Önceki gün, Başbakan ve Cumhurbaşkanı Adayı Tayyip Erdoğan’ın mitingini izlemek üzere, Orhan Miroğlu, Mahmut Övür, Hüseyin Yayman ve Melih Altınok’un da aralarında bulunduğu bir grup meslektaşımla birlikte Diyarbakır’daydık...
Uçaktan iner inmez, sanki bir “alev topu” karşıladı bizi...
Havaalanının zemininden yükselen sıcak, sanki yüzümüzü kavurdu...
Biraz sonra otobüslerle miting meydanına ulaştık... Baktık, o “kavurucu sıcak”ta serinlemeleri için insanların üzerine “fıskiye”lerle su püskürtülüyor...
Kimi 1 saat önce gelmiş, kimi 2 saat önce... Kimi de, sıcağa daha fazla tahammül edemeyip, erken ayrılmış...
Buna rağmen, meydan dolu...
ARTIK DİYARBAKIRLI SAYILIRIM
Meydanın alt tarafında ağaçlar var... Ağaçların altı, otların üzerine uzanmış insanlarla dolu...
Kimiyle selâmlaştık,
Kimiyle tokalaştık,
Kimiyle kucaklaştık...
Bazı arkadaşlar; “Burada epey okuyucun var” deyince, “Sağolsunlar” dedim, “Epey sevenim var.”
Ve ayrıca;
Bu kadar geldikten sonra artık biz de “Diyarbakırlı” olduk...
Sanıyorum;
Bu, Diyarbakır’a beşinci gelişim... Belki şehri çok fazla dolaşamadım ama, Ulucami’de namaz kıldım, Selim Usta’da “kaburga dolması” yedim, Köşk’te “sıra geceleri”ne katıldım, havasını teneffüs edip, suyunu içtim...
Bütün bunlardan sonra, ben de bir “Diyarbakırlı” sayılmaz mıyım?..
57 DERECE SICAĞA RAĞMEN!
“Hava”dan bahsettim de;
Önceki gün Diyarbakır’da sıcaklık, neredeyse “zirve” yapmış iyi mi?..
“Gölgede 39-40 derece,
Açık alanda 57 derece!”
Tekrar edeyim;
“Açık alanda 57 derece!”
“Açık alandaki sıcaklığı” özellikle vurguluyorum ki, “miting meydanı”ndaki insanların durumunu anlayasınız...
Bir meydan dolusu insan;
“57 derece sıcağa” rağmen o miting alanına geldi, “57 derece sıcak”ta Erdoğan’ı bekledi ve 1 saat boyu Erdoğan’ı dinledi ya; ben bunu duyup, görünce dedim ki;
“Bu maya tutmuştur.”
57 derece sıcağa rağmen meydanda bu kadar insan toplanmışsa, bunun iki sebebi olabilir:
1- Tayyip Erdoğan sevgisi
2- Çözüm Süreci’ne destek.
Sebep her ne olursa olsun, o kadar insanın “57 derece sıcağa rağmen” meydana gelip, Erdoğan’ı dinlemesi son derece önemlidir.
Erdoğan da, bu sevgi ve desteği karşılıksız bırakmadı...
“Çözüm” dedi,
“Barış” dedi,
“Huzur” dedi.
Ama, ondan da önce;
Diyarbakır’da 1990’lı yıllarda yaşanan olaylar sebebiyle mağdur olan ailelerle görüştü. Diyarbakır Havalimanı’na gelen 4 aile, çözüm sürecinin barışla sonuçlandırılmasını istediklerini dile getirerek, Başbakan Erdoğan’a kırmızı ve beyaz gül verdiler... Başbakan Erdoğan ile görüşen Şemsettin Ayhan ve eşi Hamide Ayhan, fotoğrafını gösterdikleri kızlarının kandırılarak Irak’ın kuzeyine götürüldüğünü belirterek, çözüm sürecini desteklediklerini, kızlarına kavuşmayı ve barışı arzu ettiklerini dile getirdiler.
O tablo, görmeye değerdi.
O aileler için Tayyip Erdoğan, tam bir “güven abidesi” gibiydi...
Gerçekten de;
“Güven abidesi” gibiydi...
Kürt halkının “gözü ve kulağı” ondaydı...
Aslına bakarsanız;
Sadece “Kürt halkı”nın değil, “zulüm” görmüş, “baskı” görmüş, “işkence” görmüş, hasılı kelâm “mazlum ve mağdur” olmuş bütün dünya halklarının gözü ve kulağı Erdoğan’daydı...
BİRİLERİ BARIŞI ÇEKEMEDİ!
Evet, “Kürt halkı”nın gözü Erdoğan’daydı ve sırtlarını ona dayamak ve “emin” olmak istiyorlardı... Ne garip değil mi, Erdoğan da sırtını “millet”e yaslıyor, o da milletten güç alıyordu...
Ve, büyük bir olay olduğunda, bunu milletle paylaşıyordu.
Diyarbakır’da da yaptı bunu...
Dedi ki;
“16 Kasım 2013 tarihinde Diyarbakır’da düzenlediğimiz toplu açılış törenine, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ve 38 yıl sonra vatanına gelen Şivan Perver ve İbrahim Tatlıses ile birlikte katıldık...
Ne dediler; ‘Meğri’ dediler, ‘Ağlama’ dediler, ‘Ağlama kardeş, ağlama can, ağlama Diyarbakır’ dediler. Diyarbakır o gün yine ağladı ama bu kez sevinçten ağladı. Diyarbakır umutla ağladı, kabına sığmadığı için yıllardır aradığı huzuru, kardeşlik iklimini teneffüs ettiği için ağladı. O gün inanın Trabzon ağladı, Antalya ağladı, İzmir ağladı.
Diyarbakır ile birlikte televizyonlarının başında Ankara ağladı, Erzurum ağladı, İstanbul ağladı. İnanın o gün bizimle birlikte Erbil sevinç gözyaşları döktü, İslamabad, Kabil, Beyrut, Kudüs, Gazze, Şam sevinç gözyaşları döktü.
O güzel manzara, o kardeşlik manzarası, birlik, dayanışma manzarası herkesin yüreklerine umut ışığı yaktı. Bu umut verici tarihi manzaranın ardından ne yaptıklarını sizler de gördünüz. 81 vilayetin sevinç gözyaşlarından birileri rahatsız oldu, 77 milyonun kucaklaşmasından birileri ciddi şekilde rahatsız oldu.
O malum medya, muhalefet partileri, malum çevreler Diyarbakır’daki bu kardeşlik fotoğrafından rahatsız oldular, bu kardeşlik manzarasını gölgelemek için uğraştılar.
Yetmedi 17 Aralık’ta, 25 Aralık’ta yargı ve emniyete sızmış bir grup vasıtasıyla darbe girişiminde bulundular. En başta kardeşliğimizi, en başta çözüm sürecini hedef almak istediler. Gezi olaylarının arkasındaki gerçek aktörleri sizler çok yakından tanıyorsunuz, 17 ve 25 Aralık darbe girişimlerinin arkasındakileri sizler çok yakından tanıyorsunuz. Faili meçhullerin arkasında kim varsa, işte bu saldırıların arkasında da aynı anlayış var. 1992’de Nevruz’da 40 kişinin ölümünün arkasında kim varsa, 17 Aralık darbe girişiminin arkasında o var.”
KATILIM YÜKSEK OLACAK
Erdoğan, “meydan”da bunları söylerken, ben şöyle düşünüyordum: “Her şeyi söyledi, bize bir şey kalmadı!”
Miting bittikten sonra, bindik araçlara, doğruca havaalanına gittik...
Baktık, “iftar”a 5-10 dakika filan var... Biraz bekledik, iftarlarımızı uçakta açtıktan sonra çıktık yola...
Biraz sonra da, Sayın Başbakan’ın yanına gidip başladık sormaya...
İşte o sorularımız ve Sayın Başbakan’ın verdiği cevaplar:
l Anketlere göre bölgedeki durumuz nasıl?
- Kendimi onunla karşılaştırmak istemiyorum ama Diyarbakır’da Selahattin Demirtaş ve benim adım geçiyor. Güneydoğu’nun genelinde zaten durum böyle ama Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman’da tablo Diyarbakır’ın tam tersi. Oralarda açık ara biz öndeyiz.
l Bir ihtimal, olmayacak ama seçim ikinci tura kalırsa, bir araştırmaya göre Ekmel Bey burada yokmuş. Oyunuz yüzde 95’i bulabilirmiş?
- Malum, Ekmel Bey de esnaf ziyareti yaptı burada ama esnaf ziyaretinde mahvetmişler... Bizde ise, dikkat ettiyseniz caddelerde ilgi çoktu. Buradaki vatandaşlarımızın nihai noktada teveccühünü gösteriyor. Ama temennimiz odur ki ikinci tura kalmadan seçimi kazanacağız.
l Seçime katılım oranı ne olur?
- Bütün kamuoyu araştırmalarında katılım yüzde 90’ın altına hiç düşmüyor. 94-96 civarında bir katılım bekliyoruz.
l Bunları parti tabanlarına göre ayrıştırabiliyor musunuz?
- Tabii bize CHP ve MHP’den destek var. Kendi tabanımız da iyice kenetlendi. Bütün partilerin seçime katılım oranı yüksek görünüyor ama CHP’de biraz düşük görünüyor.
l 10 Ağustos’ta nasıl bir netice bekliyorsunuz?
Anketlere göre yüzde 54-56 oranında bir oy bekliyoruz. Ama bir artış var. Mesela İstanbul’da 3 puanlık bir artış var. İstanbul 54’e yükseldi. İstanbul’un 54’e yükselmesi Türkiye genelindeki eğilimi gösterir.
l Yurtdışını ölçebiliyor musunuz?
- Ona girmedik. Ama zannediyorum ki orada da açık ara öndeyiz. Oradaki beklentimiz çok yüksek.
“KUMSALLAR DA BİZİM”
l Anketlerde diğer partilerin yanı sıra en yüksek oyu MHP’den alacağınız görünüyor. Fakat seçim çalışmalarınızda partinizin oyunu artıracak Türk milliyetçiliğine dair bir mesaj falan olmadı?
- Bu konu çok hassas. Eğer orada dengeyi tutamazsanız bir yanı tutayım derken Güneydoğu-Doğu oylarına olumsuz bir etki yaparsınız. Onun için dikkat ederseniz şu ifadeyi ısrarla kullandım. “Biz ne siyasal Kürtçüyüz, ne de siyasal Türkçüyüz... Biz tamamen 77 milyonu kucaklayan bir partiyiz” dedim.
Farkımız zaten burada. Şimdi mesela CHP ağzından kaçırdı ama bir daha düzeltemedi. İşte “Tüm kumsallarda CHP var” diye. Halbuki kumsallarda da CHP değil biz varız... Mesela Karadeniz’e bakıyorsun. Neredeyse Karadeniz’in tamamında biz birinciyiz. Ege’de hamdolsun onlar kadar olmasa bile yine varız. Akdeniz’e geliyorsun, başta Antalya olmak üzere biz varız. Bu tablo bunları ciddi manada rahatsız ediyor. Orta Anadolu falan zaten belli. 78 vilayetin hepsinde ağırlıklı olarak varız, diğer 3 vilayette arzu ettiğimiz gibi olmasa da varız. Maalesef Büyükşehir olarak tek olmadığımız yer Tekirdağ... Yani belediye olarak söylüyorum. Milletvekili seçimi olsa neredeyse birinci partiyiz.
l 30 Mart seçimlerine göre belirgin bir fark var mı?
- Var, tırmanış devam ediyor. Öyle zannediyorum ki 2015 seçimleri daha da iyi olacak.
l Çözüm Süreci bunu etkiliyor mu?
- Etkiliyor. Mesela şimdi Diyarbakır’da vatandaş 24 saat sokağa çıkabiliyor. Mesela iki gün içinde dağdan 21 kişi indi... 22 aile hâlâ devam ediyor eyleme. Temenni ederiz ki onlar da inecek.
l Seçim çalışmalarında zorunlu din dersiyle ilgili olarak Demirtaş ve İhsanoğlu açıklamalarda bulunuyor. Sizin tavrınız nedir?
- İhsanoğlu zorunlu din dersine karşı... Şimdi bu tabii çok manidar. Bir taraftan din, iman İslam diyeceksin sonra din dersine karşı çıkacaksın. Zorunlu din dersi Evren’in getirdiği bir şeydi; o da din kültürü ahlak dersi şeklindeydi. Bu da bir taraftan Evren’in adamı görünmeye çalışıyor bir yandan da devrin adamı gözükmeye çalışıyor.
EVE DÖNÜŞ HIZLANACAK
l Seçildiğiniz takdirde silahsızlandırma ve hayata dönüş konusunda adımlar atacağınızı ifade etmiştiniz. Takvim belli mi?
- Takvim yasayla başladı zaten. Yasa onandı malûm... Hükümet bundan sonra Cumhurbaşkanı’yla el ele verecek. Aynı zamanda tabii güvenlik güçleri de el ele verecek ve bu konuda eve dönüş gibi projelerimizin hepsini hayata geçireceğiz. Eğer zaten bunu Allah’ın izniyle yaşama geçirebilirsek, korku biter. Ne yazık ki bu seçime bile girerken, mesela Bingöl’de cami basmışlar, bir vatandaşı tehdit etmişler. Van’da yine evlere, muhtarlara baskıya başlamışlar. Oyları kendilerine göre ipotek altına almak istiyorlar. Sıkıntımız burada. Benim en büyük arzum, Güneydoğu’da ne zaman bacalar tütmeye başlayacak? Sermeye buraya gönül rahatlığı ile ne zaman girmeye başlayacak? Geçen TÜSİAD Başkanı Haluk Bey bana geldiğinde onu konuştuk. “Siz” dedim “Bugüne kadar halef selef olduğunuz zat Güneydoğu’ya bir kere ziyaret yaptı o kadar. Ben ziyaret istemiyorum, diyorum ki gelin siz yatırım yapın kardeşim. Eğer siz Doğu’ya yatırıma başlarsanız bir defa size bu noktada verdiğimiz teşvikler falan çok ilerilere çıkar. Siz bu arada bir istihdam yaratır, vatandaşın evine ekmek farklı şekilde girmeye başladığı zaman onların terör örgütlerine tavrı çok daha farklı olacak.” Burada sıkıntı bu. Baraj olarak Türkiye’nin Atatürk Barajı’ndan sonra ikinci barajı olacak ve bu barajın maliyeti 6,5 katrilyon. Ama burada yani 350 bin civarı insan istihdam edilecek. Bu bir sulama. Şimdi böyle bir adım atılınca Güneydoğu’nun havası değişecek.
l Bugün Pensilvanya ile ilgili sert bir açıklama yaptınız. “Irkçı Pensilvanya” dediniz, Operasyon nasıl gidiyor? Genel bir değerlendirme yapar mısınız? Bir de İlker Başbuğ’un askeri davalar sürecinde sizinle konuştuğuna dair sözleri var...
-Şimdi İlker Paşa’nın söylediği sözün detaylarını okumadım ama İlker Paşa ile ilgili görevde olduğu sürede bana söylediği bir sözü vardı. Onu ben burada söyleyeyim. O da şuydu “Bugün bize yarın size!” demişti... O zaman tabii daha Genelkurmay Başkanı’ydı. Toplamalar malum yeni başlamıştı.
l “İlker Başbuğ’un o görüşmede size isim telaffuz ettiğini hatırlıyor musunuz? “Ali Fuat Yılmazer’in ismini söyledim” diyor?
- Evet. O vardı tabii. O zaten bizim de gündemimizdeydi. Onu ben de duymuştum ve zaten aynı şeyi ona ben de söylemiştim. Şimdi de bu zat kalkmış kelepçelerle falan şov yapıyor. Bu işlerin İstanbul ayağının bütün pisliklerinin içinde var.
OPERASYON İŞİN BİR AYAĞI
l Hakkında işlem yapılan polisler ve emniyetçiler bu yapının ana operatörleridir diyebilir miyiz?
- Tabii yargı süreci başladı ve benim bu kadar rahat konuşmam mümkün değil. Ama bilinen bir şey var. Bunlar işin bir ayağı. Ama ben inanıyorum ki, şu anda yurtdışında olanlar var, meslektaşlarınız var, meslektaşlarınızın içinde burada olan var kaçan var. Hepsinin üstlendiği görevler, roller var. Mesela şimdi bizden ayrılan milletvekilinin gözaltındayken gidip resim çektirmesi... Sonra da bana “Diktatör” diyorlar... Sen hangi diktatörlükte gidip böyle resim çektirebilirsin? Adam gidiyor, gözaltında olanlarla resim çektirip şov yapıyor, hale bak! Ama nedir bunların hepsi haneye yazılacak.
l İlker Başbuğ “Hrant Dink davası çözülürse bu yapı deşifre edilebilir” mealinde sözler söyledi. Siz de o dönemde kamuoyunda tepki yaratan cinayetlerin ve suikastların askeri dava süreçlerine kamuoyu desteği sağlamak için düzenlenmiş birer komplo olduğunu düşünüyor musunuz?
- Olayı Dink davasına indirgemek bence olayı küçültmek olur. Hrant Dink davası bence kişiselleştirilmiş davadır. Dink’in yazılarını, onun düşünce dünyasını kabullenememek gibi bir nedenle yapılmıştır. Paralel Yapı meselesinde ise devleti ele geçirme, ulusal güvenliği tehdit gibi büyük bir amacı var. Dink’in, devlette bu amacı gerçekleştirmelerini kolaylaştıracak bir konumu yoktu ki. Bu teoriler paralel yapıyla mücadelenin hedefini saptırmasın.
l Ali Fuat Yılmazer’den hiç şüphelenmediniz mi?
- Bana bu adam 2-3 kez gelmiştir. Geldiğinde ona ait bilgiler bir genelleme yapabileceğimiz fikirler, şimdiki gibi rahatsız edici değildi. Çok basit kişisel bazı duyumlardı. Ama son görüşmede baktım ki, biraz farklı bir görüntü veriyor. O farklı görüntüyü verdikten sonra zaten diyaloğu kestim. Dedim ki; “Sen artık görevine dön!” Ama öyle bir şey yok, ama paralel yargı paralel emniyet yapısını kurmuşlar!
Erdoğan’la sohbetimiz bittiğinde, uçağın tekerlekleri Atatürk Havaalanı’na inmişti...
İstikamet Başakşehir... Orada hem “açılış” yapacak, hem “maç” yapacak... Nitekim maç yapıldı, Erdoğan’ın takımı galip geldi ve yeni açılan stadyuma isim de verildi;
“Başakşehir Fatih Terim Stadyumu.”
Bu isim çok önemli..
Demek oluyor ki;
Bu ülkeye kim “hizmet” ediyorsa, bir şekilde taltif ediliyor... Ama, “Hizmet” kılıfı altında kim “ihanet” ediyorsa, o da cezasını buluyor!..
Kızım sana söylüyorum,
Paralelci sen anla!..
********************************************************************
Dün hiç konuşmuyordu... Bugün susturana aşkolsun!..
Sen neymişsin be Hakan Şükür?.. Ne zamandan beri “milletvekili”sin... Seni “ekranlarda maç kritiği” yaparken görüp, “okkalı paralar” aldığını duyduk da, “Meclis kürsüsü”nde “sadece bir defa” gördük...
Onda da, yemin ediyordun...
Meclis’e gidiyor muydun, oturumlara katılıyor muydun, hiç hatırlamıyorum..
Hatırladığım bir şey daha var:
Nasıl ki; “milletvekili” olduğunu “Kürsüde yemin ederken” görmüştüm, bir de “istifa ettiğinde” duymuştum adını!..
Onun haricinde, ne bir icraatını duydum, ne de bir konuşmanı...
Var mısın, yok musun belli değil... Sağ mısın, ölü müsün o da belli değil!..
Diyordum kiii; “Arap atları” gibi sonradan açıldın... Tabiri caizse, “militanlığa” bile başladın!.. “Hakim odası basma”lar, “gözaltındaki polislerle hatıra fotoğrafı çektirmeler” filan... N’ooluyor Hakan Bey; “Pensilvanya’dan talimat” mı geldi?!?..
İyi iş valla... Maaşı “devlet” verecek, Hakan beyimiz “Paralel’e hizmet” edecek?..
Nerde bu yoğurdun bolluğu?..
yeniakit