Bir “Atatürk” heykelinin yanından geçiyorduk. “Lailaheillallah” dedi. Bana da dedirtti. “Hep böyle yapmak lazım.”
-Ankara’nın Hamamönü semtinde Mehmet Akif’in heykeli var. Ona ne diyorsun peki?
-Babamın heykeli olsa sevmem. İstiklal Marşı’nı babam yazmış olsaydı, İstiklal Harbi’nin başkumandanı da babam olmuş olsaydı, onun da heykelinin dikilmesini istemezdim. Bu bir yana; bir kimsenin bir tane heykeli dikilmişse, o heykel bir heykelden ibaret kalabilir; ama bir kimsenin yüzlerce heykeli dikilmişse, ayrıca binlerce de büstü dikilmişse ve bunların önünde tazim merasimleri düzenleniyorsa, o heykeller ve büstler artık başka bir şeyi ifade eder. Her resmi dairenin her odasına o kimsenin resminin asılması, her şehrin ana caddesine o kimsenin isminin verilmesi, her devlet memurunun ve milletvekilinin ve bakanın ve cumhurbaşkanının o kimseye bağlılık yemini etmeye zorlanması ve o kimsenin mezarının bir arz-ı hal mekânı haline getirilmesi de tabii ki o şeye delalet eder.
-Tam olarak nedir o şey?
-Konumuz “Atatürkçülük” olduğuna göre, 1930’lu yıllara dönüp ilk “Atatürkçü”lerin konuya nasıl yaklaştıklarına bakmalıyız. Kemalettin Kamu şöyle diyor: “Ne örümcek ne yosun / Ne mucize ne füsun / Kâbe Arabın olsun / Bize Çankaya yeter”. Yaşar Nabi şöyle diyor: “Motorların şarkısı olsun yeni bestemiz, / Yeni din ezanları minareler yerine / Bulutları püskürten bacalardan okunsun... / Ceddimiz nasıl önce tapardıysa ateşe / Öyle Cumhuriyetle doldurduk kalbimizi”. Cumhuriyet gazetesi “Peçesini atan Türkiye” başlıklı bir haberde şöyle diyor: “Atatürk yarım bir ilahtır… Hiçbir Devlet şefi için hayatında bu kadar heykel dikilmemiştir…” Yusuf Ziya Ortaç şöyle diyor: “Yoktan var ediyor Tanrı gibi her şeyi.” Aka Gündüz şöyle diyor: “Atatürk’ün tapkınıyız. Herşey (O)’dur. Her yerde (O) var.” Behçet Kemal Çağlar şöyle diyor: “Atatürk ekber! / Atatürk ekber! / Ancak O var: Atatürk!”
-Yani?
-“Tam olarak nedir o şey?” diye sordun. Bunlardan hareketle, “İslam’a alternatif olacağı düşünülerek imal edilen yeni bir dindeki ilah algısıdır o şey” diyebiliriz.
-Düpedüz putlaştırmadan bahsediyoruz yani.
-Düpedüz.
-Ama “Lailaheillallah” diyen, “Muhammeden Resulullah” da diyen, bunları gönülden söyleyen bir kimseye, Atatürk heykellerini ve ilgili ritüelleri benimsiyor diye müşrik demeyiz, değil mi?
-Putlaştırma siyasetinin dümen suyunda giden o kişinin durumunun kalbimi ağrıttığını söylemekle yetineyim.
-Yasak savmak babından, diyelim ki siyaset icabı “Biz de Atatürkçüyüz” demekte de mahzur görüyor musun?
-Hem de nasıl! Öyle yapanlar ‘Meşruiyetin yegâne kaynağı ve zemini Atatürkçülüktür, Atatürkçü olmayanlar sapkındır’ anlayışının değirmenine su taşımış oluyorlar. Bu da kalbimi ağrıtıyor.
-Peki, putlaştırılmasından bağımsız olarak Atatürk’ün kendisine ne diyorsun?
-Allah'ın vahyettiği kitaplara "gökten indiği sanılan kitaplar" diyen, İslam’ın esasen Araplara mahsus bir din olduğunu ileri süren ve “Türklerin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu” diyerek İslam’ı olumsuzlayan, bunları okul çocuklarına “Medeni Bilgiler” diye okutturan, kendi heykellerini diktiren ve ilah ilan edilmesini -herhalde ikrardan gelen- bir sükût ile karşılayan, “asil kan”dan bahseden ve kafatası ölçtüren, muhalefetin m’sine tahammülsüz bir diktatörlük kuran ve milleti İstiklal Mahkemesi’nin cellatlarıyla korkutarak zorla Batılılaştırmaya çalışan, Batılılaştırma furyasını radyolarda Türk müziği çalınmasını yasaklayacak kadar ileri götüren bir devlet adamını takdir etmemi beklemiyorsun herhalde.
-Çanakkale ve İstiklal Harbi’ndeki hizmetlerinin hatırı…
-…bütün bunları mazur görmemi gerektirecek kadar büyük olamaz. Ve tekrar: Bütün bunlar olmasaydı, Mustafa Kemal'in yerinde Mehmed Akif ve hatta öz babam olsaydı da bu kişi kültüne isyan ederdim.
Sonra “Atatürkçülüğünü” ilan eden eski bir arkadaşını ziyaret etmek istedi. Ona bir şiir yazmış, “Yüzüne okumalıyım” dedi. Gittik, okudu:
Kırk yıllık İslamcıydın, “Atatürkçü” oldun ya
Kendine gülmüyorsan ben sana ne diyeyim
Gülsen belki espriden yırtarsın da
Gülmüyorsan ben sana ne diyeyim