"Şehirlerin göksel kaderine inananlar, o kaderin gökyüzünden göründüğünü bilirler. Diyarbakır, gökyüzünden Anadolu'nun bağrında bir kalp gibi görünür.
Bir kalp gibi yoğun ve hayatı olduğunu hissettirir.
Diyarbakır sadece Anadolu'nun değil, Ortadoğu'nun da kalbidir.
Amida, Kara Amid, Arabi bir sesin 'Amid-i Sevda' dediği, önce gökyüzünde tasarlanmış.
Öylece inmiş yere"
Bir varlık olarak duran, hep olan"
Diyarbakır, sen karanlığın girmeye korktuğu şehirsin. Gölgelerin titrediği""
Şair Bejan Matur, kurduğu ve temsil ettiği Diyarbakır Kültür Sanat Vakfı (DKSV) tarafından yayınlanan "Doğu'nun Kapısı Diyarbakır" adlı nefis çalışmaya bu cümlelerle başlıyor. Üç yüze yakın fotoğrafla, hiç bilmediğimiz, belki de unuttuğumuz ama unuttuğumuzu bile fark etmediğimiz şehri tanımaya davet ediliyoruz. Matur, her sayfaya işlediği cümlelerle bize başka bir tarihi, göremediklerimizi anlatıyor. Şiddetin, öfkenin, kamplaşmanın ötesinde kalpten kalbe konuşabilmenin yolunu gösteriyor.
Şehrin renklerini, farklılıklarını, zenginliklerini, geçmişini, kimliğini önümüze koyuyor. Dar siyasi tartışmalardan, gündelik atışmalardan, ayrışmaları tahrik eden söylemlerden sıyrılarak kente, bölgeye ilişkin gerçekleri yüzümüze çarpıyor, yüzyıllardır bize ait olan bir dili bugüne çağırıyor.
"Şimdi yürüdüğün Tell kapısından döndüğünde adımlarını say.
Ejderhanın ve kaplanın olduğu kitabede Abbasi bir karanlık büyümekte.
Abbasi bir harf güzelliği sürdürmekte.
Ne çok bezenmiş şehre"
Harflerin gecesi devam etmekte.
Tell kapısından döndüğünde, bir avluda Muhammedi güller göreceksin.
Açacaklar.
Ruhlarıdır açılmış olanın katmer katmer.
Yaprakların içinden gülümseyen ruhudur inanmanın.
Muhammedi bir gül, şehirde bir çocuğun pembe rüyasını başlatır."
Biz hep şehirlere inandık. Şehirlerin gücüne" Devletler yok olsa da, ülkeler parçalansa da, imparatorluklar çökse de, şehirler hep kalıcı oldu. Bu coğrafyanın tarihi şehirlerdir. Bağdat kaç imparatorluk eskitti? Şam kaç emirlik eskitti. İstanbul, İsfahan, Kahire" Hangi devlet, hangi cihan imparatorluğu bu şehirlerden uzun yaşadı? Biz geçmişi de geleceği de düşünürken şehirlerle düşünürüz. Şehirlere güveniriz. Öyleydik..
Diyarbakır'ı neden hiç böyle düşünmedik? Bunu nasıl unuttuk? Anlattıklarına kulak vermedik. Bize Selahaddin'i anlatacaktı. Abbasi'yi anlatacaktı. Selçuklu'yu anlatacaktı, bu toprakların bütün zenginliklerini anlatacaktı, kaynaşmayı anlatacaktı, ortak geçmişimizi anlatacaktı. Bugünkü kavgalarımızın nasıl da hafife alacaktı.
Bejan Matur bizi buna çağırıyor, şehirlere kulak vermeye, dikkat kesilmeye. Diyarbakır'ı dinlemeye çağırıyor. Umutların bitmiş gibi olduğu zamanlarda unuttuğumuz şeyleri hatırlatıyor. Bize ait olan sesi, bize ait olan sözü hatırlatıyor.
"Şiirdeki sesi Diyarbakır'ın. Ezan sesi" Kürdi sesi"
Adı yedi olan gecede, acılar dağları hazırlıyor.
Acılar dağları hazırlıyor.
Ne çok acı, ne çok dağ var uzakta"
Çünkü çığlıkların uzattığı bir gecedir.
Siyah olan şehirde, bedenin Allah'a yükselişi.
Ne çok yükselmiş ruh var göklerde, ne çok acı.
Şimdi susmalı. Başlangıcı söyleyen bir ses yükseliyor Ulu Cami'den.
Bir ses yükseliyor şehrin kalbinden.
Dicle'nin suları duysa, duaları Allah'a götürecek."
Şimdi "başlangıcı söyleyen" sese kulak verme vaktidir. Diyarbakır'ı dinlemenin, fikrini almanın zamanıdır. Kaderimizi bu coğrafyanın şehirlerine teslim etme zamanıdır. Her şeye karşı olmanın, her farklılığı ayrışma gibi görmenin, her ayrışmayı kavga sebebi saymanın bu şehirlere ihanet olduğunu anlamanın vaktidir. Kendimize ihanet olduğunu anlama zamanıdır. Siyasetin dışında, güvenlik politikalarının dışında, karşı olmanın dışında yeni bir dil kullanmanın zamanıdır. "Doğu'nun Kapısı Diyarbakır" bizi buna çağırıyor.