Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, FETÖ’nün Hariciye’ye de sızdığını, personelin yüzde 25 kadarını temizlediklerini söyledi geçen hafta.. Halbuki, sağlam bir süzgeç kullanılsaydı, Hariciye’de kalanlar bile yüzde 25’ten az olmalıydı. Çünkü, 15 Temmuz Darbe Hıyanetigecesi, TC temsilcilik binaları önüne gelip askerî darbeye karşı çıkan yurt dışındaki TC. vatandaşlarına, ‘Artık sizin döneminiz bitti!’ diye kapıları kapayan ruhları satılık ‘monşer diplomatlar’, ertesi sabah darbenin yenilgiye uğratıldığını görünce, darbecilere lânet okuyanların başında geliyorlardı.
Bu ‘monşerler locası’nın sadece son 100 yılda değil, son 300 yıldır ne kadar ilgisiz işlerle meşgul oldukları bilinmiyor değil.
***
Geçmişle ilgili yanıp yakılmanın ya da medhiye düzmenin bir mânâsı yok.
Geçmişe yönelik temelsiz yergiler kadar, övgüler de zararlıdır, toplumları ve nesilleri yanıltmaktan başka bir netice vermez. İşin doğrusu, Müslümanların elindeki ve dünya siyasetini de derinden etkileyen Osmanlı Devleti, maalesef hele de son 300 yılında, içinde yaşadığı dünyayı okuyamadı, gaflete düştü. Ne, yeni yeni gelişmeye başlayan teknolojiyi takib edebildik, ne de dünyadaki başka gelişmeleri okuyabildik.
Emperyalist güçlerin elemanları bu son 300 yıllık dönemde, diplomatlar dışında, en çok da seyyah, arkeolog, vs. adı altında Osmanlı coğrafyasında cirit attılar ve onları ciddî sûrette ve onların kullandıkları taktiklerle takib eden elemanlardan bile mahrum idik.
Emperyalist güçlerin ajanları ise, en hassas mekânlarda, en karanlık ilişkilerle Müslüman diyarlarına mayınlar fikrî, siyasî, kültürel ya da ekonomik mayınlar yerleştiriyordu.
***
1800’ün başlarında, Osmanlı’nın Paris’deki sefiri / elçisi, İstanbul’a gönderdiği ârizâ’da, nâmede, ‘Napolyon’un Malta Adası’nı fethetmesi hasebiyle Paris’de halk kitlelerince coşkun törenler yapıldığını, bunun için Padişah Efendimiz’in Napolyon’a bir kutlama mesajı göndermesinin çok yerinde olacağını’ bildiriyordu.
İlginç olan şuydu ki, bu mesajdan önce, 3. Selim’e, Napolyon’un o ve ordularının, (Osmanlı ülkesi olan) İskenderiye’de Mısır sahillerine çıktıklarını bildiren bir ârizâ sunulmuştu.
3. Selim ise, Paris’deki Osmanlı Sefiri’nin kutlama mesajına dair yazısını okuyunca, (Topkapı Sarayı Müzesi’nde hâlen de sergilenen) o ârizânın kenarına, kırmızı kalemle, ‘Ne eşek herif imiş..’ diye yazmaktan kendisini alamamıştı.
***
Lübnan’lı bir Hristiyan Arab olan ünlü romancı Amin Malouf (Emin Me’luf) 1830’lardaki cedlerinin yaşadığı Cebel-i Lübnan’daki durumu anlatırken, İngiltere, Fransa ve Birleşik Amerika vs. devletlerin Beyrut’taki konsoloslarının köylerine gelip, kilise ve okullarının ihtiyaçlarını karşıladıklarını ve amma, İstanbul’dan hiçbir resmî vazifelinin geldiğinin görülmediğini söyler.
Daha sonra, 2. Mahmûd ve Abdulmecîd ve bütün Tanzimat dönemleri boyunca başta İstanbul, Selanik, Beyrut, İskenderiye gibi merkezlerde açılan misyoner okulları sadece seyredildi. Hattâ 2.Abdulhamîd zamanında bile engellenemedi. (Devlet televizyonunda ‘İngiliz sefirini hiç de gerçeği olmadığı halde, 2. Abdulhamîd’e tokatlattıran ve halkımıza yanlış mesajlar veren bir diplomasi anlayışıyla varılacak bir yer olmadığı görülmelidir.)
Hatırlanmalı ki, bir tokatlama vak’ası vardır, ama, çok farklı bir yerde; Cezayir’de… Cezayir Dayısı diye anılan Osmanlı Valisi Hüseyin Paşa, 1830’larda kendisini ziyaret eden ve devletinin haksız da olsa taleplerini bildiren Fransa temsilcisini tokatladıktan sonra, Fransız donanması gelip Cezayir’i işgal etmişti. Cezayir’deki o işgalin sadece siyasî tarafı, 130 yıl sonra, ancak 1960’larda bertaraf edilebildi. Kültürel işgal ise, hâlâ devam ediyor.
***
Osmanlı’nın tarihten buharlaşmasından sonra da durum değişmedi. Hele ki Hariciye, kendilerini bir ‘seçkinler zümresi’ olarak gören ‘monşerler taifesi’nin elindeki bir ‘mankurtlar tekkesi’ fonksiyonu gördü, büyük çapta. Yarası olan gocunur.
15 yıllık Ak Parti iktidarının en başarısız olduğu itiraf olunan konu, sadece Eğitim ve kültür alanı değildir; ve maalesef, Hariciye’ye de kendi mührünü vuramamıştır.
stargazete