Ortadoğu’da özellikle de Rusya’nın inisiyatifi büyük çapta ele geçirdiği anlaşılıyor. Amerika böyle bir durumu ne kadar kabulleneceği ileride görülecektir. Ancak, Rusya’nın Suriye’den askerlerini geri çekeceğini açıklaması, Suriye’nin kuzeyinde, Cerablus, El’Bab ve İdlib’de son bir senedir ve Rusya’yla ahenkli olarak askerî güç bulunduran Türkiye’nin hareket alanını kısıtlayacak bir gelişme ortaya çıkarmaktadır.
Bu konuya inşaallah yarın değinmek ümidiyle, değinilmesi gereken diğer konulara geçelim.
***
Geçen hafta sempozyum, panel, konferans vs. yoğunluğu içinde geçti.
6-9 Aralık günleri arasında İstanbul Üniversitesi’nin Vezneciler’deki Kongre Merkezi’nde, İstanbul Üniversitesi’yle T. Tarih Kurumu’nca ortaklaşa düzenlenen ‘I. Dünya Savaşı’nın Hukukî ve Tarihi Yönleri’ konulu bir ‘uluslararası sempozyum’da 3 gün boyunca 1. Dünya Savaşı üzerine, özellikle de Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’na niçin ve nasıl girdiği ve girmeseydi, ne olurdu gibi farazî konular üzerinde bile ilgi çekici görüşler serdedildi.
Bu vesileyle, dostumuz tarihçi Prof. Necmeddin Alkan’ın bir sohbet ânında belirttiği üzere, içeriden de yeni nesil genç tarihçiler geçmişte olmayan şekilde ciddî araştırmalar yapıyorlar. Sevindirici bir gelişme..
***
Bir diğer konu..
Önce, Eyub- Bahariye Mevlevîhanesi’ndeki bir sohbete değinelim.
Prof. Mustafa Öztürk, son yıllarda bazı değerlendirmeleri ve yaklaşımları dolayısiyle fazlaca mercek altında olan ve çokça tartışılan ve kendi deyimiyle ‘zındıklığa’ kadar vardırılan suçlamalarla karşı karşıya bulunan bir ilahiyatçı.. Ona yönelik suçlamaların temelinde de, ‘tarihselcilik’ denilen ve ‘Kur’an’ın bazı hükümlerinin nâzil olduğu veya temas ettiği zaman dilimine ait olduğu ve bugünler için olmadığı’ şeklindeki bir yaklaşımın önde gelen isimlerinden sayılması bulunuyor.
Prof. Öztürk, 1.5 saat süren konuşmasında, ‘Bu toplantıya da, benzer suçlamalarla karşılaşabileceği endişesiyle geldiğini’ belirtmek ihtiyacını da duydu ve ‘İslam’ın hakikatinin anlaşılması için Müslümanların kendi meselelerini açık yüreklilikle konuşabilmeleri ve bunun için de herşeyden önce birbirlerine karşı hüsn-ü zann içinde olmaları gerektiği’ni hatırlattı. Ve, o sohbetinde de, Nebevî Sünnet’in İslam’ın anlaşılmasındaki önemine, belki de kendinden beklenmeyen bir ısrarla vurgu yaptı.
Güçlü bir hitabeti ve sağlam bir mantıkî kurgusu olan Mustafa Hoca’nın, bu sohbetinde tartışılabilecek bazı görüşleri de vardı elbette vardı, ama, kendisinin de yakındığı ağır suçlamaları gerektirecek herhangi bir görüşü olmadı. Onun, hele de kendisine yönelik suçlamalardan ‘Yoruldum artık..’ diye yakınmasını dinlerken, keşke, sıra dışı yorumlara girmese de, daha faydalı olsa diye düşündüm, bir çok dinleyici gibi..
***
9 Aralık akşamı ise Fatih- Ali Emirî Kültür Merkezi’nde, ‘Kur’an- Sünnet Algımız ve Islah Dili’ konulu ve Ramazan Yazçiçek, Oktay Altın, Kenan Levent , Şuayb Mekeç veMûsa Üzer’in katıldığı yüksek katılımlı ilginç bir program vardı.
Yine 9 Aralık günü, İHH bünyesindeki İHAK (İnsan Hakları ve Adalet Hareketi) kuruluşunun ‘Evrensellik ve Görecelik Arasında İnsan Hakları’ paneli vardı ve birisi de Afrika’dan olmak üzere, Irak, İran, Türkiye ve Suûdî’li düşünce adamları görüşlerini açıklayıp, emperial güçlerin sadece kendi görüşlerini ‘insan hakları’ diye dayatmalarına değindiler.
Ama böyle bir toplantıda bile yabancı dil olarak sadece ingilizce konuşuluyordu. Dış katılımcıların hemen hepsinin de dili arapça veya farsça olduğu halde..
Bu gibi uluslararası toplantılarda, Müslümanların kendi kültürlerinin ortak dilini de devreye sokmaları dileğiyle...
***
NOT:Pazar günkü yazıda, yazar D. Mehmet Doğan’ın, Suûdî rejimine tepki olarak, ‘Umre’ye gitmeyin!’çağrısı yaptığı, yolda olduğum bir sırada, güvenilir bir arkadaş tarafından son günlerin gelişmeleri içinde, sionist İsrail rejimine bir tepki olarak ‘Kudüs’e gidilmemesi’şeklinde anlaşılıp aktarılmış ve o anda haberin kaynağına bakmak imkânı da olmadığından öyle değerlendirilmişti.
İ’tizâr beyanı ile düzeltiyorum.
stargazete