Şimdi. İnsan üzerinde biraz düşününce "Haklılar, zor bir durum" diyor. Tarafların ikisi de kendi açısından haklı. İkisinin de davranışlarını önce kendi gözlerinde sonra da takipçilerinin dünyasında meşru kılacak kuvvetli sebepler mevcut. Düşününüz... yıllar yılı, insan hayatına yön çizen en önemli olgulardan biri olan din ile bildiğinizce mücadele etmişsiniz. Düşününüz... gündüz demeyip gece demeyip didinmiş, onu yerinden kıpırdatmaya gayret etmişsiniz. Düşününüz... öyle ki gayretleriniz dinden kurtulmak istiyor gibi anlaşılır diye yumurta kabukları üzerinde yürümüşsünüz... İki ucu keskin kılıcın iki ucuna da değmeden yol katetmişsiniz... Bu arada da tabii bir süre sonra otomatikleşen refleksleri geliştirmişsiniz... "Biz dine karşı değiliz, bizim karşı olduğumuz dinin kullanılması" gibi bayağı mazaretlerle daha çok kendinizi kandırmışsınız... Düşününüz... bu mantık silsilesiyle bir yola çıkarsanız, varacağınız nokta "Din o kadar kıymetli ki biz kim oluyoruz da onu yaşamaya kalkıyoruz" gibi içten çelişkili bir komik durum oluyor...
Benzer bir duruş Kur'an-ı Kerim'in kıymetinden dolayı duvara asılması sonrasında bir daha hiç durduğu yerden kıpırdatılmaması ve bunun da saygıdan dolayı yapıldığı iddiasıyla sergilenir ki bu da en az birinci kadar komik, trajikomiktir.
Oysa o okunmak, tane tane okunmak, anlaşılmak ve asıl da yaşanmak için indirilmiştir. Zamanında Mebusevleri'nde bir komşumuz vardı, namaz kılmayan iki kız kardeş, anneanneme anlatırken şahit olmuştum, nasıl namaz kılsınlardı... evleri, mobilyaları, kıyafetleri nasıl Allah'ın huzuruna duracak kadar temiz olabilirdi ki namaz kılabilsinlerdi. Durum böyle olunca da çözümü toptan bir kenara atıp namazı kılmamakta bulmuşlardı. Çocuk halimle içimden ama içimden güldüğümü hatırlıyorum yaşlı "teyzelere". Sekülerlik böyle bir şey olsa gerekti... dinin kıymetinden dolayı marjinalize edilmesi ancak bu kadar kendine hizmet eden bir mantık örgüsü ile ifade edilebilirdi. Din dışı yani laik hayat seçenlerin bu denli dine düşkünlüğü de dinini yaşamaya çalışan, dindar kabul edilebilecek bir insan açısından ne kadar da göz yaşartıcı, duygulandırıcı idi. Bu mantıksız ama kendi içinde tutarlı düşünme zincirini biraz derinden incelediğinizde altında dini de diyaneti de kimselere bırakmamak, tekellerinde tutmak ve monopolileştirme dürtüsünün yattığını görürsünüz.
Duvarda asılı tutulan Allah kelamına getirilen açıklama, koltukların tozu sebebiyle uzak durulan namaz, dindar bir çehre çizmenin ötesinde muhatabına da ders verir bir eda ile "Bu dinin varsa bir sahibi, o da biziz" dercesine meydan okumaktır. Dini de diyaneti de kimselere bırakmaz demekle kelime manası itibariyle de doğru bir tesbite işaret etmiş oluyoruz, zira diyanet zaten dinin kimselere bırakılmayacağını göstermek için oluşturulan bir kurumsal yapı.
Gelelim iki taraf olarak başta bahsettiğim gruplara. İkisi de CHP'li, CHP'nin içinde. Tarafların biri İmam Hatip okulları başta olmak üzere meslek liselerine yapılan haksızlığı gidermek için hükümetin attığı adımı Danıştay'a şikayet edenler. Nur Serter ve Dilek Akagün adlı iki CHP'li milletvekili. Diğeri de şikayeti uygun bulmayıp arkadaşlarını ikna etme yolunu seçen diğer CHP'liler. Başörtülü kızları başlarını açmaya ikna edemeyen Nur Serter şimdi ikna edilecek konumunda. İkna olur mu olmaz mı bilemem, ama olmasa şaşmam, bilakis doğrular, hatta kendince tutarlı bulurum. Doğrudur. CHP dediğin dine taş koyar, Allah'ın yoluna sed çeker, ezelden beri bu böyle değil midir?.. Öbürlerinin itirazı da bunun bu kadar göze sokularak yapılmasında. Alttan alttan, içten içe... yavaş yavaş olmalı... der gibiler. Kıymetinin idraki ile yaklaşılmayan din misalinin peşindeler...
yeniakit