere dalavereye, bütün bilgi üretimini yönetme gayretine ve algı yönetimine rağmen İsrail, dini adına açıktan, gururla kan dökmekte hiçbir mani görmez. Görmezler çünkü, dinlerinin gereğini yapmaktadırlar zaten. Ondandır ki Batı Yaka’da ‘Kıryat Arba’ isimli Yahudi yerleşkesinde yaşayan İsrailli Haham Döv Lior, yaptığı çağrıda, İsrail ordusundan Filistinlilerin tamamını öldürerek Gazze’nin yeryüzünden silinmesini istemiş. ‘Tevrat, bize bunu emrediyor” demiş.
İsrail, Yahudiler rahat etsin diye zorbalıkla kurulmuş bir ülke iken, o sınırlarda da kalmamış git gide yayılmacı bir siyaset benimsemişken, 1948’de kendilerine verilen topraklar şöyle dursun, bölge sakinlerini evlerinden sürüp çıkarmışken, çocukları, kadınları, yaşlıları, bebekleri katletmekdeyken, bu din terörüne insanlık adına bir çift söz edecek mert bir batılı çıkmayacak mı…
yeniakit