Dünyanın çok gelişmiş kabul edilen, cumhuriyet rejiminin de kurulduğu gün itibariyle kendine örnek almış olduğu batı Avrupa ülkeleri ve daha sonraları da ittifak geliştirdiği Amerika’da din, devlet mekanizması ile ilişkisi bağlamında özerk olduğu kadar saygın bir alandır da. Din adamı bilgelik ve erdemlik timsali olarak toplum nezdinde içinde hürmeti barındıran bir konuma oturtulur. Günün sonunda din kutsaldır ve temsilcisi önünde saygılı bir duruş sergilemek de en tabii olandır. ABD’de bir çok üniversitede “pastor”, “priest” ve benzeri ifadelerle anılan üniversite papazının aynı kurumun rektörü kadar saygınlığı vardır. Ofisi ona göredir, arabası ona göredir, park edeceği yer rektörünkinin hemen yanındadır vesaire. Din utanılması, kaçınılması gereken bir olgu değil, bilakis yüceltilmesi gereken bir şeydir asıl batıda.
Bizdeki Kemalist görüşün tam aksine. Daha doğrusu bizde alışılagelmiş resmi öğretinin konumlandırışının tam aksine. Cumhuriyet rejiminin modernizasyon projesinin bir parçası olarak geliştirmiş olduğu anti-din ve asıl itibariyle de anti-İslam duruş (ki bundan kastımın ne olduğunu açıklamama herhalde bir ihtiyaç yok, dinin tamamen ortadan kaldırılması değil mevzubahis olan, insanlardaki din algısında organik bir değişikliğe gitmek…) dini temsiliyeti taşıyanların da itibarsızlaştırılmasını beraberinde getirmiştir. Bunun kültüre yansıyışının en bariz örneklerini erken dönemlerde üretilmiş Yeşilçam filmleri verir bize. Din adamını kamil insanda olması gereken bütün vasıflardan arınmış olarak resmeden bu filimler, eğlendirmekten öte öğreticilik ve eğitmenlik görevine soyunmuş prodüktörlerin ve senaristlerin ürünüdür. Din adamı hep kötü adam olarak lanse edilmiştir.
Hal böyleyken ve Diyanet, başlangıç itibariyle devletin dini kontrol altında tutma aracı olarak kurumsallaştırılmışken Diyanet’i haklı olarak eleştirdik. Bu ülkede başörtüsü yasağı otuz küsur sene insanları inim inim inletirken, mesela, Diyanet’in edeceği bir çift laf olmadı yıllarca… tuhaftır. Türk Hava Kurumu kurban derilerine göz diktiğinde de mahalleli jandarmayla deri üzerinden kaçma kovalamaca oynarken de Diyanet’in hiç bir fikir beyan etmemesi de tuhaftı.
Oysa şimdi Diyanet’i olması gerektiği gibi daha otonom olması yolunda yol katetmiş, hizmet götürdüğü halk ile ilişkisinde devletten yani kendi kurumsal yapısından yana değil de daha halktan yana tavır sergileyen bir konuma evrilirken görüyoruz. Bugün Diyanet İşleri Başkanı, seleflerinin bir çoğunun aksine, devletin herhangi bir memuru gibi değil de “konuşan” “müdahil olan” İslami görüşü prezente eden güven uyandıran bir otorite olarak karşımızda. Onun için de meyveli ağacın taşlandığı gibi taşlanıyor. Çünkü eğmiyor, bükmüyor, söylüyor.
Eski Diyanet İşleri başkanlarının aksine, aktif bir din adamı var karşımızda. Bu arada, geçenlerde eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın Cumhurbaşkanımızı Kürtçe Kur’an üzerinden eleştirdiği haberini okudum. Bence Mehmet Nuri Yılmaz bey hiç konuşmasın… Konuşması gereken zamanlarda konuşmamış biri, bu ülkede Müslümanların kanlarıyla yapılmış bir 28 Şubat darbesi yaşanırken çıkıp da İslam adına bir çift laf etmemiş biri, bence hiç konuşmasın!
Şimdi muhalefet, seçim arifesinde, halka sunacağı, heyecan uyandıracak hiç bir proje üretememişken açığını kapatmak adına, Diyanet İşleri Başkanına çatıyor. Yok arabaydı, yok uçaktı saldırıyor. Onlar saldırmaya devam ede dursun, gerçekler değişmiyor. Tapındıkları Batı’yı bilseler bunların devlet bütçesi bünyesinde israfın değil, kanaatin, zaruretin sembolü olduğunu görürlerdi.
yeniakit