Emekli hakimler, avukatlar diyorlar ki, yüz sayfadan fazla yazıyorsun ya, hakimler okumaz. Ne yazacaksan, onların anlayacağı şekilde 2-3 sayfada özetle.
Ben diyorum ki, madem savunma hakkı diye bir “Hak” var, Hak olan şeyi, istismar etmeden, onun ile ilgili olarak efradına cami, ağyarına mani bir şekilde anlatmadan nasıl kâmil bir savunma yapmış olurum ki. Eğer sadece kanun maddeleri, Yargıtay kararları ve somut olaydan ibaret, onun başlangıç, seyir ve sonuçlarını analiz etmeden, sonuca giden süreçte etki mekanizmasını anlatmadan, suçun maddi ve manevi unsurlarının oluşup oluşmadığını nasıl izah edebilirim ki. Sonuçta ben bir gazeteciyim, siyasi iktisadi ya da içtimai bir konuyu analiz ediyorum, 48 yıldır. Ve her gün yazıyorum. İlk mahkûmiyet kararını 12 Mart’tan hemen sonra aldım ve içeri girmeden 74 affı ile kurtuldum ama sanıklığım 48 yıldır devam ediyor. Kronik, müzmin, hatta profesyonel bir sanıklık kariyerim var ve bu kariyerimle birçok hukukçudan daha kıdemliyim. Ve 48 yıldır, hakkımda 500 yıldan daha fazla mahkûmiyet talebi ile birçok dava açılmasına rağmen mahkûmiyet şeklinde infazı gerçek tek bir davam yok. Düşünsenize 28 Şubat’ta ya da darbe dönemlerinde, bir günde 5 defa, haftada 5 gün sanık olarak duruşmaya çıktığım oldu. Neyse, sanık sıfatım bugün de hâlâ bir şekilde devam ediyor. Yani bizim cephede de değişen bir durum yok.
28 Şubat döneminde Hurşit Tolon, Çetin Doğan ve Tuncer Kılınç paşa, 1. Ordu, 2. Ordu komutanları ve MGK Genel Sekreteri, Cuma dergisinin bazı yazarları ile birlikte beni de mahkemeye verdiler. 7,5 yıl askeri mahkemede yargılandım. Başörtülü bir avukata vekâletname verdim, onu da kışlaya almıyorlar ki, savunma yapabilsin.. Bir ay sonraya gün veriyorlar. 7,5 yıl esasa girmeden usule dayalı savunma yaptım. 3 kez heyet değişti. Sonunda dava yasa değişikliği ile adli yargıya geçti, orada da 2,5 yıl sürdü. 10 yıllık süre dolunca, dava zamanaşımından düştü.
Askeri mahkemede, hemen hemen her ay, 20 sayfayı bulan usule dayalı savunma yapıyordum. Herhalde beni yargılayanlar, hukuk fakültesinde o kadar çok usul dersi dinlememişlerdir.
Ben hiç kısa savunma yapamadım.. Güven Erkaya davasını biliyorsunuz. 2000 yılında açılan dava ne zaman kesin sonuca ulaştı biliyor musunuz? 2017.. Yani tam 17 yıl. Sırf bu dava için mahkemelere sunduğum belgeler 500 sayfayı buluyor. Belki hakimler okumadı bunları ama, okuyan birçok kişi oldu ve sonuçta kaybeden okumayanlar oldu. Ağır cezasını, asliye cezasını, sulh cezasını, hatta icra cezasını da gördüm. DGM, Askeri Mahkeme, AYM, AİHM hepsini gördüm.
“Kanun adamı” dedikleriniz, aslında “kanun teknisyeni”dirler. Kanun devleti ile hukuk devleti aynı şey değil. Hukuka uygun olmayan kanun suç aletidir. Zaten yakın gelecekte kanun teknisyenlerine gerek kalmayacak. Çünkü yapay zekâlı Humanoid’ler birkaç dakikada o işi daha iyi bir şekilde neticelendirecekler. Hukuk adamı olmak, akıl, fikir, vicdan, muhakeme, ilim gerektirir.
Benim davalarım gazetelerde haber de olur, dergilerde makale de. Yerli ve yabancı hukuk forumları tarafından da takip edilir. Davayı hukukçular, STK’lar, akademisyenler de merak eder, izlerler. Dava dosyası bazen kitaplaştırılır, bazen fotokopi ile çoğaltılır. Hatta dava bittikten sonra da okunur. Çünkü benim davalarımın tümü Türkiye’nin siyasi gerçekleri, özgürlük ortamı ve insan hakları ve hukuk devletinin fotoğrafını çekmek isteyenler için bu uzun savunmalar aynı zamanda “Tarihe tanıklık”tır.
Zaten gazetenin avukatı da var, teberrüken benim davalarıma katılan hukukçu dostlarım da. Onlar, hukuk tekniği açısından söylenmesi gereken her şeyi söylüyorlar. Ben de söylemem gereken ne varsa onu söylüyorum. Bazen kendi aleyhime tanık dinletiyorum, bazen hakkımdaki beraat kararını temyiz ediyorum. Bazen üst sınırdan cezalandırılmamı talep ediyorum.
Hakimler benim savunmamı, daha doğrusu tarafların savunmasını okumak zorundadır. Benim savunmamı o hakimlere, savcılara yıllar sonra da olsa tekrar okutan sevenlerim var. Sorarlar onlara o olayın aslı neydi, ne oldu diye. Bu kararı nasıl verdiniz diye. Artık şimdi bir de internet var. Bilmiyordum deme şansları yok. Hatırlamıyorum demeleri de inandırıcı olmaz. Herkesin hatırladığı bir konuda, kendilerinin bilgisizliği kolay kabul edilmez.
Gereksiz bir harf bile zaiddir. Eksik bir harf de nakısadır. Adaletin terazisi kuyumcu terazisi gibi olmalıdır. Gerekli her söz söylenmelidir. 48 yıllık sanık ve 48 yıllık bir yazar, aynı zamanda bir hak savunucusu kişi için savunmasını kısa yapmasını beklemek çok da gerçekçi olmasa gerek. Yaşanmış gerçeklerin izleri de olacaktır bu savunmada, geleceği için ve gelecek adına, “benim katlanmak zorunda olduğum güçlükler, benden sonrakiler için bir tecrübeler birikimi ve bir baht kaynağı olsun diye, geçtiğim yollarda iz bırakmak, yaşadığım zamana ve mekâna dair şahitliğim açısından benim açımdan yaratılışın gayesi ile bütünleşen bir anlam taşımaktadır.
Ele aldığım konular hakkında ciddi okumalar yapıyorum. Dostların, yurt içinden, yurt dışında 4 bir yandan bana bilgi, belge gönderiyorlar. Metnin içinde Yargıtay kararları, AİHM kararları, akademik makalelerden alıntılarla zenginleştirilmiş bir savunma metni sunuyorum kendilerine aslında.
Yargıçlar, aslında yasa hukuku korumuyorsa, yasanın iptali için gerektiğinde konuyu AYM’ye taşıyabilmeliler. Yönetmelikte, genelgede sorun varsa, konu Danıştay’a gönderilip düzenlemenin hukuka uygunluğu sağlanmalı.
Bakın benim gömleğimin rengi Anayasanın temel ilkeleri ile çelişiyorsa, değişmesi gereken benim gömleğim değil, anayasanın temel ilkeleridir. Çünkü ben Anayasa için değil, Anayasa benim içindir. Devletin, anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyeti, kişi ve toplumun mal, can, namus, akıl-inanç ve nesil emniyetini korumak ve geliştirmek içindir. Bunun dışına çıkıldığında bu kurumlar varlık ve meşruiyet sebeplerine ters düşer ve meşruiyeti tartışma konusu olur.
Bunlar tamam da, bu kadar hakim, bu kadar dava ile nasıl başedecek. Bu memlekette neden bu kadar çok dava açılıyor. Bakınız 90 müştekili “AKP’nin Papatyaları” davası, ben olması gerekenden söz ediyorum, olansa işte ortada. Şartlar ne olursa olsun, adalet şakaya gelmez. Selam ve dua ile.