İsrail’le anlaşmayı beğenmiyorum ve zaten lüzumsuz buluyorum. Bence İsrail’le kötü olmak iyiydi.
Diğer “normalleşme” hamlelerine gelince:
1. Türkiye, o Rus savaş uçağını düşürmekle iyi etmişti. Şimdi, Rusya ile bozulan ilişkileri düzeltmekle de kötü etmiyor.
2. Halkoyuna dayalı siyasi iktidarı askeri bir darbeyle deviren Sisi cuntasına karşı tavır almak suretiyle Mısır’da milli iradenin ihyasına hizmet etmeye çalışan Türkiye, doğru olanı yapmıştı. Şimdi, bu siyasetin o maksada hizmet etmediği ve edeceğe de benzemediği tespitinden hareketle Sisi ile diyalog kurmaya çalışması da yanlış değil.
3. Suriye’deki savaşta tuttuğu tarafın kazanması için elinden geleni vakitlice yapmayan, imkânlarını bu yolda vakitlice seferber etmekten geri duran, PYD ve Bağdadi Grubu’nun daha esamesinin okunmadığı ve İran ile Rusya’nın daha sahaya inmediği günlerde devrimcileri alabildiğine silahlandırıp zafer yoluna sevk etmesi gerekirken “Suriye’nin Dostları” toplantılarıyla vakit kaybeden, kaçırdığı fırsatları telafi etmek konusunda da pek hantal davranan, kısacası savaşın hakkını vermeyen Türkiye’nin, şimdi, savaşın iyice içinden çıkılmaz bir hal almış gibi gözüktüğü ve Türkiye’ye fena halde kan kaybettirdiği noktada, yeni bir yol arayışına girmesi şaşırtıcı değil.
4. Rusya ile münasebetlerde yeni bir yola girmek -daha doğrusu eski yolu ihya etmek- kolay. Uçak krizinden evvel Suriye’deki muarızlığı paranteze alıp karşılıklı menfaatlere dayalı iyi münasebetleri koruma ve geliştirme becerisini gösteren Türkiye ve Rusya, uçak krizinin aşılması üzerine o duruma geri dönebilir. Türkiye’ye İhvan-ı Müslimin’i tel’in gibi bir şart dayatılmadığı takdirde Türkiye-Mısır münasebetleri de Hüsnü Mübarek dönemindeki seviyeye kolayca gelebilir. Ankara’nın Sisi yönetimiyle diyalog kurmaya çalışması, İhvan-ı Müslimin ve diğer cunta muhaliflerinin felaketiyle sonuçlanabilecek bir hamle olarak görülemez; çünkü bunlar zaten dünyevi manada felaketin dibini bulmuş vaziyetteler ve öyle bir diyalogdan ancak fayda görebilirler. Ama Suriye’de durum çok farklı, çok karmaşık.
5. Türkiye’nin bugüne kadar yarım yamalak da olsa desteklediği devrimci grupların çoğu paranteze girmez ve o desteğin kesilmesi halinde hayati derecede önemli mevziler kaybedebilir. Esed’le barışmak veya Suriye’de nüfuz sahibi olan devletlerle Esed’siz bir çözümde uzlaşmak isteyen Türkiye, barış veya uzlaşmanın şartlarını beğenmeyip silahlı devrim mücadelesinde ısrar eden Suriyeli dostlarının ezilmesini sineye çekebilir mi? Çekebilirse, bir daha hangi mazlum Müslüman topluluk Türkiye’nin sözüne güvenebilir? Suriye meselesinde yeni bir süreç başlatılacaksa, bunun fevkalade ince elenip sık dokunarak yapılması gerekir. Ne yazık ki Başbakan Yıldırım’ın ilgili açıklamaları böyle bir titizliğin işaretlerini vermekten çok uzak.
6. Arap devrimleri yerlerde sürünüyor. Türkiye, İslam dünyasını parlak ufuklara taşımaya yönelik kararlı mücadelesinde yalnız kaldı ve kararlılığını ister istemez kaybediyor. ‘Gücümüzü aşan bir mücadeleye kalkıştık, eziliyoruz. Derlenip toparlanmak ve bu kadar namussuzla baş etmeye yetecek güce ulaşmak için bir süreliğine kavgadan uzak durmamız lazım’ diyor lisan-ı hal ile. Bu, anlaşılır bir şey. Ama İsrail’le “normalleşme” adına Mavi Marmara’yı tahkir ettiğinizde yahut “Suriye ve Mısır’la kavga etmemiz için çok neden yok” gibi özensiz bir cümleyle kanlı diktatörlük kurbanı binlerce insanın kanını -hâşâ- önemsizleştirdiğinizde, öte yandan Rus turistlere ne kadar muhtaç olduğunuzu haykırıp durduğunuzda, öngördüğünüz rahatlama döneminin sıhhat ve haysiyet potansiyelini azaltmış oluyorsunuz. Bu, anlaşılır bir şey değil.
7. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu barışa muhataplarının da ihtiyacı var. İltifatı abartmamak, onlara ‘Türkiye NE PAHASINA OLURSA OLSUN bizim dostluğumuzu kazanmak istiyor. Bu uğurda ödemeyeceği bedel, vermeyeceği taviz yok’ dedirtmemek, suiistimallere kapı aralamamak, öte yandan yoldaş ülkeler ve topluluklar nezdinde de karizmayı çizdirmemek lazım.
karargazete