‘Diyarbekir şâd akar’ sözü, sadece türkülerde kalmamış

Selâhaddin Çakırgil

Geçen hafta sonu, -Birlik Vakfı’nın daveti üzerine- ‘Kökü mâzide olan âti olmak’ başlığı altında, bir sohbet toplantısı için Diyarbekir’deydim... Bir sohbet toplantısı da Özgürder’in yeni yerindeydi.

***

Ama hemen ‘Diyarbakır mı, Diyarbekir mi?’ denilecek olursa. Türkülerde hâlâ, o tarihî söyleyiş devam eder; yaşlı nesil arasında da kısmen. Peki, bu söyleyiş farklılığı nereden mi kaynaklandı? 

Tarihte ‘Diyarbekir’dir, taa 1937’ye kadar. O tarihte, birisinin gereksiz ve hattâ komik yaklaşımıyla ve de TTK uzmanlarının da o yüksek emre uygun olarak ürettikleri komik -sözde- ilmî izahlarla Diyarbakır denilmeye başlandı; bir büyük (!) devrim de o şekilde gerçekleştirildi. (Tıpkı, Sultan Aziz’e işaretle, -Aziz’in imar ettiği şehir mânâsında- ‘Mamûre-t-ul Aziz’ denilen ve kısaca El’Azîz diye anılan şehrin isminin, tepetaklak ettirilip, ne demekse, Elazıg veya Elazığ’a dönüştürülmesinde olduğu gibi.) Maksad, tarihî köklerle irtibatın koparılması. 

Halbuki, kendisinden yardım isteyen Fransa Kralı’na Kanûnî Süleyman’ın yazdığı meşhur cevabî mektubunda da, hükmettiği ülkeleri /coğrafyaları sayarken zikrettiği üzere, ‘Diyâr-ı Bekr’..

***

Diyârbekr’in tarihteki bir diğer ismi de Âmid’ idi. 45 yıl öncelerde vefat eden ve Hat san’atının zirve isimlerinden meşhur hattat merhûm Hâmid Aytaç, hat yazılarının sol alt köşesine küçücük bir imza atardı, ‘Hâmid-i Âmidî..’ diye. O yazıyı bugün çoğu zâten okuyamıyor, okuyabilenler de o Âmîdî’nin ne olduğunu çok kere bilmezler. Halbukî bu ibare, ‘Âmid’li / yani, DiyarbekirliHâmid’ demek.

***

Diyarbakır, 1964-1968 sonu arası, yaklaşık 4.5 sene yaşadığım bir şehirdir. Bu yüzden, ‘fakir’in hayatında ayrı bir yeri vardır. 

O zamanlar Diyarbakır, sur içinde ve yaklaşık 150 binlik bir şehir idi ve yazın toz, kışın çamur deryası içinde ve yeni yeni de kurulmakta olan Bağlar mıntıkası da düzensiz şekilde büyümeye başlamıştı. 1980-2015 arası ise hiç görmemiştim. 3.5 sene önce gittiğimde ise henüz terör odaklarının ortaya çıkardığı ‘hendek gailesi ve kâbusu’ yaşanmamıştı. Ondan sonra gidememiştim Diyarbakır’a. 

Bu açıdan, Diyarbakır’da üzüntü verici ve geride kalmış acı sahneleri gezerken hüzünlendiğim kadar, yeni Diyarbakır karşısında da şaşırdım ve gelecek açısından da umutlandım.

***

Diyarbakır 2 milyonluk, dev bir şehir. Ve eski ve tarihî Diyarbekir’in on misli büyümüş, Urfa yoluna ve Seyrantepe’ye ve Dicle’nin karşısına üniversite tesisleriyle muazzam ve güzel bir şehir. Yepyeni 50 ve 75 metre genişliğinde çok güzel ana caddeleri ve o caddelerin etrafında  dev yapılarıyla, gecenin geç saatlerine kadar dolup taşan restoranları ve ‘cafe’ denilen mekânlarıyla, her köşeden yükselen müzikle, zenginliği yansıtan lüks arabaların anacaddelerde gece yarılarında bile trafikte vızır-vızır hareket halinde olduğu bir dev ve canlı şehir. Yeni semtler, çok büyük ve rahat yeşil alanları ve câmileriyle de göz alıcı. 

Bazı köşe noktalarında panzer ve silahlı güvenlik güçleri varsa da, onlar korku değil, güven veriyor halka. 

Halk, yarınlara daha bir umutla bakıyor. Devletin duruma hâkim ve halkla birlikte iç içe olmasından rahatsız olanlar başkaları.

***

Aynı zamanda Vakıflar Bölge Müdürü olan ve Birlik Vakfı’nın Diyarbakır Şube Başkanı Metin Evsan bey ve yardımcıları Şahabeddin veYemliha beyler ve bir hâkim kardeşimizle Hasanpaşa Hanı’nda kahvaltı yaptıktan sonra, Suriçi’nde özellikle Dört Ayaklı Minare ve Fatih Paşa Mahallesi ve Kurşunlu Câmi ve tarihî kiliselerini de büyük zarara uğratan o acı hendek hadiselerinin geçtiği mekânları gezdik. Facianın boyutları büyük. Tamamen yıkıma uğramış olan eski mahalleler yeniden yapılıyor. İçkale’nin düzenlenmesi tamamlanmış ve çok güzel olmuş.

***

Hele de Vali Hasan Basri Güzeloğlu beyle bir saate yakın görüşme etrafında bir yazı daha gerekiyor, inşaallah Pazar’a.