DTP Grup Başkanvekili ve Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş, gündemdeki 'genel af' 'eve dönüş yasası' ve askeri operasyonlarla ilgili olarak Neşe Düzel'e çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Taraf Gazetesi'nden Neşe Düzel'in röportajı:
Kardeşiniz, 'eve dönüş yasası' ve barış projesi hazırlıkları yapılırken tutuklandı. Zamanlama size ne düşündürüyor?
Başbakan'ın açıklamalarına bakıp insanlar, yeni bir yasa hazırlığı olacak, bu girişim demokrasi paketine dönüşebilir, ülke şiddetten arınabilir diye düşünüyorlardı ki, sınırötesi operasyon yapıldı ve Nurettin Demirtaş tutuklandı. Bu da, düşünülenin aslında bir demokratikleşme projesi olmadığını ortaya koydu.
Sınırötesi operasyonlar için tam da aksi düşünülemez mi? Askeri operasyonlardan sonra demokratikleşmeyle ve 'eve dönüle ilgili yasal düzenlemelerin daha kolay yapılacağı düşünülemez mi?
'Bu paketin devreye sokulabilmesi için önce kamuoyunun gazının alınması gerekiyordu' diyorlar. Ama unutmayalım, bu bir kum saatidir. Batı'nın gazını alayım derken, Türkiye'nin doğusunun gazını şişirdiniz. Türkiye kamuoyunda şiddete karşı haklı bir tepki var ve kamuoyu mutlaka tatmin edilmeli, buna itirazımız yok ama ... Bu kamuoyunun içinde Kürtler yok mu? Kürtler de bir kamuoyu. Batı'nın gazı boşalıyor. Sokaklarda hissediyorum bunu.
Ne hissediyorsunuz?
Rahatlamış herkes. Rövanş alınmış, deplasmandaki yenilgi iç sahada kazanılmış gibi. Ama bir de Doğu'ya gidin. Diyarbakır' daki insanların yüz ifadesi Batı'dakilerin tam tersi. 'Yüzlerce terörist öldürdük' deniyor. Öldürdük de burada oturuyor. Öfke içindeler. Bir de şunu söyleyeyim. Ben, Batı ve Doğu derken Batı' da yaşayan Türkler ve Doğu' da yaşayan Kürtler diye bir ayırım yapmıyorum. Çünkü Türklük, Kürtlük artık bölgelere göre ayrışmıyor. Batı'da ve Doğu' da yaşayanlar söz konusu.
Batı'daki Kürtler de artık Türkler gibi mi düşünüyor?
Batı' daki Kürtler Doğu' dakiler kadar kaygılı değiller. Çünkü savaş uçakları her gün onların üzerinden uçmuyor.
Kuzey Irak'ta PKK kamplarına düzenlenen iki büyük operasyonun zamanlaması konusunda ne düşünüyorsunuz?
Ordu özellikle son PKK saldınlarıyla zor duruma düşmüştü ve bir 'itibar kaybı' söz konusuydu. Bunun telafi edilmesi gerekiyordu. Dolayısıyla bir hava operasyonunu herkes bekliyordu. Operasyonun, Başbakan'ın 'eve dönüş'ü konuştuğu günlerde yapılması tesadüf değil. Eve dönüş çağrısı muhtemelen operasyonun bir parçasıydı. Örgütü bir hafta, on günlüğüne bir rehavete sürüklerne, acaba siyasi çözüm mü tartışılıyor diye düşündürme taktiğiydi.
Kardeşinizin tutuklanması ve operasyonlar, barışı etkiler mi sizce?
Bir gerilim politikası izleniyor. Gerilim politikasının üzerirıe barış inşa etmek daha kolaydır aslında. Böylesi bir gerilimden sonra hepimizde, 'barışa ihtiyacımız var duygusu' daha fazla yükselebilir. Kandil operasyonu ve Demirtaş'ın tutuklanması süreci wra sokmaz. Doğu' dakiler barışa her zaman hazırlar. Şimdi Batı'dakiler de yirmi gün öncesine göre barışa daha hazırlar. Kırılan milli onurun kısmen telafi edildiğini düşünürler. Barış gelişmeleri daha kabul edilebilir hale gelmiş olabilir.
Yapılan askeri operasyonlara rağmen Türkiye barışa yaklaşıyor mu sizce?
Evet. Barışa yakın dönemdeyiz. Çürıkü kriz dönemleri barışa en yakın dönemlerdir. Böyle bir dönemden geçtiğimizi hissediyorum ben. Eğer operasyonlar burada durdurulur ve bu dönem demokratik açılımlar için iyi kullanılabilirse barış için en iyi dönem olabilir bu. Barışı bu harekat üzerine inşa etmek daha kolaydır. Acı yaşadıkça barışın önemini anlıyoruz. Harekat barışa vesile olabilir. Ama eğer operasyonlar devam ederse ortam yumuşamaz, çatışmalar derinleşir. Çünkü PKK cevap verir. Neyle karşılık vereceğini de kestiremeyiz. Silahlı bir örgüt sonuçta. Operasyonlar durmalı ve Hükümet artık bunun üzerine bir şeyler yapmalı. Zira yeni bir askeri taktik başladı. Öyle anlaşılıyor ki, Silahlı Kuvvetler hava saldırılarını sürekli
hale getiriyor. Operasyonları sürdürecek.
Hükümetin 'eve dönüş yasası' hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu gerçekten bir dağdan indirme projesi değil. Örgütte kısmi bir çözülme istiyor olabilirler. Örgüte esnek bağlarla bağlı olanların, yeni katılanların ayrılmasını kolaylaştırmak istiyor olabilirler. Ama böyle bir yasanın PKK gibi bir örgütü dağıtabileceğini veya herkesin eve döneceğini düşünmek, Türkiye Cumhuriyeti gibi çok fazla istihbari bilgiye ve tarihsel deneyime sahip bir devlet açısından gerçekçi değil. Sanki iş, 'Ben indirmeye çalıştım ama bakın inmediler. Artıkher şeyi hak ettiler' noktasına getirilmek isteniyor. Başbakan, 'Yasa çıkaracağız, gel teslim ol diyeceğiz. İster gelirsin, ister orada kalırsın' diyor. Ama şunu biliyor. Bu insanlar teslim olmak isteseler Başbakan'ın yasasını beklemezler. 221'inci madde zaten üç yıldır var ve bu haliyle de problem yok.
Problem nedir o zaman?
PKK gibi bir örgütün dağdan inmesi için bir eve dönüş yasasından öte daha fazla demokrasiye ihtiyaç var. Bu olursa dağda bulunmanın gerekçesi azalacak. Demokratik reformlar karşısında dağdan inecek ya da dağda kalarak taban yitirecek.
PKK'nın dağda bulunma gerekçesi ne?
Kürtler adına demokratik siyasetin mümkün olmadığını düşünüyorlar. Tabii onu dağa çıkaran, 12 Eylül'ün işkencelerle, baskılarla, irıfazlarla dolu koşullarıdır. Kürtlerin ve Kürtçenin inkarıdır, yasaklanmasıdır.
AB sürecinde bu yasaklar kalktı ve Kürtlerin siyasi temsili bir ölçüde sağlandı. DTP meclise girdi. Yumuşama yaşanıyordu ki, Öcalan avukatları kanalıyla DTP milletvekillerini MHP'lilerin elini sıkma, milli maça gitme konularında azarladı. Hava tekrar sertleşti. Eğer dağda bulunmanın gerekçesi sivil siyasetin yapılamıyor olmasıysa, niye PKK sivil siyasetin önünü tıkamak istiyor?
Sorunuzdan, 'Siz zaten PKK adına siyaset yapıyorsunuz. PKK niye dağda?'yı anlıyorum. Biz PKK adına siyaset yapmıyoruz. Biz DTP adına siyaset yapıyoruz. Sizin yazdıklarınız da, Öcalan'm söyledikleri de dahil, bizimle ilgili her şey partirnizde tartışılır. Ama bir talimat gibi algılanmaz. Öcalan'ın söyledikleri böyle bir etki de yaratmadı. DTP kendi kararlarını verirken Öcalan ne dedi, PKK ne dedi diye bakmaz. Bunları değerlendirir, dikkate alır ama bunlara göre karar vermez. Bunların bir denge olduğunu bilir ve bunlan gözeterek siyasetini yürütür. Üstelik biz PKK üzerinde 'sanıldığı' kadar güçlü ve etkili değiliz. Biz seçimle göreve gelmiş anayasal bir partiyiz. Aramızda net bir ayrım var. Biz şiddeti reddediyoruz. PKK ise şiddet kullanan bir örgüt.
Ahmet Türk'le konuşmamızda bana 'bizim tabanımız PKK'yle aynı' demişti...
Biz PKK'nin etkilediği bir tabandan oy alıyoruz. Üstelik Türkiye' de sivil siyasetin önünün açıldığı da doğru değil. Biz birleşik oy pusulası gibi büyük bir adaletsizlik yaşadık seçimlerde. Bize siyasete gelin denmiyor. Siyaseti biz zorluyoruz.
Sizce şu anda demokrasiyle ilgili ne yapılmalı ki, PKK dağdan insin?
Dağdan inmek istiyorlar fakat inemiyorlar. Örgütün silahları bırakma zamanı çoktan geçti. Ama hükümet sanki silah bırakılmasm diye çalışıyor. PKK'nin dağda kalma gerekçesi 12 Eylül'deki gibi devam etmiyor.
Kürt sorununu bundan sonra silahla çözme imkanı bulunuyor mu?
Hayır. Kürt sorunu dediğimiz Kürtlerin kültürel haklarıdır ve anadildir. Kürtlerin Türklerle birlikte ortak yaşamıdır. Bunlar silahla sağlanamaz. 12 Eylül' den önce PKK, silahı bir propaganda aracı olarak kullandı aslında. İletişimin güçlü olmadığı, dünyanın globalleşmediği, ağır faşizan şartların yaşandığı bir dönemdi bu. Tarihsel süreç, PKK'yi tahmininin ötesinde bir hızla büyüttü. Düşündüğünden çok fazla bir ilgi ve katılım gördü.
Yoksa bence PKK başta, 'Dağa çıkalım, Kürdistan'ı kuralım. Türk ordusuna karşı yaşalım' düşüncesinden yola çıkmadı. Ama propaganda için elinize aldığınız silahı, propagandaya ihtiyaç yoksa bırakanız lazım. Bu gerekçe ortadan kalktı. Kürtler zorlanarak da olsa kendilerini demokratik yol ve yöntemlerle dünyada her yerde duyurabilirler. Silah Kürt soruunda çözümsüzlüktür.
PKK silah döneminin bittiğinin farkında mı?
Bence farkında. Koşullar oluşursa silahı bırakır. Israrla dağda çatışayım diye bir düşünce hakim olamaz.
Yıllardan beri dağda olan Karayılan ve Bayık gibi PKK yöneticilerinin açıklamaları hiç de dağdan inme ve yumuşama yönünde değil. PKK'nın yöneticileri silah bırakmayı dağdan inmeyi istiyor mu?
Onlar sonuçta silahlı asker kişiler . Üzerlerine büyük askeri operasyonlarla
gelindiğinde sert açıklamalar yapıyorlar. Açıklamalar konjonktüreldir. Kürtlerle Türklerin bir arada yaşaması gerektiği fikrnii silah kullanarak parçalamazlar ve silah bırakma koşulları oluştuğunda da bırakacaklardır diye düşünüyorum. Üstelik mesele PKK'nin silah bırakıp bırakmaması meselesi de değil. Türkiye'deki sorun tıkanmış olan siyasette. Biz siyasetçiler işimizi yapalım, çözümü tartışıp yaratalım, inmek istemeyenler dağda kalsınlar. Eğer Kürtler, çocuklarını Kürtçe eğitim yapan okullara serbestçe gönderirse, Kürtçe televizyon ve radyo yayını yapabilirse ve Doğu'da bu kadar geri kalmışlık olmazsa, dağdakiler inmek zorunda kalır. Kürtlerden destek görmezler. Dağda kalmayı sürdürürlerse marjinalleşirler. Marjinalleştirilmek isteniyorsa, bu demokrasiyle olur.
Niye o zaman ilk talep olarak demokratikleşmeyiı bireysel ve kültürel hakları değil de, ilk istek olarak daima genel af talebini dile getiriyorsunuz?
Biz af konusunu taleplerimizin sonuna koyuyoruz. Çünkü başa koyarsanız iş tıkanıyor. 'Türkler' ... Etnik olarak söylemiyorum. İçlerinde Kürtler, Çerkezler, Lazlar da var. Türklerin büyük çoğunluğu, 'Bunlar eli kanlı insanlar. Askerimizi, polisimizi öldürdü. Nasıl affederiz' diyorlar. Diğer taraf da, 'Biz ne yaptık ki affediliyoruz? 12 Eylül koşullarında dağa çıktık. Hakkımızı koruduk' diye düşünüyorlar. Böylece çözümsüzlük başlıyor. Çözüme demokratikleşmeyle başlamalı.
İlk adım ne olmalı?
Sivil anayasa olmalı. Farklı kültürlerin kendi varlığını koruması, geliştirmesi anayasayla teminat altına alınmalı. Kürt kültürü demiyorum, farklı kültürler diyorum. Böyle tanımlanması bile Türkiye'de Türkler dışında insanların da kültürlerinin bulunduğu ve bunların değerli olduğu ifade edilmiş olur. Ayrıca insanlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmalı. Dil ve siyaset önündeki engeller kaldırılmalı.
Peki PKK'nın silah bırakması için hangi şartlar gerçekleştirilmeli sizce?
Bunu PKK bilir. Silahların bırakılmasında muhatap DTP değildir. DTP işin Meclis tarafındadır ve Meclisle birliktedir. PKK'ya silah Meclis tarafından bıraktırılacak. Bunun için örgütün ateşkes ilan etmesi, şiddeti durdurması istenebilir. Hükümet, 'Sen eylem yapmazsan veya militanlarını ülke dışına çıkartırsan, ben de sana operasyon yapmam' diyebilir. Başbakan bir gün uçakta söylemişti bunu.' 'Durup dururken operasyon olmaz' demişti. Ertesi gün Genelkurmay Başkanı, 'Dağda son terörist kalıncaya kadar biz devam edeceğiz' dedi. Oysa 'Ben eylem yapmayacağım, durdum' diyen birilerine karşı operasyon yapmaya devam ettiğinizde çatışma devam ediyor.
Siz ne öneriyorsunuz?
Bizim 'Örgüt çatışmayı durdursun. Operasyonlar da dursun' çağrımız mantıklıdır. Çatışmasızlık ortamında sivil anayasa tartışması daha kolay yapılır. Demokratikleşme hızlanır. Bu, Türkleri de Kürtleri de rahatlatır. Ardından bir yasa çıkarılır, 'Buyurun kardeşim şöyle bir yasamız var, eve dönmek isteyen dönsün' denilir. Fakat hiçbir şey yapılmadan, ben 221'inci maddeyi biraz değiştirdim, hadi dağdan inin dediğinizde işe sondan başlanmış oluyor. İlk yapılması, gereken eve dönüş yasası değildir.
Ama devlet önce silahını bırakacak diyor.
Bu bir açmazdır. Silahını bırakacaksa, nereye bırakacağını da göstermeli. 5-6 bin dağ, 15 bini kadar da Avrupa kadrosundan söz ediliyor. 20 bin kişi şu anda gelirse, cezaevine girmeleri lazım. 20 bin kişiyi barındıracak cezaevi var mı Allah aşkına? Bu kadar ciddiyetsiz bir eve dön çağrısı olur mu? 20 bin kişiyi karşılayacak hakimimiz, savcımız yok. En azından bunun hazırlığını yap. Ben ciddiyim de. Ama bu şartlarda gelmeyeceğini biliyor, ben çağrımı yapayım diyor. Böyle çözülmez bu iş.
Siz eve dönüş değil de, daha çok genel af diyorsunuz. Genel af dediğinizde buna Öcalan ve PKK'nın 15-20 yöneticisi dahil mi?
Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşları olarak geleceğimizi sağlam temeller üzerine kurma kararını verdikten sonra genel af da tartışılmalı. Bunun içinde herkes olmalı. Cezaevleri ve dağ boşalmalı ki, yeni bir yaşam kurulabilsin. Bu ülkede karşılıklı bir gönülden affetme süreci gerekiyor. Bugün Öcalan'ın, Cemil Bayık'ın ya da Türkiye kamuoyu tarafından nefretle karşılanan bazı isimlerin affedilmesi tartışıldığında belki herkesin tüyleri diken diken oluyor. İnsanlar hazır değillerse, neden tüylerini diken diken ediyoruz ki.. Eğer gönülden affetme isteği yoksa '
Evet.
Bunu bugün tartışmaya gerek yok. Ama sanıyor musunuz ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti hiç hata yapmadı? Öcalan için elikanlı bebek katili terörist deniliyor. Ama bu güne kadar bu ülkede üç binden fazla faili meçhul, yargısız infaz, işkencelerde ölüm gerçekleştirmiş bir tek paşa için bu tabir kullanılmadı. Böyle baktığınızda acaba onlar eli kanlı değil midir? Geçmişle yüzleşmeliyiz. Şimdi paşaların bazıları Hata yaptık' diyor, PKK de 'Biz hatalar yapptık, sivilleri öldürdük, aşırı şiddet kullandık, çok fazla kan akmasına neden olduk' diyebilmeli ve özür dileyebilmeli. Ama buna karşılık devlet de 'Evet biz de hata yaptık, sivilleri öldürdük, işkence yaptık, köyleri yaktık, göç ettirdik, sokakta insanların ensesine kurşun sıktırdık veya sıktık' diyebilmeli. Toplum olarak kucaklaşmalıyız. Yeniden 1920'lerin ruhuyla geleceğe bakmalıyız.
Eve dönüş yasası, eğer çıkarsa, çıktıktan sonra neler olacağını düşünüyorsunuz?
İddia ediyorum, dağdan ve Avrupa'dan toplam 300-500 kişi bu yasaya ilgi gösterecek ve gelecek. Gelenler de yıllar önce örgütten ayrılmış, dağdan inmiş ve Kuzey Irak'ta iş bulup sosyal yaşama katılmış kişiler olacak. Yasanın etkisi bu kadarla sınırlı kalacak. Hükümet ortamı fazlasıyla geren bu yasa çalışmasını hemen askıya alsın ve ortamı geren bu tartışmayı derhal durdursun.
Diyelim ki dağdan indiler. Dağda uzun yıllar geçirmiş insanların gündelik hayata uyumu kolayolacak mı?
Kolay olmayacak. Bu insanlar dağdan indikleri giin siyasi partilere girip aktif olurlar ve siyasetin sahibi haline gelirler diye düşünmemek lazım. Türkiye'nin onlara, onların da Türkiye'ye alışması için uyum sürecine ihtiyaç var. Nesiller geçiyor ve siyaseti genç nesiller yürütecek. Bu insanlar değil. Siyasetin asıl sahibi gençlerimiz olacak. ..