İslamcıyız. Tarihimiz rejime muhalefet tarihi. Diyanet’i de yerden yere vurmuşluğumuz vardır. Hatta bazılarımız “Hıyanet” diye anardı bu müesseseyi. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş gibi “Kalksın” diyenlerimiz çoktu. Ama ben şahsen öyle demedim hiç. Şöyle düşünüyordum çünkü: “Camilerin üzerindeki Diyanet şemsiyesi kalktığında cami cemaatleri türlü çeşit grupların savaş çarkında öğütülür. Rejimin sözde değerlerine yapılan ve formaliteden öteye geçmeyen atıflar dışında Diyanet’in halka yansıyan mühim bir olumsuzluğu yok; itikat ve amele dair telkinlerinde “ummeten vasaten”in sınırlarını zorladığını söyleyemeyiz; üstelik, türbelerin tapınağa dönüştürülmesine direnmek gibi müsbet gayretleri takdire şayan. Dini hizmetlerde bir aksamanın olmaması ve Müslüman halkın ‘asgari müştereklerine’ dayanan ‘genel geçer’ bir ‘ezber’in baki kalması için (ezber çok çok önemli) Diyanet gibi bir çatı örgütün varlığı zaten elzem. Diyanet’i kaldırsak, kaldırdıktan bir müddet sonra kendimizi yeni bir Diyanet arayışının içinde bulacağımız muhakkak. Canımızı sıkan tarafları varsa da Diyanet kalktığında doğacak olan boşluğu doldurma savaşında canımızın çok daha fazla sıkılacağını ve dahî yanacağını göz önünde tutarak, maslahat-mefsedet hesabını iyi yapıp Diyanet’in muhafazasını savunmamız iktiza eder.”
Hâlâ böyle düşünüyorum.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın başında Mehmet Görmez olduğu için şimdi eskisinden daha rahatım tabii. “Eskisinden daha rahat” ne demek? Kerhen değil can-ı gönülden destekliyorum artık Diyanet’i.
İlmiyle, irfanıyla, belagatıyla, şefkatiyle (Ve fakat Müslümanlığın izzetnin gerektirdiği yerlerde edeb ve lisan-ı münasip dahilindeki keskinliğiyle) tebarüz eden, söylem ve eylemleriyle kalplere sürur veren Muhterem Mehmet Görmez Hocamız, tabir caizse fazla ‘teknik’ kalan Diyanet’e ruh kattı. Camilerin dışına da taşan, Türkiye’nin ve bütün İslam dünyasının sokaklarında da gezinen bir ruh.
Etliye sütlüye karışmayan Diyanet geride kaldı; Türkiye’deki Çözüm Süreci veya Irak’taki Şii-Sünni meselesi, Kudüs-ü Şerif’in hâl-i perişanı veya Suriye’de bir insanın güya İslam adına diri diri yakılması, Ümmet-i Muhammed’in gündeminde ne varsa hepsi Diyanet’in de gündeminde. Ve Diyanet, diktatörlerin Ezher’i gibi konjonktürel manevralara tevessül etmeden, değişmez hakikatlerin altını hikmetle çizerek ve maşerî vicdana hitap ederek dahil oluyor gündeme; mesela, insan şöyle dursun börtü böcek bile yakmaktan men edildiğimizi hatırlatarak… Mesela, Kerbela’daki mazlumiyetin zulme referans gösterilmesindeki yaman çelişkiye dikkat çekerek… Mesela, barış için dua seferberliği başlatarak… Mesela, “Merhamet sözleşmesine ihtiyacımız var” diyerek…
Söylem ve eylem dedik. Eylem. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ve ekibi, söylediklerinin hakkını yaptıklarıyla veriyorlar. Muazzam faaliyetleri var; geçenlerde gazetemizin manşetinden duyurduğumuz Kürtçe Kur’an Meali çalışması gibi. Önümüzdeki Cuma günü saat 21.00 itibarı ile TRT Diyanet’teki “Neden” programında Mehmet Görmez Hocamıza dünyanın dört bir yanındaki bu faaliyetleri uzun uzun anlattıracağız inşaallah.
“G5 hayatımızı hızlandıracak”, “Balkanlar’da 23 Nisan coşkusu” ve “Muhammed Ali: En büyük benim!” başlıkları için özür dileriz
Bazen basiretimiz bağlanıyor, kullanmamamız gereken ifadeler kullanıyoruz veya iktibas ettiğimiz haberlerdeki sıkıntılı ifadeleri değiştirmeyi ihmal ediyoruz.
Çeşitli tarihlerde yayımlanan haberlerin yukarıda mezkûr başlıkları için özür dileriz, çünkü:
1.Acelesi olan Beyazları değil ağır ritimleri bozulan Kızılderilileri tutuyoruz.
2.Balkanlar’ın çocukları niye “Bugün 23 Nisan, neşeyle doluyor insan” desinler ki?
3.Ekber olan Allah’tır.
Rica etsem, Gülenciler benim için de ‘Hür basın elden gidiyor’ diye feveran ederler mi?
Zaman gazetesi yazarlarından Mümtazer Türköne’ye Cumhurbaşkanı’na hakaretten dava açılmasını ‘Hür basın elden gidiyor’ feveranıyla karşılayan Gülenciler, ey!
Şefinizin benim hakkımdaki suç duyurularının sayısını unuttum vallahi.
İsminin geçmediği yazılarımı bile kendisine hakaretten dava konusu yapmaya kalktı.
Ve işi sıkı tutuyor.
Savcılık, hakkımda takipsizlik kararı mı verdi?
Avukatı vasıtasıyla üst mahkemeye itirazda bulunuyor.
Bu itirazlardan en az bir tanesi (devamını takip edemedim) ‘münasip’ bir hakim tarafından kabul edildi ve şu an yargılanıyorum.
Mümtazer Türköne’nin Ekrem Dumanlı’yla filan mahkeme önünde fotoğraf çektirmesi gibi bir şey aklıma gelmediği için belki haberiniz olmamıştır; böylece haber vermiş oldum.
Benim için de ‘Hür basın elden gidiyor’ diye feveran etmenizi rica etsem?
Olmaz mı?
Niye ki?
Kardeşim, şefiniz bana 10’dan fazla dava açmaya kalktı, hakkında 20 küsûr suç duyurusu yaptığı arkadaşlarım var, kendisine ‘dokunduran’ herkesi ama herkesi mahkemeye veriyor, üstelik tazminatla filan yetinmeyip muarızlarının şu veya bu gerekçeyle hapse tıkılmasını da istiyor; baskıcı, dayatmacı, totaliter bir anlayışın tezahürü değilse nedir bu?
Elinizi vicdanınıza veya veya vicdanınız kalmadıysa istediğiniz yere koyup söyleyin, Erdoğan’ın yerinde Fethullah Gülen olsaydı bu memlekette muhalif basın diye bir şey kalır mıydı?
Adam ta Pensilvanya’dan susturmaya çalışıyor basını, bir de başımızda olsaymış halimiz pek yamanmış!
Ekrem Dumanlı’ya kalsa zaten “Selam-Tevhit”ten alayımız zindandaydı şimdi.
Utanmadan konuşuyorlar işte.